Ramazanlar da fast food oldu

Güncelleme Tarihi:

Ramazanlar da fast food oldu
Oluşturulma Tarihi: Ekim 12, 2005 00:00

Lüküs Hayat müzikali ilk olarak 1933 yılında sahneye konuldu. Toplam olarak oyun 27 yıldır sahnelerde. Siz ise 22 yıldır Lüküs Hayat’ı oynuyorsunuz. Nasıl bu kadar uzun sürmeyi başardı bu oyun?

Çok oyuncu gelip geçti ve bir tek ben kaldım. Ben bu kadar uzun yıllar süreceğini düşünmüyordum ama uzun soluk olacağını hissetmiştim. Haldun Dormen çok sevdiğim, saydığım bir ağabeyimdir. Bütün uyarılarına rağmen bu oyunun altını hep sıcak tutmaya çalıştım. 1933’teki esprilerin yerine güncel espriler koydum. Çünkü 1933’teki İstanbul kalmadı artık. Köprülerin altından çok sular aktı. Haldun Bey de ‘Delidir ne yapsa yeridir, bununla uğraşamam’ diyerek, beni serbest bıraktı.

- Yıllardır dimdik ayakta, sahnede olabilmek için hayatınızda nelere dikkat ediyorsunuz?

Sağlığıma çok özen gösteriyorum. Kolesterolüme dikkat ediyorum, vitaminlerimi alıyorum ve sigaramı çok ölçülü içiyorum. Kırmızı et tüketmiyorum, tavuk ve balık yiyorum. Kilolu olduğuma bakmayın! Spor yapmıyorum ama Akbil’im var, otobüsteyim, trendeyim, metrodayım, vapurdayım. Ayrıca benim en büyük sporum Lüküs Hayat’ta 3.5 saat!

ARMUTLAR DİBİNE DÜŞTÜ

- Eşiniz ve çocuklarınız en büyük desteğiniz olmalı.

Eşim benim yıllardır en büyük destekçimdir. Çocuklarım da sanatın içindeler. Oğlum Ömer, Şehir Tiyatrosu Orkestrası’nda Konservatuvar Klarnet Bölümü mezunu. Kızım Zeynep, Haliç Üniversitesi Konservatuvar Bölümü’nde tiyatro eğitimi alıyor. Müşfik Kenter’in öğrencisi. Armutlar dibine düştü.

- İki oyunun yanı sıra dizi film, iki de sinema filminde oynuyorsunuz.

İki oyunum var, Lüküs Hayat, ayrıca Kanlı Nigar. Cennet Mahallesi dizisinde rol alıyorum. Bir de Hababam Sınıfı filmi, ayrıca Metin Akpınar ile Ahmet Uğurlu’nun başrollerini paylaştığı ‘Dön Gel’ filmi var. ‘Dön Gel’ önümüzdeki günlerde vizyona girecek.

- Dizi tekliflerinde nelere dikkat ediyorsunuz?

Ben senaryolarda çok seçiciyim. Vurdulu kırdılı mafya dizilerinde oynamamaya dikkat ediyorum. Daha çok aile dizilerinde, kendime yakışan rolleri seçmeye çalışıyorum. Diziler olmasa ben devletin vermiş olduğu yoksulluk sınırındaki ekmek parasıyla geçinemem.

SANATÇI CENAZESİ ALKIŞLANMAZ

- Ramazan ayındayız. Sizin duygularınızda bu ayın nasıl bir etkisi var?

Ben doğma büyüme Fatih’liyim. Ramazan ayının dolu dolu geleneksel şekilde yaşandığı bir semtten ve öyle bir aileden geliyorum. İnançlı bir insanım. Hem anne, hem baba tarafından hacı torunuyum. Benim çocukluğumdaki Ramazanlar ne yazık ki kalmadı. Her şey fast food oldu.

- Sizce bu durumun nedeni ne?

Cep telefonları çıktı, mesajlaşmalar başladı. İnsanların birbirlerine gidiş gelişleri azaldı. Her şey fast food hale geldi. İnsanlar bu gürültülü şehirde bayramlarda İstanbul dışına kendilerini zor atar oldular. Yorgun kafalar bir yerlere gidip dinlenmek istiyor. Yakın temaslar, el öpme, bir evde oturup birlikte iftar açmak, bir evde yapılan baklavayı tatmak artık ne yazık ki olmuyor. Bire bir bayramlaşmak kalmadı.

- Ramazan’da ünlülerin verdiği iftar yemekleri oluyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hayırsever insanların iftarlıklar dağıtması çok güzel. Ama artık her şey göstererek yapılıyor. Halbuki Hadis’i Şerif var, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek diye... Şimdi iftar sofraları herkese ilan ediliyor. Basın toplantılarıyla yapılıyor. Çocuk giydirmeler televizyon kanallarıyla yapılıyor. Cenazeler de yozlaştı, alkışlanır oldu. Sanatçı cenazelerinin alkışlanmasına karşıyım. Biz zaten alkışın sesine mesleğimizi yaparken yeterince doymuşuz. Ölünce ihtiyacımız olan duadır.

BEN HEP KENDİM EĞLENDİRDİM, EĞLENDİĞİM ZAMANLARI UNUTTUM

Ramazan eğlenceleri deyince siz neler hatırlıyorsunuz?

Ben 18 yaşında profesyonel oldum. Kendim eğlendirdim, eğlendiğim zamanları unuttum. Ben direkler arasına yetişemedim ama İsmail Dümbüllü’ye yetiştim. Ramazan akşamları İsmail Dümbüllü’nün bazı sinema ve tiyatrolarda olan gösterilerini izliyordum. İsmail ağabeyi, ölene kadar takip ettim ve kendisinden feyz aldım. Sobalı evde büyüdüm. Kestane pişirilir, mısır patlatılır, bulmacalar, bilmeceler çözerdik. Babam terziydi, elbiselerimi o dikerdi. Fakat yeni elbise ve ayakkabıyla sokağa çıkmaya utanırdım. Sanki herkes bana bakıyormuş gibi gelirdi. Bugün bile yeni ayakkabı alsam, herkes bakıyormuş gibi gelir.

- Çocukluk yıllarınızın Ramazan aylarından başka neleri özlüyorsunuz?

O keten helvacı, davulcu, sesi güzel mani okuyan, güzel gazel okuyan davulcuyu arıyorum. Artık ezanlarımız bile kulakları olmayan müezzinler tarafından okunuyor, ezanın güzelliği bile rencide oldu.

- Her şeyde olduğu gibi iftar sofralarında da değişiklikler var değil mi?

İnsanın sosyoekonomik durumuna göre hazırlanmalı iftar sofraları. Kimi zeytinle, kimi hurmayla, kimi suyla açar. Bakıyorum sucuklar, pastırmalar, eski kaşarlar, yeni kaşarlar çeşit çeşit... Bunlar arasında iftar açıp, tıka basa yedikten sonra akşam namazına duracaksın! Her şeyi tıka basa yedikten sonra Numune Hastanesi’nin acil servisi kalp spazmıyla dolu 70 kişiye bakıyor. Ben soframda yağsız beyaz peynir, zeytin, hurma yerim, ardından çorba içerim. Üzerine tavuklu pilav, komposto beni doyurur. Yemek yedikten iki üç saat sonra da meyve yerim. İyi bir baklava olursa, onu da yerim. Sahurda ise kahvaltı etmesini severim. Çay, peynir, reçel ve zeytinyağlı margarin bana yeter.
Arzu AKBAŞ
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!