GeriSeyahat Çölün ortasındaki kentler
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Çölün ortasındaki kentler

Çölün ortasındaki kentler



Mehmet YAŞİN

Bu kez de Amerika'nın batı yakasında dolanıp durdum. Önce yapay cennet Palm Spring'e uğradım. Oradan Mojave çölünü aşıp, çölün diğer kenti Las Vegas'a vardım.

Yine, ‘‘ben gidiyorum’’ demiş ve kendimi Kaliforniya'da, çölün ortasındaki Palm Spring kentinde bulmuştum. Sıcak bir gündü. Bu kentte bir gün geçirecek, daha sonra yoluma devam edecektim. Vakit geçirmeden kenti tanıma turuna başladım. Teleferikle çıktığım San Jacinto Dağı'nın zirvesinden her yer bir bakışta görünüyordu. Çölün üstüne pus oturmuştu. Kent, itina ile yapılmış bir maketi andırıyordu. Aşağısı buram buram sıcak olduğu için, üstümde ince bir keten gömlekle şort vardı. Şimdi ise karlı zirvede tir tir titriyordum.

Dağın zirvesinde ne işim vardı?.. Bilmiyordum. Kaldığım otelin resepsiyonundaki görevli söylemişti oraya gitmemi. Burası, kentte görülmesi gereken yerlerin başında geliyordu. Diğer yer de, yaşlı palmiyelerin yer aldığı ve kente isimini veren kanyondu. Bu ‘‘görev-gezmeleri‘‘mi bitirince elimde harita, sokaklarda salınıp durdum. Şurası Bob Hope'un eviydi. Şu evde Elvis Presley balayını geçirmişti. Clark Gable karısıyla şu evde kalmıştı...

Sokaklar bitince kentten biraz uzaklaşıp, doğuya, binlerce pervanenin döndüğü vadiye gittim. Uzun direklerin üstündeki bu elektrik değirmenleri, sağdan, soldan, kuzeyden, güneyden nereden gelirse gelsin, rüzgarları yakalayıp, elektriğe dönüştürüyordu. İlginç bir görüntüydü.

Otele döndüm. Duşumu aldım. Mümkün olduğunca şık giyinip, en kalabalık caddenin üstündeki bir kahveye oturdum. Votka-Martini ısmarladım. Sonra çevreyi rasat etmeye başladım. Gelip geçenlerin arasında homoseksüellerin çoğunluğu dikkatimi çekti. Birbirinden yakışıklı erkekler elele, omuz omuza salınarak yürüyorlardı. Arada bir görüntüye giren kızlar, manken veya bir filim yıldızı kadar alımlıydı. Daha sonra Palm Spring belediyesinin, ülkedeki homoseksüelleri kente çekebilmek için yoğun bir tanıtım kampanyası düzenlediğini, bugün kentte tam 34 tane otelin, sadece homoseksüellere hizmet verdiğini öğrendim.

ÇÖL YOLLARINDA

Akşam yemeğinde patlıcanlı pizza yedikten sonra, sağda solda biraz daha vakit öldürdüm.

Sabırsızlıkla beklediğim an geldiğinde vakit geceyarısına yaklaşıyordu. Ünlü Bamboo Club'ın barında, heryere hakim bir iskemleye oturdum. Ne ısmarladığımı şimdi net olarak hatırlamıyorum. Hava çok sıcak olduğu için büyük bir olasılıkla bol buzlu bir içkiydi. Uzun bacaklı güzel kızlar, ellerinde içki bardaklarıyla bir o yana bir bu yana gidiyorlardı. Kimisi papyon takmış, işadamı görünümlü adamlar onları izliyordu. Homoseksüeller çoğunluktaydı ve kendi alemlerine dalmışlardı. Elele tutuşmuş bir kaç çift lezbiyen vardı. Peruğunun yana kaydığını fark etmeyen bir kokana da bana el kol işareti yapıyordu.

Kulüpten çıktığımda, güneş ışınlarını Palm Spring'e doğru salmıştı. Otele döndüm. Resepsiyonda uyuklayan görevliye, beni bir saat sonra uyandırmasını tembihledim. Yolum uzundu. Koca bir çöl aşacaktım. Erkenden yola çıkmam gerekiyordu. Yolun yarısını bitirince, bir gölgeliğe sığınıp biraz kestirebilirdim.

Yola çıkmadan önce arabayı bir dükkánın önünde durdurdum. Bir bardak koyu kahve aldım. Termosumu soğuk suyla doldurdum. Ne olur ne olmaz diye 3-5 tane de sandviç sardırdım. Arabanın disk çalarına diskleri dizdim. Yol için iyi gelir diye üst sıralara Hotel California'yı, Keny Rogers'ın son diskini ve Frank Sinatra koleksiyonundan bir şey koydum. Aşağılara doğru daha kıvrak müzikleri sıraladım.

GÖRSEL SESSİZLİK

Mojave Çölü'nün ortasından geçen yolu aşıp Las Vegas'a gidecektim. Daha başlangıcından sıkıcı bir yol olacağı belli oluyordu. Bu çöl, kumul çölleri gibi gizemli ve mistik değildi. Taşlar ve çalılarla örtülüydü. Bu çalılardan oluşan toplar, rüzgarın önünde sağa sola yuvarlanıyordu. Arada bir görüntüye çeşit çeşit kaktüsler giriyordu.

Dışarısı mutlaka çok sıcaktı ama farketmiyordum. Klimadan yayılan soğuk, arabanın içinde yayla havası estiriyordu. Sessizliği de duymuyordum. Müzik setinin hoparlörlerinden yükselen müzik, dışarının sessizliğini bastırıyordu. Uykum gelmesin diye şarkılara tempo tutuyor, oturduğum yerde dans ediyor, bildiğim nakaratlara eşlik ediyordum. Bu yazıyı yazmadan önce bir göz attığım ‘‘Amerika’ adlı kitabında Fransız düşünür Jean Baudrillard, çölün sessizliğini şöyle yorumluyordu: ‘‘Çölün sessizliği aynı zamanda görsel bir şey... Yansıyacak hiçbir yer bulamayan bakışın genişliğinden kaynaklanıyor bu sessizlik...’

Bir ara yanımdan pırıl pırıl Harley Davidson motosikletleriyle kalabalık bir grup geçti. Hepsi bildik klasik görüntüler içindeydi: Erkekler göbekli, sakallı ve uzun saçlıydı. Boyunlarında kırmızı mendilleri bağlıydı. Arka tarafta oturan kadınların da, görüntü olarak erkeklerden pek farkı yoktu. Ama aralarında bazıları vardı ki, onları görünce tüm uykum kaçtı. Bunlar koca Harleyleri kullanan gencecik kızlardı ve bu kızlar, göbeklerini açıkta bırakan, neredeyse şeffaf t-şört giymişlerdi. Terli vücutlarına yapışmış t-şörtlerin altındakiler tüm çıplaklığı ile görülüyordu...

Bir süre grupla yanyana gittikten sonra onları gözden kaybettim. Dur kalklı uzun bir yolculuktan sonra Las Vegas'a vardığımda akşam olmak üzereydi. Bu, günahkárların ve tek kollu canavarların kentinde bir süreliğine ben de günáhkar olacaktım.

Gezmek isteyenlere önerim: www.gezikolik.com adresinden gezmeyle ilgili hertürlü bilgiye ulaşabilirsiniz.

False