GeriSeyahat Salzburg
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Salzburg

Salzburg

Kentlerin prensi

Siz siz olun bir kenti bir günlüğüne görmeye gitmeyin. Diyelim ki gördünüz, onun hakkında yazı yazmaya asla girişmeyin. Zorunlu olarak gittiğim ‘‘Bir günlük kentler’’ hep strese sokmuştur beni. Burası neresidir, ne yazılır, kim gelmiş, kim geçmiştir, önemi nedir, bir hikayesi var mıdır? Gün doğumundan gün batımına, hatta yatıncaya kadar bunların veya diğer soruların yanıtlarını ararım. Bunları ararken de bir bakarım kentin dokusunun içine girmeye başlamışım. Tanıdıkça kenti çok severim, aşık olurum. Ve ertesi gün giderken hüzün dolar içime. Sevgiliyi terk etmenin üzüntüsü düğümlenir boğazıma.

Salzburg'tan sonra bir daha bir günlük kent gezilerine gitmeyeceğim ve onları tanımayacağım. Salzburg son olsun.

Bu yolculuğa çıkmadan önce, Beyoğlu'nda, Lebon Pastanesi'nde karşılaştığım yazar Demir Özlü, Salzburg'a gideceğimi duyunca bir anısını anlattı: Vakti zamanında zengin bir kıza aşık olmuş. Demir Özlü, her buluşmada kızın zenginliğini önemsemediğini, kendisinin satılık bir sevgili olmadığını kararlı bir ses tonuyla anlatır dururmuş. Günün birinde biraz yumuşamış, ‘‘Ama beni Salzburg'a götürürsen ona itiraz etmem. Orayı görmeden ölmek istemiyorum.’’ demiş. Bu aşkın sonu ne oldu bilmiyorum.

Özlü, Salzburg için prensiplerinden vazgeçmeyi göze almış. İşte bu gezi için beni tahrik eden ilginç bir anı.

KENTİ KEŞFEDEBİLMEK

Bu, bir kent tanıtım yazısından çok, kent üzerine düşünceler içeren bir yazı olacak sanıyorum.

Salzburg'u ilk gördüğümde, sabahın erken olmayan bir saatiydi ve dışarıda kar yağıyordu. Paltomun yakalarını kaldırdım, şapkamı kulaklarıma kadar indirdim ve bilmediğim kentin, bilmediğim sokaklarında yürümeye başladım. Yıllardan beri hep böyle yapmış ve hiç yanılmamıştım. Karşı tepede bir kale vardı ve oraya doğru gidiyordum. Kentler hep bir kalenin eteklerinde kurulurlardı ve Salzburg'un ilk sokaklarının oralarda olduğunu biliyordum. Kar giderek hızını artırıyordu. Yapılacak en doğru hareket, bir kahvede oturup, geleni geçeni seyrederek kar yağışının dinmesini beklemekti. Ama henüz kahveye oturacak görsel birikime erişmediğimi düşünerek bundan vazgeçtim. Çünkü kahvede oturup, insanlara baktıkça, onları kentin çeşitli yerlerinde düşlemem gerekiyordu. Salzburg'u görmeye, Mönch dağının tepesindeki Hohensalzburg kalesinden başladım.

Salzach Nehri kenti ikiye bölüyordu. Eski kent, kalenin eteklerinde kurulmuştu. Kentten daha çok bir dini merkezdi. Worms piskoposu Rupert, Salzburg'un ilk kurucusu olarak tarih kitaplarında yerini aldı. Kalenin mazgallarından seyrettiğim kenti, Prag'a benzettim. Barok tarzı, açık sarı, pembe, uçuk yeşil badanalı evlerle, nehrin üstündeki kentin iki yakasını birbirine bağlayan köprülerle, aşık olduğum kentlerden biri olan Prag'ı anımsatıyordu.

MERHABA MOZART

Sonra kaleden inip, dar sokaklara saptım. Ve Getreidegasse'de, 9 nolu evin önündeki kalabalığın yaptığı gibi, kapının önünde durup, sarı boyalı evi uzun uzun inceledim. Çünkü müzik dahisi Mozart, ilk nefesini burada almış, ilk gün ışığını burada görmüştü. 27 Ocak 1756'da Leopald ve Anna Maria'nın oğlu olarak dünyaya gelen Johann Chrysostomus Wolfgang Theophilus'un veya kısaca Amadeus'un daha sonraları koşuşturduğu merdivenleri çıktım, onun tuttuğu trabzanlara dokundum.

Mozart'a bu ikinci yaklaşışımdı. Birincisinde, Prag'da bir süre kaldığı, şimdi müze olan eve gitmiş, bekçinin odayı terk etmesini fırsat bilip, çaldığı piyanonun tuşlarına dokunmuştum. Şimdi de çocukluk çağlarında bastığı taşlara basıp, koşuşturduğu sokaklarda dolaşıyordum.

Daha sonra Salzach Nehri'nin öte yakasına geçip, Makart Meydanı'ndaki diğer eve gittim. Mozart ailesi, ilk evlerine sığmadıkları için buraya taşınmışlardı. Bu ev Tanzmeisterhaus (Dans eden ustanın evi) olarak tanınıyordu. Evin ilk sahiplerinden olan Franz Karl Gottlieb Speckner, önemli bir dans hocasıydı ve o zamanlar dans hocalığı çok önemli bir görevdi. Speckner, evinin salonlarında genç aristokratlara dans dersleri veriyor ve onları sarayın karmaşık seremonileri için hazırlıyordu.

SALZBURG DÜŞÜNCELERİ

Amadeus, buradaki kısa ikametinde 150'den fazla beste yapmıştı. Üst katlara çıkıp, Mozart ailesinin kaldığı yerleri görmek istedim ama kapıdaki tanıtım yazısını okuyunca vazgeçtim. Yazıya göre, bina İkinci Dünya Savaşı sırasında isabet aldığı bir bomba yüzünden büyük ölçüde yıkılmış, sonra aslına sadık kalınarak onarılmıştı. İşte üst katlara tırmanmamı engelleyen cümle buydu. ‘‘Aslına sadık kalınarak onarılmıştır.’’ Yani asıl ruh, tozlar, izler çekip gitmişti. Onları değil de benzerlerini göreceğim için vazgeçtim.

Kar durmak bilmiyordu. Yürüyen bir kardanadama dönmüştüm. Artık bir kahvede oturup, sabahtan beri edindiğim görsel birikimle Salzburg düşünceleri geliştirebilirdim. Nehir kıyısındaki Cafe Baazar'da, pencere kıyısındaki bir masaya oturup, içinde rom olan Maria Theresia adlı kahveyi ısmarladım. Önce, bedenimle kafamı ısıtmam lazımdı. Sonra sıcak hayallerin içine dalabilirdim.

Hiç rastladınız mı bilmem: Araştırma şirketleri deneklere, inceleyecekleri malı kişileştirmelerini isterler. Ben de Salzburg'u kişileştirmek istedim. Bu kent insan olsaydı nasıl bir portre çıkardı ortaya? Bir kere kır, dağınık saçları olurdu. Kalın kaşlarının altındaki ince tel gözlükler arada bir burnuna düşerdi. Mutlaka tütün düşkünüydü ve pos bıyıklarının burun deliklerine yakın olan kısmı hafif sararmıştı. Gözlerinin altında torbacıklar oluşmuştu. Büyük bir olaslıkla papyon takardı ve en sevdiği elbise, gabardinden yapılmış yelekli takım elbiseydi. Bastonu var mıydı yok muydu karar veremedim. Özetle, orta yaşı biraz geçmiş, dünyanın tüm tatlarına vakıf aydın bir beydi.

Neden kadın değil? Bu soruyu ben de kendime sordum ama kadınsı bir şeyler bulamadım Salzburg'da.

NEŞELİ GÜNLER

Rehberimiz Oda, bir akşam önceki yemek sırasında bir anısını anlatmıştı: Savaş sırasında yoksulluk içinde yaşıyorlarmış. Elde avuçta fazla birşey yokmuş. Bir gün babaları onları etrafına toplayıp şunları söylemiş: ‘‘Çocuklar, ekmeğinizi aldıktan sonra kalan bir kaç kuruşunuzu kiliseye bağışlayın.’’ Şaşırmışlar, nedenini sormuşlar, aldıkları yanıt onları bugünlere getirmiş: ‘‘Nasıl aç yaşayamazsak, moralsiz de yaşayamayız. Yapacağınız küçük bağışlar kilisede müziğin çalmasını sağlayacaktır. O müziği dinlerken yükselen moraliniz de sizleri yaşama bağlayacak, ölüm korkusundan uzaklaştıracaktır.’’

Bilmem, ‘‘Neşeli Günler’’ filmini göreniniz var mı? Film Salzburg'ta geçer. Kahvenin penceresinden karşı tepelerdeki ormanlara bakınca o film geldi aklıma. Nazi kıyımından kaçmaya çalışan ailenin göz yaşartan öyküsü.

Bir de adını bir türlü bulamadığım başpiskopos prense aklım takıldı. Metresi için Mirabell şatosunu yaptırmış. Bu muhteşem kadını, aşığı piskoposu, onun karısını ve bu müthiş ihanet ve aşk hikayesine tanıklık eden o zamanların Salzburg'unu düşledim.

Düşlerimden sıyrıldığımda hava kararmaya başlamıştı. Burçları ışıklandırılmış Hohensalzburg kalesi, Mönch dağının tepesinde bir taç gibi duruyordu.

NOT

Bu akşam saat 16.30'de Kanal D'de gösterime girecek olan Atlas Belgeseli'ni kaçırmayın.

Sağlıklı uçmak için öneriler

Bir yabancı yayında gözüme çarpan, ‘‘Uzun süreli uçuşlarla başa çıkabilmek’’ başlıklı yazıyı sizinle paylaşmak istedim. Önce Gareth Powel adlı yazarın önerilerini sunacağım, ardından da benim önerilerimi yazacağım.

Gareth Powel'e göre, uzun süreli uçuşlarda en çok rastlanan problem, vücudun su kaybetmesi. Bunun için kesinlikle içki içilmemesi, onun yerine bol bol su tüketilmesi öneriliyor.

Gareth Powel'ın diğer bir önerisi de uçağa en rahat giysilerle binmek konusunda. Powel ayrıca aktarmalı uçuşlarda bol bol yürüyüşü tavsiye ediyor. Kan dolaşımını hızlandırmak için bunun şart olduğunu yazıyor.

Gelelim benim önerilerime. Su kaybı gerçekten önemli bir problem. Ama ben vücudum su kaybedecek diye ikram edilen şampanyayı, güzel şarapları ve yemeği noktalayan armanyak, kalvados ve konyakları reddetme becerisini hiçbir zaman gösteremedim. Hem bunları içtim hem de bunların zararlarını yok edebilmek için bol bol su istedim.

Giysi konusunda Amerikalı meslektaşımla tamamen aynı fikirdeyim. Uzun yolculuklara çıkarken mümkün olduğunca bol giysileri tercih ederim. Hatta Alaska'ya yaptığım uçuş sırasında işi biraz abartıp, güney illerimizden birinden aldığım şalvarı giymiştim. Şalvarlı kıyafetimin oldukça ilgi çektiğini de belirtmek isterim.

Yürümek konusunda da hem fikirim. Ben uçak içi yürüyüşleri tercih ederim. Uzun uçuşlarda beni görenler, hapishane avlusunda volta atan mahkuma benzetebilirler. Hatta yolcuların bana garip garip bakmasına aldırmadan bir takım kültür fizik hareketleri yapmayı da asla ihmal etmem.

Bütün bunlara ek olarak da uçuştan hemen önce aspirin içilmesini öneririm. Ben uzun-kısa her uçuştan önce mutlaka 150 mg aspirin içerim.

Aslında bütün bu öneriler doğru. Ama en doğrusu, keyifli bir arkadaşla, keyif alınacak bir noktaya uçmak. Keyif duygusuyla salgılanan hormonlar, vücudu bir çok tehlikeye karşı koruyor. İyi uçuşlar.

DÜNYANIN EN GÜZEL OTELLERİ

THE PORTOBELLO HOTEL

Adres: 22 Stanley Gardens, Londra W11 2NG

Fiyatı: 150-240 sterlin arası

Stil: Londra'nın ilk butik otellerinden biri. Birbirinden farklı 22 suiti var. Restoran 24 saat açık. Her odada kırmızı balıkların yüzdüğü akvaryum, doğa seslerini içeren CD'ler, kokulu ot yastıklar var. Tüm bunların müşterileri stresten arındırdığı öne sürülüyor. Parasına güvenenler için şampanya banyosu da hazırlanıyor.

Konukları: Kate Moss, Johnny Depp, Brad Pitt, Jack Nicholson, Naomi.

Özellik: Victoria tarzı özel banyosu olan 16 nolu odayı tercih edin.

LA SAMANNA

Adres: St. Martin, Leeward Islands

Fiyatı: 325-490 dolar arası ve yukarısı.

Stil: Yarısı Fransız yarısı Hollandalı olan adada lüks ve sakin bir köşe. La Samanna, adanın Fransız tarafında yarım ay şeklindeki muhteşem plaja yayılmış bembeyaz kulübelerden oluşuyor. Odalarda özel masaj servisi var.

Konukları: Geçmişte; Richard Nixon, Başkan John Ford ve Onassis. Şimdiyse, Diana Ross ve Robert de Niro.

Özellik: Yalın. Muhteşem kumsal ve turkuaz renkli pırıl pırıl deniz.

False