‘Yasaklar sürseydi, yazı dizisine Zonguldak’a kadar devam edebilirdik’

Güncelleme Tarihi:

‘Yasaklar sürseydi, yazı dizisine  Zonguldak’a kadar devam edebilirdik’
Oluşturulma Tarihi: Ocak 04, 2018 16:43

Cumhuriyet yazarı Altan Öymen ile Cumhuriyet çizeri Tan Oral’ın, 1981 yazında Çukurova’ya yaptıkları seyahat sonrası gazetede yayımlanan yazı dizisi, tam 36 yıl sonra kitaplaştırıldı. ‘01 Adana’ başlığıyla yola çıkan, ‘33 Mersin’ ve ‘?İskenderun’ olarak devam eden dizi, 11 gün sürmüştü. Bu aslında, darbe sonrası günlerde susturulmuş bir gazetecinin, yasaklardan sıyrılarak nefes alma çabasının hikâyesi. ‘01 Adana’yı Altan Öymen’den dinledik.

Haberin Devamı

1981’de kaleme aldığınız Adana, Mersin ve İskenderun notlarınızı, 36 yıl sonra kitaplaştırmaya karar vermeniz nasıl oldu?
Geçen kasım ayında, Adana’da, 2. Çukurova Karikatür Festivali yapıldı. Tan Oral, festival yarışmasında jüri üyesiydi. Beni de Adana’yla ilgili yazı dizimiz nedeniyle davet ettiler ve orada ‘Acılı Adana’ isimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşi sonrası, “Bu yazı dizisini kitap yapmıyor musunuz?” diye bir soru geldi. Yapılır mı yapılmaz mı diye düşünürken Adana Kitap Fuarı vesilesiyle Doğan Kitap ilgilendi ve kısa sürede kitaplaştırıldı.

Peki ta 1981’de, politik yazılar yazan Altan Öymen ile çizer Tan Oral’ı Adana yollarına düşüren neydi?
1980 müdahalesi sonrası askeri yönetim var. Ben de feshedilen meclisteki milletvekillerinden biriydim. Aynı zamanda da CHP’nin genel sekreter yardımcısıydım. Yönetimdeki görevimiz nedeniyle siyasi yasaklıydık. Bazılarımızı içeri attılar, Ecevit’i Hamzakoy’a götürdüler. Çoğu insan eski mesleğine dönmeye başladı. Ben de gazeteciliğe döndüm ve Cumhuriyet’te yazmaya başladım. Zaten milletvekilliğim öncesinde de Cumhuriyet’teydim. İyi kötü politika yazılabiliyordu. Bu böyle bir süre devam ettikten sonra günün birinde “Eski politikacıların Türkiye’nin geçmişi, geleceği ile ilgili yazmaları, beyanat vermeleri, fikir açıklamaları yasaktır” dendi. Bu en başta Arayış dergisini çıkaran Ecevit’i hedef alıyordu. E ne yapacağız? Gazeteden, “Madem öyle, politika dışı bir şeyler yapalım” dediler. Vilayetleri tanıtan bir dizi hazırlamaya karar verdik. Ben yazacağım, resimleri de Tan Oral çizecekti.

Fotoğraf yerine çizim kullanmayı tercih etmişsiniz. Neden?
Ofset yoktu o zamanlar. Pek çok kişi hatırlamaz, rotatif baskı yapılıyor. Siyah-beyaz resim basılabiliyor ancak ve iyi sonuç vermiyor. Ama Tan Oral da müthiş bir karikatürist, meseleleri müthiş anlatıyor. Örneğin kitapta pamuğun nasıl üretildiğine dair bir dizi çizimi var. Fotoğrafla anlatamayacağınız gibi...

‘Yasaklar sürseydi, yazı dizisine  Zonguldak’a kadar devam edebilirdik’


Neden Adana’dan başlandı diziye? Alfabetik olarak ilk sırada olduğu için mi, yoksa o zaman da atılım halindeki bir il olarak ülkenin dikkat çeken bir bölgesi miydi?
Adana o vakit de ekonomik olarak dikkat çekiyordu ama tabii 01 Adana olduğu için oradan başladık. Bu yasaklar devam etseydi Zonguldak’a kadar da sürdürebilirdik. Çok şükür yasaklar fazla uzun sürmedi ve demokrasiye geçiş süreci başladı. Biz de siyaset yazar hale geldik. Ama gezi sırasında, bu röportajları her zaman yapmak gerektiği izlenimini edindim. Sadece siyaseten yasaklı zamanlarda değil, siyasetin olduğu zamanlarda da Türkiye’nin illerine gitmek lazım. Özellikle yerel seçim öncesinde herkes bir vaatte bulunuyor. Bu kişilerin portreleri yazılmalı, araştırılmalı. Şu ağaç kesilecek mi kesilmeyecek mi? İnsanlar söz sahibi olmalı. Sadece o şehirde yaşayanların değil, başkalarının da bilmesi lazım. Demokrasinin gereklerinden biri bu. Yoksa, Uğur Mumcu’nun dediği gibi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olursunuz. Bir de insanlar birbirini tanıdıkça, düşman olmak için sebep bulamazlar. Tanımayınca önyargılar, ırkçılık ortaya çıkıyor.

ADANA DEYİNCE AKLIMA SICAK GELİRDİ
Siz Adana’yı ne kadar tanıyordunuz gittiğinizde?
Çok gitmiştim Adana’ya ama hep iş için, toplantı için. Etrafıma fazla dikkat etmemiştim. Bu gezi sırasında müzesinden pamuk tarlasına, kebapçılarına kadar dolaştık, şehirle ilgili her şeyi öğrendik.

Ne kadar kaldınız bölgede?
15-20 gün kaldık ama gitmeden önce başladık çalışmaya. İstanbul’da yaşayan Adanalılarla konuştuk. Sakıp Sabancı, Yaşar Kemal, Adanalı politikacılar... Hepsine “Adana deyince aklınıza ne gelir?” diye sorduk. Yaşar Kemal “Masmavi deniz gibi bir ova gelir” demişti örneğin.

Peki o seyahati yaptıktan sonra aynı soru size sorulsa ne derdiniz?
O zaman “Sıcak gelir” demiştim. Son gidişimde çok hareketli, canlı bir şehir gördüm. 1981’de pamuk ekonominin ana unsuruydu. Sanayi pamuğa, tarıma dayalıydı. Şimdi pamuk önemini kaybetmiş. Türkiye’nin siyaseten de canlı yerlerinden biri bugün Adana.

Kitabı okurken ilk fark ettiğim üslup oldu. Bugün artık pek tercih edilmeyen, kullanılmayan, tatlı, yer yer esprili bir üslupla anlatmışsınız bölgeyi ve insanını...
Teşekkür ederim. Tabii aradan geçen zamanda görsellik girdi işin içine. Ofset baskı, renkli fotoğraf, televizyon... 1981’de de televizyon vardı ama siyah-beyaz ve tek kanallı. Gazeteler de televizyon da siyah-beyazken ve görselliğe bu kadar ağırlık vermezken, insanların gözünde canlandırmak için gördüğünüz her şeyi detaylarıyla anlatmak zorundaydınız. Şimdi doğrudan doğruya resmi koyuyorsunuz, tasvire gerek kalmıyor. Ama her şeyi resim veya video göstermiyor tabii. Duyguları teşhis etmek yine size kalıyor. Nitekim bugün röportaj denince akla sadece söyleşi geliyor. Halbuki röportaj tüm atmosferin anlatıldığı, daha geniş bir şeydir. Örneğin Yaşar Kemal, eskiden Cumhuriyet’in röportajcısıydı. Gider yaşar, döndükten sonra yazardı. Usta bir romancı olmadan önce usta bir röportajcıydı Yaşar Kemal. Fikret Otyam’ın Anadolu yazıları da aynı şekilde...

Bugün gazetecilikte kullanılan üslubu nasıl buluyorsunuz?
Şimdi bir kısaltma zorunluluğu var. Twitter’da 140 vuruşta anlatmanız gerekiyor. Kelimeler bile kısaltılıyor artık. Özet gibi... Okuyucu da buna alışınca, eskisi gibi yazılar uzun gözüküyor gözüne. Bir şeyi anlatırken, daha fazla şey söylemek lazım gibi geliyor bana.

Yazı dizisi Cumhuriyet’e ne kadar tiraj kazandırmıştı, hatırlıyor musunuz?
Tam rakamı hatırlamıyorum ama tirajın arttığını hatırlıyorum.

1980’DE DE GAZETECİ HAPSE GİRERDİ AMA TUTUKLU YARGILANMAZDI

Bu aralar sık sık duyduğumuz bir cümle: “80 döneminde bile böyle şeyler olmadı.” Siz her iki dönemi de yaşamış bir gazeteci olarak, özellikle mesleki açıdan iki dönemi nasıl kıyaslarsınız?
En baskıcı diye bilinen dönemlerde bile bugünkü kadar koyulaşmamıştı medya üzerindeki baskı. Gazeteciler yine hapse girerdi ama tutuklu yargılanmazlardı. Önce haklarında dava açılırdı, temyize giderdi, karar kesinleşirse gazeteci hapse girerdi. Metin Toker de bu gazetecilerden biridir. İsmet Paşa’nın damadı olduğu için onunla biraz uğraşırlardı da... Ama onu almaya gitmeden önce arar, haber verirlerdi. Sabaha karşı baskın yapılmazdı. Ben tutuklu yargılamanın mantığını anlamıyorum. Gazeteci zaten yazdıkları yüzünden yargılanıyor. Yazdıkları da ortada, hangi delili karartacak, gazetede çıkmış. Yurtdışına çıkış yasağı koyarsın, kaçmasını da engellersin. Tutuklu yargılama, fiili ceza oluyor. Bu sadece gazetecinin hürriyeti meselesi değil, insanların da bilgi edinme hürriyeti var. O özgürlük olmazsa demokrasi işlemez. 

01 ADANA
‘Yasaklar sürseydi, yazı dizisine  Zonguldak’a kadar devam edebilirdik’

80’Lİ YILLARDA ADANA
Altan Öymen
Çizimler: Tan Oral
Doğan Kitap, 2017
136 sayfa, 16 TL.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!