GeriSeyahat Son yamyamların izinde
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Son yamyamların izinde

Son yamyamların izinde

1995 yılında, yamyamların kurbanı olduğu sanılan Rockefeller’ın torununun izini sürmek üzere arkadaşım Gökhan Acun’la Avustralya’nın karşı kıyısındaki seyahatimize Timika’dan başlamıştık. Aradan uzun zaman geçti. Yine yaymyamlık geleneğini sürdürdüğü düşünülen son kabilelerin peşinde aynı yerdeyiz. Gittiğim bölgelerin yıllar içinde geçirdiği değişimi gözlemlemek dışında, bu deneyimi 15 yaşındaki kızım Deniz’le yaşamak benim için çok önemliydi. Seyahat öncesinde yapmış olduğu araştırma ve izlediği belgesellerle, yaşanan değişimi o da fark edecek ve benim kadar şaşıracaktı. Meslek tercihinde rol model arayışları içinde olan bir insanın hangi mesleğe karar verirse versin, yerelden küresele uzanan farklılıkları bilmesi, tarihin derinliklerinden bugüne aktarılmış değişimleri gözlemesi benim de en büyük gayem.

Dünyada Afrika dışında ‘ritüel yamyamlığın’ izlerinin geçen yüzyılın sonlarına kadar görüldüğü Papua’ya gitmek 1995 yılıyla kıyasladığımda daha kolay. Bu tarihten 4 yıl sonra arkadaşım Fatih Kandır ile bu defa yamyamlığı hala sürdürdükleri iddia edilen Yali ve Korowai kabilelerine gitmek için yola çıkmıştık. O zamanlar Endonezya’nın başkenti Cakarta’dan üç aktarma yapıp Jayapura’ya varmış; oradan küçük bir uçak kiralayarak Wamena’ya ulaşmıştık. Uçağın indiği pist, halk pazarının ortasındaki toprak bir yoldu. İndiğimiz sırada pistin yanı başındaki pazarda çıkan bir kavga, oklu mızraklı bir çatışmaya dönüşmüş ve oklardan bir tanesi de uçağa saplanmıştı. Şimdiyse tarifeli uçuşlarla ulaşılabilen Wamena’da modern bir havaalanı var. Üç aktarmayla neredeyse bir gün süren bir yolculuktan sonra ulaşılabiliyor. Coğrafi olarak baktığımızda Avustralya’nın tam kuzeyinde bulunan Irian Jaya, eskiden Yeni Gine olarak tanımlanan adanın Endonezya’ya ait olan parçası. Adanın diğer tarafı da bağımsız bir devlet olan Papua Yeni Gine.

Son yamyamların izinde

Bu seyahatin planlamasını arkadaşım Tulga Ozan’la birlikte yapmış ve ‘Dünya Değişmeden Keşfet’ sloganıyla, 12 kişilik küçük bir grupla hareket etmiştik. Akşama doğru indiğimiz Wamena’da vakit kaybetmeden fotoğraf çekmek için halk pazarına yollandık. İstanbul’un herhangi bir ilçesindeki sabit pazarlardan farksız bir görüntüye sahip pazar, benim için bölgedeki değişimi çarpıcı bir şekilde yansıtıyordu. Bir zamanlar yerde sergiledikleri ürünler şimdi beton zeminde satışa sunulmuş ve bölge yerlilerinin çoğu geleneksel kıyafetlerini terk etmiş. Çoğunluğu bu bölgede yaşayan Dani toplumunun geleneksel kıyafeti, erkekler için koteka (kurutulmuş su kabağından oyulmuş penis kılıfı) ve kadınlar için de kuru ottan yapılmış, süpürgeyi anımsatan bir etek. Başka hiçbir kıyafetleri yok. Ne var ki bugün özellikle gençler bu alışkanlıkları terk etmiş durumda. Geçmişte bölgeye ulaşım çok zor olduğu için değişim de yavaştı, oysa şimdi değişimin hızına ayak uydurmak zor ve turizm de değişimi tetikleyen bir unsur.

Son yamyamların izinde

 Eskiyle yeni arasında kalan kabile hayatı

Wamena’ya varır varmaz, kent merkezinde güzel bir otele yerleştik. Ardından şehir merkezini dolaştık. Bir zamanlar otel bulunmayan bölgede artık birçok otel açılmış. Henüz gökdelen olmasa bile beton ve cam hâkimiyetini burada da ilan etmiş. Cava’dan Sumatra’dan gelmiş çoğunluğu Müslüman göçmenlerin dışında, şehirde yaygın olarak, her biri farklı bir Hıristiyan mezhebine ait kiliseler de boy göstermiş. İnsanlık tarihin son dönemlerinde animist inançtan tek tanrılı dine hızlı geçişi gözler önüne seren bir manzara hâkim olmuş. Şehirdeki ilk izlenimlerim beni hem şaşırttı hem de ertesi gün gideceğimiz Dali köylerinde nelerle karşılaşacağım konusunda meraklandırdı.

Rehberimiz Rufos’la gece saatlerinde tanıştık. Ona geçmiş seyahatlerimin fotoğraflarını gösterince, o dönemki rehberimi tanıdı. Meğer iki yıl önce vefat etmiş. Rufos’un babası yamyamların son temsilcilerindenmiş.

Ertesi sabah erken saatte, bir saatlik mesafedeki Dani köyüne ulaştık. Yolda tek katlı beton yapılar dikkat çekse de, köye varır varmaz geçmişin anıları gözümde canlandı. Köye her yeni gelene, 367 yıl önce öldüğü söylenen köyün liderinin mumyası gösteriliyor. Tütsülenerek mumyalanmış liderin bedenini ziyaret, bir çeşit saygı göstergesi de sayılabilir. Bölgede bunun gibi 16 tane daha mumya olduğu söyleniyor.

Ziyaret ritüelinin ardından Dani yerlileri temsili savaş ritüeliyle bizlere küçük bir gösteri de yaptı. Gelişen ve küçülen dünyanın geldiği bu noktada artık Daniler bile geçmişten gelen geleneklerini bizim gibi turistlere sergileyerek geçimlerini sağlıyor. Şu da bir gerçek ki, bölgeye ulaşım zorluğu nedeniyle gelen turist sayısı halen sınırlı… Bu sayede Daniler’in kendi dünyalarında hala eski geleneklerini sürdürebildiğini söylemek yanlış olmayabilir.

Domuz için de insan için de aynı tören

Köy etrafı sık ağaçlarla çevrili açık bir toprak alanda uzun ev olarak tanımlanabilecek ortak yaşam alanları ve bir de lider evinden oluşuyor. Lider çok eşli... Elektrik ve su yok. Ortak yaşam alanlarının zifiri karanlığını aydınlatan kadınların yaktığı yağdanlıklar. Burada köyün kadınları çocuklarla ilgileniyor.

Rufus’un yönlendirmesiyle Daniler’e yanımızda hediye olarak bir domuz getirmiştik. Köyün orta yaşlılarından biri, kibrit veya çakmak kullanmadan, iki ayağının baş parmaklarıyla kavradığı çıraya hızla sürttüğü rattanla yaktığı ateşi otla besledi ve bir çukura koydu. Çukura konan ateş iyice beslendikten sonra diğerleri ateşin üzerine etraftan toplamış oldukları granit taşları attı. Ardından domuz tütsülendi ve pişmesi için patates ve muz doldurdukları ocak olarak kullanılan bir başka çukura kondu. Sonra da domuzun üzerine ateşte kızan granit taşlar yerleştirildi.

Domuzun iç organları çocuklar tarafından alınıp, birlikte yaşadıkları köpeklere verilirken, köy ahalisi de kendilerine düşecek payın pişmesini bekledi. Rufus’a insan yenirken de aynı yöntemi kullanıp kullanmadıklarını sorduğumda teyit etti. Üstüne basa basa artık Hıristiyan olduğunu ve aile üyelerinin yamyamlığı terk ettiklerini de ekledi.

Yıllar önce köydeki bazı kadınların parmaklarının boğum boğum kesik olduklarını fark etmiş ve her ölen aile üyesi için bir boğum parmak kesildiğini öğrenmiştim. Bu gelenek artık terk edilmiş. Ne var ki hala parmakları olmayan Dani kadınları köyde görmek mümkün.

Daniler’in diğer Papua toplumları gibi doğayla uyum halindeki yaşamlarında israf yok. Binlerce yıllık yaşam tarzlarındaki köklü değişimler 20. yüzyılın son çeyreğinde olsa bile, kimse ihtiyacından fazlasını tüketmiyor. Bugün turistlere sattıkları hediyelik eşyalar arasında en ilginci sagu ağacının liflerinden yapılan bir file çanta. Gündelik hayatta, file çantanın sapını kafalarına adeta bir bant gibi yerleştiriyor ve çocuğundan meyvesine kadar tüm ihtiyaçlarını bu çantada taşıyorlar. Bölgede var olan bambu hem evlerini inşasında hem de kabuğunu ince kestiklerinde keskin bir jilet gibi kullanılıyor. Metalle son dönemde tanışan Papua halkı, bölgedeki yanardağ eteklerinden topladıkları volkanik cam olan obsidyeni de kesici alet olarak değerlendirmiş. 

Son yamyamların izinde

Deniz Aral: Turizm her şeyi yapaylaştırmış

“Bu seyahat benim için çok farklı bir deneyimdi. Aynı dili konuşamasak bile anlaşmayı başardığımız Dani kadınlarının hayatları aslında bizim hayatlarımızdan çok da farklı değil. Babamın bana anlattığı hikâyelerden sonra Dani köyünde karşılaştığım manzara pek de beklediğim gibi olmadı. Bence Danilerin hayatlarına turizm girince her şey yapaylaşmış ve hayatlarındaki düzen bozulmuş. Ritüeller sadece sembolik olarak sürdürülüyor. Belki de önümüzdeki yıllarda, teknoloji hayatlarına tamamen yerleştiğinde Danilerin özgün kültürlerinden hiç iz kalmayacak.”

 

False