GeriSeyahat Şairlerin şehri Tebriz
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Şairlerin şehri Tebriz

Şairlerin şehri Tebriz

Türkçe’yi zarif bir aksanla konuşan, tarih boyunca meşhur şairler yetiştiren, dünyanın tek şairler mezarlığını yapacak kadar edebiyatçılarına sahip çıkan Azerilerin şehri Tebriz.

Hakkari’nin yanıbaşında, karayoluyla 2,5 saatte ulaşılıyor. Tebrizliler Türkiye’den giden gezginleri hep sevgiyle karşılıyor. Kaleleriyle, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki tarihi çarşılarıyla gurur duyuyor. Okurumuz, Adanalı öğretmen Gülcan Akboz, İran Doğu Azerbaycanı’nın başkentine gitti, izlenimlerini yazdı.

İsfahan, nısf-ı cihan... Yani Farslara göre, İsfahan dünyanın yarısıdır. Bu sözü Tebrizliler şöyle tamamlamış: Amma Tebriz olmasa... İsfahan’ı 3 yıl önce görmüştüm. İçinden nehir geçen her şehir gibi çok güzel. Sie-se-pol Köprüsü İsfahan’a bir masal şehri havası vermiş. Tebriz aynı etkiyi bırakacak mıydı acaba?
Çok sıcak bir günde Tebriz’e giriyorum. Taksi şoförü diyor ki: ”Az sonra hava değişir. Tebriz’in havası hemişe (her zaman) böyledir. Bir saat sıcak, bir saat serin.”

TATLISES NE HALDADIR

İran’ın pek çok bölgesinde dil sıkıntısı çekmiyorsunuz. Tebriz, Türk bölgesi. Bindiğiniz, yanınızdan geçen her taksiden Türkçe şarkılar yükseliyor. Tek favori İbrahim Tatlıses. Beni Tebriz’e götüren şoförün ilk sohbet konusu Tatlıses’ti: “Ne haldadır?”

Tatlıses dışında sevilen ve dinlenen Türk sanatçı çok. Otelde Ahmet Kaya dinliyorum hep. Dışarıda taksilerden Ebru Gündeş, Muazzez Ersoy şarkıları duyuluyor. Tebrizliler uydu yayınlarıyla Türk kanallarını izliyor ve Türkiye Türklerini çok seviyorlar. Konuştuğum bir genç kız “Siz bizim idolümüzsünüz” diyor.
Beni yeğenimin arkadaşı Pervane karşılıyor. Tebrizli bir Türk, jimnastik hocası. Otele yerleşiyorum. Kentte gördüğüm ilk yer “El (Halk) Gölü”. İslam devriminden önce adı Şah Gölü’ymüş. Tebrizliler şimdi yine Şah Gölü diyor.

Aldığım bilgiye göre son Şah Rıza Pehlevi’nin babası yaptırmış. Halk, asıl devrimi yaptığı için Şah’ın babasını daha çok seviyor. (Meşrutiyetin yerleşmesinde etkili olmuş) Ancak Almanya’ya yaklaşması sonunu getirmiş. Amerika ve Rusya’nın komplosuyla tahttan indirilip yerine oğlu Rıza Pehlevi geçirilmiş.
Şah Gölü, çok güzel bir park. Büyük bir havuz ve ortasında bir restoran. Etrafı çay bahçeleri. Yukarıya merdivenlerle çıkılıyor. Büyük bir park da yukarıda sizi karşılıyor. Şah Gölü’nün yukarıdan görünüşü de etkileyici.          

Şah Gölü, hiçbir sosyal paylaşım ortamına sahip olmayan Tebrizli gençler için çok önemliymiş. Burada birbirlerini görüp beğenen gençler telefon numarası veriyor. Kız telefon numarasını alırsa genci beğenmiş demekmiş, sonra tanışıyorlarmış. Ne ilginç tesadüftür ki bu geleneğe tanık oluyorum. Bir delikanlı, genç kıza “telefon numaramı alır mısın” diyor.          

Kaleler, yüksek, çevreye hakim tepelere kurulur. Tebriz Kalesi ise şehrin ortasında yükselen devasa bir yapı. Daha çok “sur” niteliğinde. Diyarbakır’daki büyük kapılardan birine benzettim. Yüksekliği 28 metreymiş. Tamamen tuğladan örülen kalenin harcına milyonlarca yumurta kırıldığını söylüyorlar. Restore edilen Kale, Safeviler döneminde yapılmış. Eskiden yerinde bir cami varmış. Yıkılan bu caminin yerine yapıldığı için Mescid-i Alişah diye de anılıyor.  
       
Akşam sokaklarda rahat dolaşıyoruz. Şiilerin 12 imamından birinin doğum günü bayramı var. Neredeyse her sokakta şerbet dağıtılıyor. Soğuk soğuk içiyoruz. İyi geliyor.  

Geç vakit otele dönüyor, bir sonraki gün için plan yapıyorum. Gezilecek yerleri belirliyorum. Kendovan’ı görmeden Tebriz’den ayrılmak istemiyorum. Sabah, resepsiyon görevlisinden rica ediyorum, bir taksi çağırıyor. Şoför genç bir delikanlı...  Beni gidilecek her yere götürüyor. Tebriz Kalesi’nde bir görevlinin verdiği broşür işime çok yarıyor. Şairler Mezarlığı’nı da görmeliymişim. Diyorlar ki dünyadaki tek şairler mezarlığı bizdedir. Özellikle Tebrizli şairlerin yer aldığı, modern mimarinin örneği bir anıt mezar yapılmış. Baş köşede Şehriyar’ın bulunduğu bir müze. Türkiye’de böyle bir müze olmadığı için üzülüyorum.

Şairler Mezarlığı’nın hemen yanında bir camii dikkatimi çekiyor. İmam Seyyid Hamza Türbesi olduğunu öğreniyor, içeri girmek istiyorum. Kadınlara içeri girerken “çadoor” dedikleri siyah ya da desenli büyük örtülerden veriyorlar. Bütün bedeninizi örtüyor. Başınızın kapalı olması yetmiyor yani. Ben almadan giriyorum. Herkesin kullandığı bir örtüyü almak hoşuma da gitmiyor, zaten başımda bir örtü var. Turist olduğumu düşünerek ısrar etmiyorlar. İçeride pek çok kadın huşu içinde dua ediyor, kimi yüksek sesle ağlıyor. Duvar ve tavan süslemelerine hayran kalıyorum. Sanduka dahil her yer ayna parçaları kullanılarak süslenmiş. Üç yıl önce Şiraz’da gittiğim Şah-ı Çerağ’kın benzer süslemeleri geliyor aklıma. Orada fotoğraf çekmeme izin vermemişlerdi. Buradaki görevli bayandan, kadınları çekmemem şartıyla izin alıyorum. Bana bir de kek ikram ediyor.

ŞİİRİ 92 DİLE ÇEVRİLEN ŞEHRİYAR’IN EVİNDE

Şairler Mezarlığı’ndan çıkıp Şehriyar’ın müze evine gidiyorum. Dar sokaklardan usta manevralarla ilerliyor şoför. Küçük bir evin önünde duruyoruz. Kapıda Şehriyar’ın resmi var. Bahçesinde küçük bir havuz. İkinci katı müze haline getirmişler. Odalarda Şehriyar’ın özel eşyaları, kütüphanesi, mutfak eşyaları, giysileri olduğu gibi korunmuş. Şehriyar, Tebrizli olduğu için çok seviliyor. Farslar için Hafız neyse Tebrizliler için Şehriyar o. Duvarda büyük bir çerçeve dikkatimi çekiyor, Şehriyar’ın Tebrizli Şems için yazdığı bir şiir çerçevelenmiş. Mevlana ve Şems resmedilmiş bu çerçevede, bir de mevlevi figürü var. İçeride Şehriyar’ın kendi sesinden ünlü “Heyder Baba” şiirini dinletiyor müze görevlisi. Şiir, bir kitap oluşturacak kadar uzun. O dönem Sovyetler Birliği’ne dahil olan Azerbaycan’da ve tüm Türk dünyasında büyük yankı uyandıran, ana dilde yazdığı bu şiirin 92 dile çevrildiğini söylüyor müze görevlisi. Türkiye’den geldiğimi, edebiyat öğretmeni olduğumu, Şehriyar’ı ve “Heyder Baba” şiirini Türkiye’de okullarda bir dönem okuttuğumuzu söylüyorum. Buna çok seviniyor, müzedeki diğer ziyaretçilere aktarıyor. Ben müzeden çıkarken birinin desteğiyle ancak yürüyebilen yaşlı bir Şehriyar sevdalısı içeri giriyordu.

Ertesi gün Tebriz Kapalıçarşısı’nı geziyorum. Tüm kapalıçarşılar gibi egzotik bir havası var. Çok büyük. Yalnız dolaştığınızda yolunuzu kaybedebilirsiniz. Gerçi, halk yabancı olduğunuzu anlayıp hemen yardımcı oluyor. Hele Türkiye’denseniz... Gonağım ol (konuk), davetini çok sık duyuyorsunuz.

Evet, Tebriz turu sona erdi ancak başa dönüp kıyasa geçiyorum. Ne yazık ki onca güzelliğine rağmen Tebriz, İsfahan’la kıyaslanacak bir şehir değil benim nazarımda. Farslar, İsfahan’la övünmekte haklı.

KENDOVAN, KAPADOKYA’NIN İKİZİ

İnsanlar çift yaratılmıştır, derler. Kendovan’ı gördükten sonra bu sözün şehirler için de söylenebileceğini düşünüyorsunuz. Kendovan’a girerken bir ara “olamaz” dediğim. Burası küçük bir köy. Ancak İran’da değil de kendi ülkemde, Ürgüp Göreme’deyim sanki. Gözlerim öylesine Kapadokya görür gibi. Peribacalarını andıran görüntüler, buralara yapılan evler. Halk çoğu yere bir kapı bir pencere uydurup ev yapmış kendine. Yemyeşil bir bölgede Kendovan; balıyla ünlüymüş. Tebriz’e 45 dakika mesafede. Tebrizliler ve çevre iller için de piknik yeri. Her köşesini büyük bir keyifle geziyorum Kendovan’ın. Ancak yabancı turist sayısı bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar. Dış dünyaya kapalı bir toplum olmanın sonucu bu diye düşünüyorum.

TÜRÇENİN EN ŞİİRSEL LEHÇESİ

Tebrizlilerin pek ince dilek ve hitapları var. Türk olduğumu duyunca “Gurban sana” nidası çıkıyor ağızlardan.  Bizdeki yorulmayasın, ellerin dert görmesin anlamında da “Elin ağrımasın” diyorlar. Azericenin bir şiirselliği olduğunu hep düşünmüşümdür. Ancak Tebriz Türkçesi Azericeden de biraz farklı.

False