GeriSeyahat Güzelliğin, aşkın ve nefretin bir arada olduğu coğrafya
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Güzelliğin, aşkın ve nefretin bir arada olduğu coğrafya

Güzelliğin, aşkın ve nefretin bir arada olduğu coğrafya

Bu röportajın yapılma sebebi pek komik. En kestirme tabiriyle, kıskançlık. Geçenlerde bir elektronik posta aldım, şöyle diyordu: "X ile yaptığınız röportajı okudum, X’i çok severim, yakın arkadaşımdır ama ben ondan daha iyi bir gezginim.

Üstelik benim yaptığım Balkanlar gezisi, onun anlattığı yerlere bin basar." Bu nasıl bir özgüvendir dedim tabii ama meraklandım da... Kreatif direktör Atakan Sevgi ve eşi bir gün işi çıkışında otomobile atladıkları gibi, Balkanlar’a atmışlar kendilerini. Yunanistan, Makedonya ve Bulgaristan’ı kapsayan bir yolculuğa çıkmışlar. 10 günde üç ülke gezmiş, 2 bin 500 kilometre yol yapmışlar. Üstelik köklerinin peşindeki bu seyahat, Atakan Sevgi’nin hayatta en çok istediği şeylerden biriymiş...

YUNANİSTAN

Suyun öte yanı

İlk gece Dimetoka’da kaldık. Çocukken yaşadığım köyden oraya bakardım, bu sefer tersten baktım. Dimetoka’nın özelliği, Osmanlı hanedanının sürgün ve emeklilik yeri olması. Osmanlı padişahlarının çoğu Dimetoka’da doğmuş.

/images/100/0x0/55eb3cc3f018fbb8f8b42dca
Bugün 50 bin kişi yaşıyor, Osmanlı-Türk mimarisi hakim. Tepede eski kalesi var, oldukça etkileyici. Çok az Türk yaşıyor çünkü Yunanistan, sınıra yakın yerlerde Türk yoğunluğuna izin vermiyor. Sınırdan üç adım ötede ama orada, Avrupalılığı gördük. Orta büyüklükte bir kasaba ve neredeyse gece yarısı olmasına rağmen, merkezindeki bütün kafeler, lokantalar doluydu. Mini etekli kızlarla, gençlerle, motosikletlerle doluydu sokaklar. Benim yaşadığım Uzunköprü’de hiç böyle şeyler olmazdı.

Dimetoka’dan sonra 20 kilometre güneydeki Sofulu’ya gittik. Sofulu, zamanında dünyanın en büyük ve en kaliteli ipeklerinin üreticisiymiş. Ama şimdi sadece turistik anlamda yapıyorlar. Eski imalathaneler otele dönüşmüş. Türkiye’yle arasında Meriç nehri olan Sofulu’nun ailem için anlamı büyük. Balkan Harbi sırasında, 1912’de, Bulgar askerleri Türkiye’ye giriyorlar. Sofulu’nun karşısındaki, yani nehrin öte yanındaki köyde de o zaman çocuk olan anneannemin ailesi yaşıyor. Bulgarların geldiğini duyan ailem kaçmaya başlıyor ama sonra birileri "Yok canım, bu kadar çok kişiyi katletmezler" deyince köye dönmeye karar veriyorlar. Bilmiyorlar ki, Bulgar askerleri ve çeteleri köyde onları bekliyor. Toprakları ve imalathaneleri ise Sofulu’da. Onların bu gidiş gelişini karşı kıyıdaki Sofulu’dan izleyen Rum dostları, köydeki Bulgarları görünce, sandalla karşıya geçip, anneannemi, kardeşlerini, babasını ve halasını alıp Sofulu’ya geçiriyor. Ve daha sonra anneannem, köye dönen diğer akrabalarının ahırlarda ve camide toplanıp yakıldığını izliyor. İlk günümüz karışık duygular içinde geçti anlayacağınız.
/images/100/0x0/55eb3cc3f018fbb8f8b42dcc


Ertesi günkü durağımız, deniz kıyısında, acayip keyifli bir yer olan Dedeağaç’tı. Sofulu’dan Dedeağaç’a giderken yoldan saparak Dadia ormanlarına gidebilirsiniz. Bu ormanlar Yunanistan ve Avrupa’nın önde gelen kuş gözlem yerlerinden biri.

Dedeağaç’ın hemen dışında Makri köyü var. Makri, uzun demek. Makri’de köyün merkezindeki büyük lokantada harika deniz mahsulleri yedikten sonra Gümülcine’ye geçtik. Eski Türk mahallesini gördük, çok hoşumuza gitti. Ardından İskeçe üzerinden Kavala’ya gittik. İskeçe’nin bir kısmı çağdaş, modern mimarinin egemen olduğu bir şehir. Diğer kısmı ise eski, Türk-Osmanlı mimarisinin etkisinde. Bu iki şehirde de Türk mahalleleri hemen ayrışıyor. Eski evler, camiler, yaşam tarzları eskiden nasılsa şimdi de öyle. Uzaktan camisi görülen her köy, Türk köyüdür. Kahvesine girip bir çay için, memleketten selam götürün.

KAVALA VE HALKİDİKİ

Kavala
, bence dünyanın en güzel yerlerinden biri. Selanik bile onun yanında sönük kalır. Kayaların üzerine kurulmuş. Ön tarafı uçurum gibi ve harika bir manzaranın kıyısında. Şehrin arkasında Mimar Sinan’ın yaptığı su bentleri var. Kavala’nın en çok önem verdiği ve sahip çıktığı değeri, Mehmet Ali Paşa. Osmanlı’nın Mısır valisi olan Paşa, Kavalalı olduğu için daha çok "Kavalalı" diye tanınıyor. Kavalalı, Osmanlı’ya kafa tuttuğu ve imparatorluğun başına bela olduğu için, Yunanlılar seve seve sahiplenmişler. Otele gitmeden önce onun şimdi otele dönüştürülmüş olan evine gittik.

Sonraki durağımız, harita üzerinde üç parmağa benzeyen ve üç yarımadadan oluşan Halkidiki idi. O yolda inanılmaz güzel kumsallar var. Orası Yunanlıların favori tatil bölgelerinden biri. O parmakların birincisine, Atos’a giriş yok. Daha doğrusu sadece erkekler girebiliyor. Bütün yarımada, erkek manastırlarıyla dolu ve tarih boyunca hiçbir kadın girememiş. Kadınlar, tekneyle açıklardan görebiliyor ancak.

O gece Mudanya’dan gidenlerin kurduğu Nea Mudanya’da kaldık. Nea Mudanya’nın denizi Maldivler gibiydi resmen. Binalar, tipik Yunan mimarisinde inşa edilmiş. Afitos, bu üç yarımadadaki en güzel ve tarihi dokusunu korumuş kasaba.

SU ŞEHRİ EDESSA

Selanik
beklediğim kadar etkilemedi beni. İzmir gibi, Kordon gibi diyorlar. Evet benziyor gerçekten ama sonuçta burası büyük bir şehir. Küçük yerin doğal ve rahat hayat tarzı yok Selanik’te. Otomobille gezerken büyük şehirler keyif vermiyor. Park yeri zor bulunuyor, pahalı... Atatürk’ün evi, Selanik’te ziyaret edilmesi gereken bir mekan. Şehrin en önemli yeri ise, Osmanlı zamanında hapishane olarak kullanılan ünlü Beyaz Kule ile liman arasındaki kordon boyu. Deniz kıyısında tavernalar, lokantalar ve kafeler var. Ayrıca limanın biraz arkasında yakın zamanlarda düzenlenmiş Ladadika bölgesinde de Yunan tavernaları ve lokantaları bulunuyor.

Selanik’ten çıktıktan sonra rotayı kuzeye çevirdik. Ben araba kullanırken bir ara eşim "İnanmıyorum," dedi, "şehrin içinden şelale akıyor." Hemen direksiyonu oraya kırdık tabii. Makedon dağlarının hemen başladığı noktada, tepede kurulmuş bir şehirdi burası. İsmi Edessa. Yunanca, bol su anlamına geliyormuş. Urfa’nın eski adının anlamını da öğrenmiş oldum böylece. Büyükçe bir şehir, tam ortasından bir sürü şelale akıyor. Her köşesinden su fışkırıyor, tam bir su şehri. Edesa’da bin yıllık kiliseler, eski Yunan evleri gördük.

Makedonya’ya girmeden önce, sınırdaki Florina’yı gördük. Florina benim için çok önemliydi, çünkü Necati Cumalı’nın doğduğu yer. Bu geziyi planlarken ilham kaynaklarımdan biri oydu. Florina ikiye ayrılmış. Derenin üst tarafı yeni şehir, yani gelişmiş kısım. Eski Türk mahallesi ise derenin alt tarafında. Necati Cumalı’nın adının verildiği bir caddesi de var.

MAKEDONYA

Hemen değişen görüntüler

Makedonya’ya girmemizle dağlar başladı, coğrafya değişti. Burada Yunanistan’ın AB’den gelen zenginliği yok tabii. Ama bu hal, kendine özgü bir hava da yaratmış. Makedonya’da ilk durağımız, sınıra çok yakın olan Manastır’dı. Mustafa Kemal ve Enver Paşa’nın zamanında eğitim gördüğü askeri idadiyi ve eski saat kulesini gördük. Tüm şehrin ilginç bir mimarisi ve değişik bir havası var. Sonra Resne’ye geçtik. Resne’nin önemi şu: Enver Paşa, henüz askerken, Arnavut olan Resneli Niyazi ile dağa çıkıyorlar ve Abdülhamid’e 2. Meşrutiyet’i ilan ettiriyorlar. Resneli Niyazi, bir özgürlük kahramanı olarak tanınmış ama ondan üç-beş yıl sonra milliyetçi Arnavutlar tarafından öldürülmüş. Resne’de onun yaşadığı evi ve tam karşısında yaptırdığı kültür-sanat merkezini görebilirsiniz. Burada artık Türk’ten çok Arnavut yaşıyor.

Ohri, bu seyahatte en uzun kaldığımız yer oldu. Ohri Gölü, Avrupa’nın en yüksek ve derin gölü, dev gibi. İnanılmaz güzel bir doğası var. Yağmurdan Önce filminin çekildiği yer. Çok turistik bir şehir ama bir bölümüne özel bir kartla girebiliyorsunuz. Sadece oradaki otellerde kalanlara izin veriyorlar. 1200 yıllık kiliselerin arasında, eski Osmanlı konaklarından dönüştürülmüş oteller var. Bu kısım, şehrin gelişmiş bölümünden çok daha güzel. Manzaraları da farklı. Ohri ve etrafı Makedon Ortodokslarının eski ve etkileyici kiliseleriyle dolu.

Üsküp yolunda Kalkandelen’de mola verdik. Kalkandelen, çok sayıda Müslüman’ın yaşadığı ve Balkanlar’daki Bektaşi kültürünün merkezlerinden biri. Üsküp, zamanında Osmanlı’nın en prestijli şehirlerinden biriydi. Halkın yarısı sanki hálá Osmanlı zamanını yaşıyor. Şehrin iki yakasını tarihi Taş Köprü (Kameni Most) bağlıyor. Köprünün yeni şehir tarafına açılan tarafı, şehrin en büyük ve hareketli meydanı. Ortadan geçen Vardar Nehri’nin bir tarafında Türkler ve Arnavutlar, diğer tarafında Hıristiyanlar yaşıyor. Neresi neresi diye bilmeden gittiğinizde hemen anlıyorsunuz kimin nerede olduğunu. Müslümanlar, yapabilecekleri en yüksek minareleri yapmış. Hıristiyanlar da "Madem öyle, işte böyle" deyip, Vodna Dağı’nın tepesine dev bir haç dikip ışıklandırmışlar. Kör gözüne parmak gibi duruyor.

BULGARİSTAN

FİLİBE SOFYA’DAN DAHA İLGİ ÇEKİCİ

Bulgaristan’da Sofya ve Filibe’de kaldık. Sofya’da Osmanlı izi bulmak zor. Etkileyici kiliseleri var, ama Makedonya gibi eski değil, çoğu yeni yapılmış. Şehirde heykellerin çokluğu dikkat çekici. Filibe, Sofya’dan çok daha ilginç geldi bize. Balkanlardaki en eski Trakya yerleşimlerden biri. Üst üste kültürlerin izlerini görüyorsunuz. Roma döneminden kalma harka bir antik tiyatroları var mesela, yanı başında Osmanlı evleri duruyor.


seyahatte ne okuyorlar

Seyahat için hazırladığı notlarını ve tarihle ilgili kitaplar okuyor.

ne yiyor, ne içiyorlar

Her şeyi deniyor ama beğenmedi mi hemen tanıdığı yemeklere yöneliyor.

ne giyiyorlar

Yazın yandan cepli şort ve tişört, soğuk havalarda fermuarlı hırka, ceket giyiyor.

neyle seyahat ediyorlar

Kendi kullandığı otomobille.

nerede kalıyorlar

Eskiden daha ucuz yerlerde kalırken, artık standardı biraz daha yüksek yerleri seviyor. Bir de tüyo veriyor, "Yüksek sezonda çok pahalı olan yerlerde sezon dışı çok ucuza kalabilirsiniz. Türk olduğunuzu unutmayın, sonuna kadar pazarlık yapın!"

kimle seyahat ediyorlar

Eşi Didem ile.

çantalarının olmazsa olmazları

Bir dijital, bir analog fotoğraf makinesi, haritalar, dürbün, mp3 çalar, otomobille geziyorsa birkaç yüz CD!

oradan ne alıyorlar

Her seyahatte bir şapka aldığını fark edince, şapka sevdiğini anlamış. Yerel kıyafet ve müzik CD’leri de alıyor.

False