Alternatif müziğin başarılı ismi Can Atilla

Güncelleme Tarihi:

Alternatif müziğin başarılı ismi Can Atilla
Oluşturulma Tarihi: Eylül 19, 2009 00:00

1980 Yılında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda müzik eğitimine başlayan ve mezun olduktan sonra iki yıl Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda keman virtüözü olarak görev yapan Can Atilla, kendi müzik tarzıyla “Türkiye’nin Vangelisi” olarak adlandırılıyor. Müziğini Kraliçe Elizabeth’e de dinlettiren Atilla, eski çağları, yeni çağın teknolojisini kullanarak anlattığını belirtti.

Sizin yaptığınız müziği nasıl adlandırabiliriz?
Benim yaptığım müzik türü yaratıcısı tarafından çalınan müzik türü olduğu için dünyada tek olan bir müzik türü. Herkes bu müzik türüne farklı bir isim koyuyor. Kimisi “Elektronik”, kimisi “New Age” diyor. Ama ben, bir hayranımın dediği gibi “Can Atilla’nın Müziği” olarak adlandırıyorum. O hayranım, “İleri çağın teknolojisi ile en eski çağı anlatan müzik” diye bir de tanımlama getirmiş.

Üzerinde çalıştığınız “Altın Çağ” albümü hakkında bilgi verir misiniz?
Altın Çağ çok geniş kapsamlı bir albüm olacak. İstanbul’un gizli kalmış yerleri, günlük hayatta farkına varmadığımız noktaları, mitolojik hikâyelerle anlatılacak. İstanbul anlatmakla bitmez. Kimsenin anlatmadığı şeyleri anlatma taraftarıyım. Geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da bir melek figürü ortaya çıktı. O figürle ilgili bir çalışma var. Albüme Altın Çağ denilmesinin nedeni de Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’ni anlatması. Kırk tane parça var. Kraliçe Elizabeth’in istediği 1453 ve Sultanlar Aşkına albümünden de “Kahramanların Hikayesi” şarkıları yer alacak. Albüm çalışmalarının yüzde seksenini tamamladık. 160 dakikalık bir albüm.

Bu albümü hazırlarken İstanbul’a çok sık gidip geldiniz mi?
Tabiî ki çok sık gidip geldik ama biz daha çok İstanbul’la ilgili Türkçe ve yabancı dildeki yazılı kaynaklardan faydalandık. O zaman detaylara inebiliyorsunuz. Çünkü gördüğünüz şey anlatılan şey değil.

Sanırım bir sinema filmi projesi var
Evet. Türkiye’nin ilk mahkeme filmi olan “Adalet Oyunu” çekildi. Mahur Özmen’in yönettiği Mustafa Uğurlu, Alp Öykem ve Serap Sağlar’ın başrollerini paylaştığı bir film. Ben filmi çok sevdim. Alışılmışın dışında alternatif sinema için çok güzel bir örnek. Filmin soğuk ve mesafeli bir atmosferi var. Bende bunun için tamamen elektronik bir müzik yapayım dedim. O duygunun verilebilmesi için klasik müzik enstrümanlarının yerine elektronik cihazlar kullandım. Daha dokunaklı oldu. Sorgulayan bir film.

Bir çok dizi ve sinema filmine müzik yapıyorsunuz. Çoğunluğu İstanbul yapımı olan bu işler için Ankara’dan çalışmak avantaj mı dezavantaj mı?
Tabiî ki dezavantaj. İstanbul’a yerleşme planlarım çok ciddi. Fakat krizle ilgili problemlerim var. Ama isteyen nerede olursanız olun gelip sizi buluyor. Bu böyle olmalı çünkü ben alternatif müzik yapıyorum. Popüler olmak gibi bir derdim hiç yok.

Klasik müzik düşünme ve hissetme yeteneği veriyor

Yaptığınız alternatif müziğin Türkiye’deki tek temsilcisi olarak siz gösteriliyorsunuz. Bu müziğe olan ilginiz nasıl başladı?

12 yaşından beri kendi müziğimi yapacağım ve kendi müziğimi dinleteceğim diye bir hedefim vardı. Hala da o geçerli. Klasik müzik dinlerdim. Bach dinlerdim, onun müziklerine benzer müzikler yapmaya çalışırdım. Vivaldi dinlerdim ve onun müziklerine benzerlerini yapmaya çalışırdım ama kendim bestelerdim. Klasik müzik ile elektronik müzik birbiriyle çok örtüşüyor. Çünkü o dönemde de eserler ilk olarak yaratıcıları tarafından dinleniyor. Bu benim için çok büyük bir benzerlik. Klasik müzik insanlara çok boyutlu düşünme ve hissetme yeteneği aşılar.

Kraliçe için bir resepsiyon verildi

Kraliçe Elizabeth’in de dinlediği konserle ilgili olarak neler söylemek istersiniz.

Kraliçe Elizabeth iki günlük ziyaret için Türkiye’ye geldiğinde Köşk’te bir resepsiyon verildi. Türk müziğini en iyi benim tanıtacağım söylermiş. O resepsiyonda bizde yarım saatlik bir konser verdik. Kraliçe’yle bizim müziklerimizden haberdar olduğu yönünde bir sohbet geçti. Bu müziğin batı müziği gibi olduğunu fakat Türk enstrümanlarının kullanıldığını ve bu yüzden mistik bir hava yarattığından bahsettiler.

Müziğiniz hep eski dönemi mi anlatacak?
Ben fotoğrafı olmayan insanların müziklerini yapma taraftarıyım. Gördüğünüzde iş biter, insan gördüğünde hayal edecek pek bir şey kalmaz. O yüzden klipleri pek sevmem. Görüntü sizin hissiyatınızı kaybettirir. Onun içinde mitoloji bana daha ilginç geliyor içinden daha çok eser çıkıyor. Yeni döneme keşfedecek bir şey kalmıyor.

Sadece kutlama müziği değildi

TBMM 90. kuruluş yılı etkinliklerinin resmi müziğini sizin bestelemenizi istemişlerdi

O dönemki meclis başkanımız Sayın Köksal Toptan, benden meclisin 90. yılı kuruluş kutlaması için bir eser bestelememi istedi. Böyle bir çalışma yapmak bir sanatçı için oldukça riskli. Ahmet Sevgili’nin organizasyonunu yaptığı bu çalışmada ben sadece bir program çalışması yapmadım. Yöneticilere, 90.Yılın neşesini ve mutluluğunu anlatan değil, o yıllarda olayların nasıl cereyan ettiğini ve bugünlere nasıl geldiğimizi anlatmak istediğimi bildirdim. Onlarda kabul etti. Sadece bir kutlama müziği değil, coşkuyu tırmandıran, meclisin kuruluşundan itibaren Cumhuriyetin bugüne kadar nasıl geldiğini anlatan görkemli bir müzik istediler benden. Bu görkem müziğin ana temasında var. Tema bir marş teması ama bu bir marş müziği değil. Duygusal bir müzik. Bunu gerçekleştirebilmek için devlete bağlı müzikle ilgili bütün organlar seferber oldular. Bir marş müziği olmaması için eseri senfonik bir eser olarak düşündüm. Türkiye’nin önde gelen keman virtüözlerinden Suna Kan eserin solo kemanlarını çaldı. Eserdeki solo keman Mustafa Kemal Atatürk’ün anlatımıdır. Koronun söylediği cümle de, o zamanki insanların umutsuzluktan umuda geçiş haykırışlarıdır. Burada Mustafa Kemal’in “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözlerini kullandık. Bunu da ilk defa bestelemiş olduk.

Türk müziği kadar Batı müziğini de bilmek lazım

Son teknoloji cihazları kullanarak müzik yapmak, keman ya da piyano çalmak gibi bir yetenek işi mi?
Bu öyle bir şey ki yaptığınız şeyi yaptığınız anda tamamlıyorsunuz. Aradığınız anda bulup düzenlemesini yapıp en son hale getiriyorsunuz. Nota kağıdı yok bu tamamen müzik birikimi, motivasyon ve aletleri kullanma becerisi ile ilgili. İstanbul’da görüyoruz ki eline her gitar alan film müziği yapıyor. Yüz tane film varsa yüz tane film müziği yapan kişi var. Hepsinin birbirine ne kadar benzediği de ortada, maalesef bu konuda bir seçicilik de yok. Türkiye’de müziğin standardını, müziği yapanın birikimi değil, yönetmenin ve yapımcının müzik birikimi belirliyor. Halbuki müzik yapmak iştiraktir. Titanic filminin bestecisi, Starwars ya da Indiana Jones, Superman filmlerinin bestecisine siz karışamazsınız. Bu insanlarla iştirakle çalışabilirsiniz. Onlara siz filminizi gönül rahatlığıyla emanet edersiniz, fikirlerinizi söylersiniz ama müzik yapma konusunda karışamazsınız. Türkiye’de gelemediğimiz nokta bu.

Eski tarihi elektronik müzikle anlatmak yeteneğin de ötesinde araştırma işi olsa gerek.
Okumanız gerekir. Türk müziği kadar Batı müziğini de bilmeniz gerekir. Bizim ardı ardına geldiğinde insanın kimyasını değiştiren, ruh hallerini yansıtan akor dediğimiz anahtarlar var. Bu akorların kozmik sıralanışını yapabilmek için bir eğitimin yanı sıra dünya müziğini de bilmeniz gerekiyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!