Her gün yeni öykülere uyanıyoruz

Güncelleme Tarihi:

Her gün yeni öykülere uyanıyoruz
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 28, 2017 16:34

İnci Zamanı, Ankaralı yazar İclal Nur’un ilk kitabı. Yıllardır öykünün peşinde koşan, dilini arayan yazar, katıldığı atölyelerde hocalarının yönlendirmesiyle korkularını bir kenara bırakmış ve yazdıklarını paylaşmayı seçmiş. İyi de yapmış! Abis Yayınları tarafından 2016’da okurla buluşturulan kitap, otuz öyküden oluşuyor. Kitabın adı, kapak resmi, adı İnci olan öykü karakterleri ve bazen de bağlamlı öykülerle bütünlük sağlanmış. Sade ve akıcı bir dille yazılmış öyküler, gündelik dile düşme kaygısının uzağında, edebi dilden hiç de uzaklaşmadan kendine bağlıyor okurunu. Altı çizilesi çok cümle, Ankara’ya ait çok ayrıntı bulacağınız İnci Zamanı’na dair merak edilenleri İclal Nur’la konuştuk.

Haberin Devamı

“İtfaiye Meydanı’na vardığımda dilim damağım kuruyor. Büfeden aldığım suyu bir dikişte içiyorum. Yol sandığımdan uzun, ayaklarım pabuçlarıma isyanda. Önümde ara sokaklar, kırık ışıklar, gri binalar, asık suratlı insanlar var. Uzaklaşmak istiyorum...”
* Sizi yazmaya götüren süreçteki nedenlerinizden söz ederek başlayalım... “Beni uyutmayan şeyler var” demiştiniz, nedir onlar?
Her insan gibi ben de hayatımı anlamlandıracak bir şeyim olsun istedim. Ne zaman bir şeyler karalasam kendimi iyi hissediyordum. Yazdıkça daha yazılacak ne çok şey olduğunu görmek her geçen gün heyecanımı büyüttü. Ankara edebiyatla uğraşmak için çok uygun. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda (UMAG) açılan Felsefe ve Yazma seminerlerine katıldığımda artık yazmadan yapamayacağımı fark ettim. Değerli hocalarım Mehmet Eroğlu, Cemil Kavukçu, Çiğdem Ülker ve Ahmet İnam bu süreçte ışığım oldu. Ne yapacağıma, nasıl yapacağıma orada karar verdim. Seminerler bittiğinde atölye çalışmalarına katıldım. Yazdıklarım, insanlık halleri. Biraz kendi yaşanmışlıklarım, biraz tanık olduğum hayatlar, biraz düş, biraz hayal var. Genellikle etkilendiğim olaylar uyutmuyor, kendini yazdırana kadar da yakamı bırakmıyor.

Haberin Devamı

Her gün yeni öykülere uyanıyoruz
BEN YAZDIKÇA ACILARIM İYİLEŞİYOR

* “Ankara katliamında yitirdiklerimize ve evladını kaybeden tüm annelere...” adanmış bir kitap İnci Zamanı. Yazmak sancılı bir durum. Yas ve yazı, iyileşme ve acı çekme arasındaki ilişkinin, kesişen yollardan doğan birlikteliğin sizdeki karşılığı tam da bu mu?
İşte size uyuyamayacağınız bir neden. Ankara’da art arda patlamalar yaşadık bir dönem. Kiminde az önce oradan geçtiğimiz için kurtulduk, kiminde geciktiğimiz için. Tanıdıklarımız, dostlarımız vardı, şahit olduğumuz acılar kanımızı dondurdu. Anneler vardı. Gözyaşları hiç dinmeyen. Ben yazdıkça acılarım iyileşiyor, yazdıkça dayanma gücüm artıyor sanki.
* Uzun yıllardır öykünün izinde yürüyorsunuz. Kimselere göstermeden yazdıklarınız, yaratıcı yazarlık atölyelerinin kaleminizi pekiştirmesiyle kitaplaştı. İlk kitaba sahip olmak nasıl bir duygu; yayımlatma aşaması nasıl gelişti?
Anne, babam neredeyse aynı zamanlarda ölümcül hastalıkların pençesine düştü. İki yıla yakın birlikte yaşadık. Sanıyordum ki hasta olsalar da öylece yaşayıp gideceğiz. Öyle olmadı, altı ay arayla ikisini de kaybettim. Müthiş bir boşluk ve yas başladı. Donup kaldığım o dönemde, değerli hocam Çiğdem Ülker beni düştüğüm o kuyudan, “Yeter üzüldüğün, hadi öykülerini toparla, artık kitap çalışmasına başlamalısın,” dedi ve çıkardı. Aylarca çalıştım. Yasım hafifledi. Yazdıkça iyileştim. Yayım aşaması zorlu bir süreç. Ankaralı yayınevi ABİS kitabımı beğendiğini, basacaklarını söylediğinde dünyalar benim oldu. Ama kitabımın ikinci baskı yapması beni daha da mutlu etti.
* Kitap adı, karakterler ve kapak resmi örtüşüyor. “İnci Küpeli Kız” tasarımını oluşturan düğmelerin, boncukların, lego ve yapboz parçalarının birbirinden farklılığı ama bir aradalığından doğan bütünlüğü, kitabı eline aldığında öykülere dair okurunuza nasıl bir ipucu sağlıyor?
İnci, denizin ışıksız (ABİS) yerinde doğar, sonra başladığı noktayı dönmemek üzere terk eder. Artık aramızdadır. Onun da insanlık halleri vardır demek yeterli olur sanırım.

Haberin Devamı

SANATIN VE EDEBİYATIN SAĞALTICI GÜCÜYLE TEKRAR VAR OLUYORUZ

* Küçük bir inci tanesinin gelişip büyümesi gibi, otuz öyküdeki İnci karakteri çocuk, öğrenci, kardeş, emekçi, evlat, anne, hasta, komşu, işkadını, hayvan sever, gezgin, aşkı arayan, aldatılan ve yalnız olma halleri/ rolleriyle karşımıza çıkıyor. Böyle bir kronolojiyle ilerleme fikri nereden doğdu?
Birkaç öykümde İnci ismini kullanmışım, bunu kitap çalışması sırasında fark ettim ve isimleri değiştirmeye kıyamadım. Sonra öykülerin içine İnci taneleri serpiştirmeye karar verdim. İnci Zamanı böyle doğdu. İnci Küpeli Kız’ı da kitaptaki İnciler çağırdı. İstiridye neredeyse yirmi yıl uğraştı bu İnci’yi oluşturabilmek için. Bunu insan ilişkileri, evlat yetiştirme, çalışma hayatı gibi örneklerle çoğaltabilirim. Yıllarca sabahın alacasında yola koyulup, akşamları yorgun argın eve dönerken yazıldı bir yerlere, yazıya dökülmeleri nice sonra.
* “Ardımda Ege” öykünüzde yüreğinize dokunan yazılarıyla gazeteci-yazar Reha Mağden’e selam etmişsiniz. Hayata tutunamayanların dibi mi tutuyor bu hayatta ya da “Hayat önce perişan etmeden mutlu etmiyor” mu kalanları?
Ölüm, insanın baş edeceği bir şey değilken zamansız gidenler daha çok canımı yakıyor. Niceleri gibi Reha Mağden de onlardan biriydi. Tutunmak için bazen çok zorlanıyoruz. Kişisel sorunlarla baş etsek, ülkede ve dünyada olup bitenle başa çıkamıyoruz. Bazen sınırlarda geziyoruz, bazen düşüyoruz bazen de sanatın ve edebiyatın sağaltıcı gücüyle tekrar var oluyoruz. Ortaya bir yapıt koymadan, kendi nefesimizi ona üflemeden, başka hayatlara dokunmadan mutlu etmiyor hayat.

Haberin Devamı

Her gün yeni öykülere uyanıyoruz

ANKARA'YI VE ANKARALI OLMAYI SEVİYORUM

* Ankara çok yer ediyor öykülerinizde. İlkokul, Çağdaş Sanatlar, güneşi kıyı kentlerinde arayan büyük kent insanı, Egemenlik Parkı, TBMM, Paris Caddesi, Mülkiyeliler, Kızılay, Samanpazarı, İtfaiye Meydanı, 297 Batıkent Halk Otobüsü varlığını hissettiriyor. “Denizin kokusunun bile olmadığı bu şehirde” öykücü olmak, Ankara’yı öykülerden mahrum etmemek konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ankara’yı ve Ankaralı olmayı seviyorum. Bazı şeylerden yoksun olmak belki bizim düş gücümüzü daha fazla besliyor. Denizin kıymetini daha iyi biliyoruz sanki. Âşık Veysel’in dediği gibi, kavuşamayınca aşk oluyor. Ankara’da öykü edebiyatı oldukça güçlü bir yere sahip. Birbirimizle konuşmadan karar almış gibiyiz, her gün yeni öykülere uyanıyoruz. Kentin hafızası her geçen gün silinirken, yaşasın istediğim, mekânlar, sokaklar, parklar öykülerimde her gün daha çok yer alıyor.
* “Zeytin Dalı” öykünüzle “İnsanın çok olduğu yerde deniz susar” diyorsunuz ya... Denizimiz yok burada, suskunluğumuz da konuşkanlığımızda hep bozkırdan mı peki?
Denize kavuştuğum zamanlarda onunla konuşurum. Muhtemelen bunu o söylemiştir bana. O da fazla kalabalıktan hoşlanmıyormuş, ben onun yalancısıyım. Bozkır, ne var ne yok hepsini konuşur. Doğrusunu yanlışını yüreklice söyler, ama gerektiği yerde susar. Bazen susmak bir erdem değil midir?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!