Mustafa Kemal de Yahudi Mahallesi’nde konakladı

Güncelleme Tarihi:

Mustafa Kemal de Yahudi Mahallesi’nde konakladı
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 22, 2008 00:00

Yahudi Mahallesi’nde bugün, geçmişteki renkli günlerine inat, sessizlik hakim. Mahallenin çocukları sinagogun duvarına sırtını vererek oyun oynuyor, mahallenin gençleri sinagogdan kilise diye bahsediyor. Atatürk’ün mahallede konakladığı günse, anılarda ve yazarların kaleminde hayat buluyor.

YAHUDİ Cemaati’nin pek çok anısına ev sahipliği yapan Yahudi Mahallesi’nde bugün yaşayan halk, mahallenin geçmişinden habersiz... Sinagogdan kilise diye bahsediyor mahallelinin büyük bir kısmı ve ekliyor:

"Kiliseyi sabah akşam polis bekliyor ama mahallede bir kavga olsa karışmazlar."

"Yine de burası evimiz, yuvamız" diyen babaannesini susturan bir genç kız ise, "Sonsuza kadar burada mı yaşayacağız? Mahalleyi hiç sevmiyorum. Keşke tüm mahalle yıkılsa" diyor, bölgenin tarihinden habersiz. 1959’dan bu yana mahallede bulunan bir esnaf ise, "Mahallede evi olan Yahudiler, evime sahip çıksın yeter diye düşünerek güvenilir kiracılar arıyor. Kira almadığı gibi üstüne para verenler bile oluyor" diye anlatıyor mahallenin durumunu. Cumhuriyetin kurulmasıyla en renkli günlerini yaşayan Yahudi Mahallesi’nde bugün sessizlik hakim. Neyse ki mahallenin renkli günleri, yazarların kaleminde ve mahalle sakinlerinin anılarında hayat buluyor. Atatürk’ün, mahallenin en güzel evlerinden olan Yasef Ruso’nun evinde konakladığı gün de, böylece yeni kuşaklara aktarılıyor.

Mahalle emniyetliydi
/images/100/0x0/55ea585ef018fbb8f879e3b0


Efsaneden Tarihe Ankara Yahudileri kitabının yazarı Beki Bahar, Atatürk’ün Yahudi Mahallesi’nde kaldığı o günleri şöyle anlatıyor:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı için Ankara’ya gelen milletvekilleri ve delegeler kalacak yer sıkıntısı çekerlerdi. Oteller yeterli değildi ve konforsuzdu. Yerli halk hareketi destekliyorsa da, evde yabancıya oda vermek, pansiyoner almak o zamanki yaşam biçimine tersti. Yahudi Mahallesi’ndeki evler, zamanının en iyi evleri durumundaydı. Halk mahallede kalan pansiyonerlere dostça davranırdı ve mahalle emniyetli bir bölgeydi. Milletvekilleri, Yahudi Mahallesi’ndeki evlerde pansiyoner olarak kalırlardı. Atatürk’ün de Ankara’da bir gece Yasef Ruso’nun evinde kaldığı söylenir. Rusoların torunu Fuli Eskenazi, Atatürk’ün bir gece evlerinde geceledikten sonra gittiğini babasından duyduğunu anlatır. Atatürk’ün ablası Makbule Hanım da, Atatürk’ü görmeye geldiğinde Kemal Sevilya’nın evinde misafir edilmiştir. Ali Çetinkaya, Tunalı Hilmi mahallenin renkli kişilikleri ile anımsadıkları arasındaydı."
/images/100/0x0/55ea585ef018fbb8f879e3b2


Ha Güler ha Ağlamaz

Soyadı Kanunu’nun çıkmasıyla ilginç olaylar yaşanmaya başlar. Yahudilerde soyadı uygulaması vardır ve Yahudi halk, mevcut soyadını kullanmaya devam etmek ister ancak yasa yabancı adları yasaklamıştır. Bahar, 1934 yılında yaşanan o günleri şöyle anlatıyor:

"İnsanlar güzel soyadlar almak istiyordu ve bazı gerginlikler de yaşanıyordu. Bir vatandaş Güler soyadını almak istemiş ve nüfus memurunun ’Güler soyadı daha önce verildi. Size Ağlamaz soyadını verebiliriz’ demesiyle şaşırmıştı. İtiraz edince de memur, ’Ha Güler, ha Ağlamaz. Aynı şey’ diyerek kestirip atmıştı. Kimileri soyadının başına öz, er, güzel gibi Türkçe bir sözcük getirerek eski soyadını korudu. Babamın soyadı Morhayim’di. İçinde, Türkçe bir kelime olan mor geçtiği için soyadımızı kullanmaya devam ettik. Dam oluk yapımcısı İstanbul kökenli Rıfat Behar’a Paracanlı soyadı verilince, evde kızılca kıyamet kopmuştur. Oysa yasaya göre ahlak dışı, gülünç, iğrenç soyadlar alınamazdı."
/images/100/0x0/55ea585ef018fbb8f879e3b4


Bacikalar artık yok

Ankara Yahudileri, birbirlerine bula (yenge), sosbina (dünür), ermana (kardeş) gibi değişik sözcüklerle seslenirlerdi. Mahalledeki çeşmelerden eve su taşıyan, odun kıran, ateş yakıp ev işlerine yardım eden elleri kınalı, alınları dövmeli Kürt kadınlarına ise bacika denirdi. Bacı kelimesinden Yahudileştirilen bu kelime, yaşça küçüklüğü ve sevgiyi belirtirdi. Bahar, kitabında bacikaları şöyle anlatıyor:

"1940’larda mahalle bacikalardan geçilmezdi. Başlarında tepeciklerini ya da başörtülerini saran çatkıları, omuzlarına dökülen incecik sayısız kara saç örgüleri, şalvarları üzerine ikisini kıvırdıkları dört etekleri, bellerine doladıkları kuşaklarıyla heybetli dururlardı. Kış zamanı sayıları artan bu gurbetçi yardımcı kadınlara mahalle halkı acır, yapılacak iş olsun olmasın yemek verirdi."

İsrail’e göç

Pek çok aile 1960’lara doğru Kavaklıdere’ye, bazıları da Yenişehir’e doğru kayar ve kümeleşme kalmaz. İstanbul’un ekonomi ve ticaret yeri olması ve okulların da daha iyi olması sebebiyle, Yahudi halk İstanbul’a yerleşmeye başlar. Bahar, Yahudi Mahallesi’nin terk edilişini şöyle anlatıyor:

"Yahudiler her zaman toplanmayı severlerdi. Cemaatin küçülmesi ve Yahudi mahallesini terkediş 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla daha da hızlandı. İsrail devleti fakir halkı çekti. Burada bir odada üç tane çocuğuyla yaşayan Yahudi aileleri vardı. İsrail’e gittiğinizde size iyi kötü bir ev, çocuklarınıza eğitim verilirdi. Halk da mahallede bir odada oturup, suyu çeşmeden taşımaktansa oraya gitmeyi tercih etti. Mahallede az kalanlar da yavaş yavaş Yenişehir’e yerleşmeye başladı. Çocuklarının peşinden İstanbul’a gidenler oldu. Böylelikle Yahudi nüfusu çok azaldı. Zamanla da Ankara’daki Yahudi toplumu tarih oldu. İsrail’e giden ilk göç kuşağı, her yıl aynı tarihte bir Ankara Günü düzenler. Oyunları, şarkıları, seymenleri, bozacılarıyla geçmişte kalan bir Ankara gününü canlandırıp yaşamak mutlu eder onları."

Cemaat yok oldu

Bugün Ankara’da büyük bir Yahudi Cemaati yok. Yakın zamanda hayata gözlerini yuman son Ankara Yahudilerinden İlya Araf’ın cenazesi de vasiyeti üzerine Kocatepe Camisi’nden İslami kurallara göre kaldırıldı. Araf’ın cenazesinin cenaze namazıyla camiden kaldırılması, cemaat içinde de garipsenmedi. Yahudi cemaatinin sayısının 35’lere kadar gerilediği söyleniyor. Sinagog bile ibadet için sadece yılın belli günleri açılıyor. Bahar, cemaatin dağılması ve Ankara’nın değişimiyle ilgili olarak şunları söylüyor:

"Eski Ankara’yla günümüz Ankarası arasında büyük fark var. En son üç sene önce Ankara’ya geldim ve Zafer Meydanı’nın durumuna, kalabalığa, bozulan dokuya ağladım. Bulvarın eski güzelliğini hatırlıyorum. Eskiden her şey daha farklıydı. Eski Ankara artık yok."

Savaş yıllarında Yahudi mahallesi

ANKARA
’da 1955 yılına kadar yaşayan yazar Yakup Almelek yakın zamanda okuyucuyla buluşacak Yeğenbey Mahallesi adlı kitabında, mahalledeki bir evden detayları şöyle anlatıyor:

"Üç, dört metre uzunluğunda taştan bir koridordan girilirdi ahşap eve. Hemen sağda alaturka bir tuvalet vardı. O günlerde kişinin başını sokacak iki göz bir evi varsa ne mutlu onaydı. Ülkenin dışında korkunç bir savaş bütün dehşetiyle sürüp gitmekteydi. Korku her tarafını sarmıştı mahallenin. Savaş, kapılarını çalacak ve onları da zifiri karanlık bir geleceğe sürükleyecek miydi? İki sıkıntısı vardı istikbalin. Biri ülkedeki büyük çoğunluğun başına gelebilecekler, diğeri küçük azınlığın büyük çoğunluğun başına gelebileceklere ek olarak içinde bulunduğu bilinmezlik."

Kutudaki iyi kalpli şeytan

Derken mahalleli radyoyla tanışır. 1936 yılında, mahalleye gelen ilk radyoyu kitabında şöyle anlatıyor Almelek:

"Eve 1936 yılında, büyük bir tahta kutu geldi. Kutuya radyo dendiğini çocuklar hemen öğrendiler ve bu marifetli aleti çok sevdiler. İlk çaldığı gün ahşap evde bir bayram havası esiyordu. İyi kalpli bir şeytan kutunun içine girmişti, konuşmaları yapan oydu. Çalan müzik ise insanları çok seven huyu güzel, yüzü tatlı bir şeytanın yardımcıları tarafından icra edilmekteydi. İlkokula gitmeye henüz başlamayan çocukların anlatımı buydu. Baba manyetik dalgaların bir verici ile alıcılar arasında dolaşmasını ve bunun radyoyu oluşturduğunu boşu boşuna anlattı durdu. Çocuklar babayı dikkate almadılar. Çünkü onlar, kendi renkli dünyalarının içinde ve hayal güçlerinin denetiminde olayları ve eşyaları algılayan eşsiz yaratıklardı. Konuşmayı henüz hece hece sökmeye başlayan bir afacan, ’Kutunun içine gireceğim ve ben de şarkı söyleyeceğim’ diye tutturdu. Bir başka yaramaz kutunun yanına yaklaşmaktan korkuyor üç, dört metre uzaktan kutuya korkulu gözlerle bakıyordu. Elektromanyetik dalgaları bir vericiden birçok alıcıya söz ve tını saçarak ulaştıran o sihirli kutunun boy göstermesi Yahudi Mahallesi’nde başlı başına bir olaydı. Haberlerin sansür edilerek kırpılmasına rağmen Türkiye, diğer ülkelerde olup bitenleri adına radyo denilen bu olağanüstü yararlı sistem aracılığıyla öğrenebiliyordu."

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!