‘Neşe, etiği değilse de belirli ahlakı sallar’

Güncelleme Tarihi:

‘Neşe, etiği değilse de belirli ahlakı sallar’
Oluşturulma Tarihi: Aralık 17, 2023 07:00

Hayatın sıradanlığı içindeki olağanüstülükleri fark etmek için yazmanın muhteşem bir yöntem olduğunu düşünen bir yazar Başar Başaran. Son romanında kendi deyişiyle kısa, neşeli ama içinde tatlı bir hüznü de barındıran hikâyeler anlatıyor.

Haberin Devamı

Bir cumartesi sabahı raflarında kitaplara yer açmış bir kafede buluşuyoruz Başar Başaran’la. Arkadaki ikili koltukta ellerindeki telefondan başlarını kaldırmayan Rus bir çift var. Yandaki masada Fransız bir aile yemek yiyor. Önümüzdeyse genç bir adam kahvaltısını beklerken bir yandan da kitabını okuyor. İlham verici bir manzara, özellikle de bir yazar için… Tam da içimizden bunları geçirirken başlıyoruz sohbete.

Haruki Murakami’nin bir kitabı var; ‘Koşmasaydım Yazamazdım’ adlı. Bunu size iki şekilde sormak istiyorum. Ne yapmasaydınız yazamazdınız? Yazmasaydınız ne yapamazdınız?

Yazmak eyleminin içine düşmem çok erken yaşlara denk geliyor. Yazmanın kendisinin amaç olduğu bir ruh haline bürünüyor insan: “Bunu yapmazsan sen, sen olmayacaksın.” Dolayısıyla bu hissin peşinden gitmeseydim yazamazdım. Diğer yandan yazmasaydım hayatın derinliğine inemezdim. Hayatın sıradanlığı içindeki olağanüstülükleri fark etmek için yazmanın muhteşem bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Cesaretle hayata bakabilme gayreti, hayatın size fısıldadığını hissetmek vs. bunlar hep insanın kendisiyle olan sohbetini çok geliştiren şeyler.

Haberin Devamı

“Yazmaya çok küçük yaşlarda başladım” dediniz. Ne kadar küçüktünüz?

11 yaşındaydım. İş Bankası kumbaram vardı. Kumbarayı kırıp Cağaloğlu’ndan bir daktilo aldım. Dolayısıyla küçük yaşta “Yazar olacağım ben” diyordum. Tam net anı da hatırlıyorum. Bir gün teneffüste dışarı çıkmayıp sınıfta şiir yazdım. O şiir nereden geldi, niye yazdım? O şiirin, şiir olduğunu bile bilmiyordum. O zamandan beridir elim kalem tutar. 

Siz tipik, kitaplara düşkün, yalnız çocuk muydunuz?

Evet, aynen öyle. Tek çocuk, kardeşim yok. Kitaplara düşkün... 

“Gündelik hayatta yaşadıklarımızı yazmaya değer kılacak bakış açısına sahip olmakla başlıyor yazmak.”

‘HAYATIN RİTMİ OLACAK’

Elif Batuman’ın romanını (‘Either/Or’) okuyorum. Orada bir cümle var “Eğer hayatınızı bir roman gibi yaşasaydınız, bir noktada her şeyi yazmanız gerekirdi” diye. Siz nasıl bir hayat yaşıyorsunuz?

Yazılmaya değer anlamında mı soruyorsunuz? Aslında bunu bir meslek olarak yapmasa dahi aramızda iyi hikâye anlattığını varsaydığımız arkadaşlarımızın da yaşadığı bir şey var; “Bu işler hep senin başına mı geliyor” denir. Aslına bakarsan öyle olmuyor. Bence her hayat biraz önce söylediğim şekilde derinine indiğinde yazmaya değer de oluyor. Gündelik hayatın içerisinde yaşadıklarımızı yazmaya değer kılacak bir bakış açısına sahip olmakla başlıyor yazma faaliyeti. Dolayısıyla hiç öyle ‘bir roman olurdu hayatım’lık bir durum yok. İnsanın hayatı ona roman olacak kadar ilginçlikler gösterir zaten. Bunu fark etmek hikâyesi.

Haberin Devamı

Yeni kitabınız ‘Âşık Kral’daki hikâyelerin kahramanları hayatı sanki etik değil de daha çok estetik değerlere göre yaşıyorlar. Ne dersiniz?

Hayatı hep üç sacayağına oturtuyorum kafamda. Estetik bir tarafı var hayatın. Hayat güzel olanın peşinden gitmekle kendi manasını, kıvamını bulur. Bir sacayağı da etik, çünkü insan etik bir özne ve gayrı etik bir hayatın içerisinde mutlu olamıyor. Bir de ritmi olacak hayatın. Bu ritimde taşikardi bir hayat yaşanamaz. Sorduğunuz soru çok acayip: “Estetik bir arayışı var karakterlerin ama etiği önemsemiyor mu?” Bunlar hülyalı karakterler. Romantizm aklı eleştirir. Ama onun yerine bir şey koymaz. Başlarına geleceklerin bedelini yaşayacaklar. O anlamda cesur da olmayabilirler bazen ama düşünmüyorlar. Coşkuyla yaşıyorlar. Bu yanıtı Proust’tan bir alıntıyla bitireyim: “İnsan mutsuz oldukça ahlakçı olur.” Dünya mutsuz oldukça ahlakçı hale geliyor. Neşeyse devrimci olan. Neşe, etiği değilse de belirli ahlakı sallar.

Haberin Devamı

Öykülerinizi bu kitapta birleştiren ortak yanlar neler?

Bunlar kısa, neşeli, dediğiniz gibi estetik arayıştaki öyküler. Tatlı bir hüznü de barındırıyor. Dünyaya dair felsefi bir arayışı var. Bu arayışı sınır durumu olan aşk üzerinden yapıyor.

‘DALGALANMALAR YAZARI BESLER’

◊ İçinde bulunduğumuz dönem, ekonomik krizler, çevre felaketleri, pandemi, depremler… Sizce bunlar bir yazar için bulunmaz nimetler mi?

Elbette, bu kadar problemin içerisinde dünyayla ilgili söyleyeceği fazla olan bir kuşağa denk düşmek şanstır. Neden Sartre ve Camus aynı yerde, aynı bölgede? Ya da işte neden Tanpınar’la Yahya Kemal aynı yerde, aynı bölgede? Coğrafyanın da, o coğrafyanın yaşadığı o zaman dilimindeki problematiğin de yazarı besleyen, o devrin yazara fısıldadığı ödevler oluyor. Bazen ölmüş dönemler geçiriyor dünya, yeni bir şey söylenmiyor. Alternatif bir şey akla gelmiyor. Biraz öyle zamanlardayız. Tabii ki dalgalanmalar bir yazarı besler.

Haberin Devamı

‘Neşe, etiği değilse de belirli ahlakı sallar’

‘SÜREKLİ İLGİYİ ARIYORLAR AMA BUNU ONLARA BİZ ÖĞRETTİK’

Peki, bu dönemin gençlerini, ilişkilerini gözlemleme fırsatı bulabiliyor musunuz? Daha doğrusu ilginizi çekiyor mu?

Çekiyor ama ben meseleye şöyle bakıyorum: Abartılan her şey tersine dönüyor. Yani çok abartılmış bir oburluk, bir kanaatkârlık getirecekmiş gibi geliyor bana zaman içerisinde. 13 yaşında bir kızım var ve onu gözlemleyebiliyorum. Eskisinden daha çok okuduklarını görüyorum tuhaf biçimde.

Onları yeterince anlıyor muyuz?

Onlar açıklayamadığımız bir dünyanın içine doğdular. Bizim kavramlarımızla bu meseleleri anlatmamız mümkün değil. Her şey çok yeni. Çocuklar da hayatı tam kavrayamıyorlar. Oburlukları var. Gırgır yapma arzuları var. Bitmeyen ilgi manyaklıkları var. Sürekli ilgiyi arıyorlar ama biz onlara öğrettik böyle olmaları gerektiğini… Instagram takipçisiyle falan filan insanları belirlemeye başladığımızdan beri biz onlara ilginin her şey olduğunu söyledik. Dolayısıyla onları suçlayamayız. Kendi yollarını bulduklarını, biraz daha derinleşmenin arttığını hissediyorum. Ama bu sadece bir sezgi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!