Öldürmek ve dizginlemek

Güncelleme Tarihi:

Öldürmek ve dizginlemek
Oluşturulma Tarihi: Aralık 30, 1998 00:00

Kuran'ın tüm alanlarda geçerli ilkelerinden biri de imha yerine ıslahın, yok etme yerine dizginleyerek kullanıma uygun hale getirmenin esas oluşudur.
Haberin Devamı

Üzerinde olduğumuz prensibin fert bazında ilk görünümü, nefsi öldürmeme olarak karşımıza çıkar.

Tasavvufta ‘‘insanın huy ve sıfatlarının kötü yanlarına sembol’’ olarak kullanılan nefs öldürülmez, dizginlenir, kontrol altında tutulur, yani ıslah edilir.

İslam, ilan eder ki; insanın iç kuvvetleri içinde bizatihi kötü olan yoktur. Kötülük, kuvvetin kullanımı sırasında niyet bozukluğunun ürünü olarak ortaya çıkar.

Kuran, işte bu yüzden nefs hegemonyasından kurtulmak için hayatın dışına çıkış ifade eden ruhbanlığı, manastır hayatını ve nefsi öldürerek yükselmeyi esas alan iğdişleştirmeyi reddeder. Gerçek Allah yolcusu, iç kuvvetlerini ortadan kaldırmaz; onları yeni yeni oluşların itici gücü olarak kullanmak suretiyle hayat ve olayları yönlendirir. Tasavvuftaki sulûk ve mücahede (mistik eğitim, Allah'a varış eğitimi) nefsin ıslahı, iç kuvvetlerin iyiye doğru kullanımı üzerine oturur.

Kuran'ın tebettül'den (Allah'a varmak için her şeyden kesilme) bahseden ayeti (Müzzemil, 8) indiğinde bazı sahabiler kendilerini iğdiş ettirmeye, karılarıyla bir daha yatmamaya koyuldular. Bunu duyan Tanrı Elçisi, derhal müdahale ederek Kuran'ın böyle bir şeye asla izin vermeyeceğini, tebettülü anlamada kendi hayatının örnek alınması gerektiğini belirtti.

Anlaşılan odur ki; İslam düşüncesinde ferdiyetin üniverselde eritilmesi ve ortadan kaldırılması değil, ferdiyetle üniverselin diyaloğu ve kucaklaşması esastır.

Böyle bir kucaklaşmanın varlığı ise hem insanın hem de külli varlık olan Allah'ın hayat ve kudret sahibi olmalarını gerektirir.

Kuran, bu yaklaşımını kendi esrarlı üslubu içinde verirken, şöyle diyor: ‘‘Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder.’’ (Muhammed, 7)

İnsanları uyarın!

‘‘Kalk da uyar.’’ (Müddessir 2; Şuara 214; Yûnus 2; En'am 51; Mümin 18; Nahl 2)

‘‘Oku’’ emriyle görev yüklenen benlik, gece kalkmak, sabır ve zikir gibi iç dünyayı zenginleştirmeye yönelik emirlerin ardından, ışığı insanlık dünyasına yaymak üzere harekete çağrılmıştır. Işık taşıyan benlik, elbisesine bürünüp bir köşeye çekilerek kendi çevresine koza öremez. Ayağa kalkmak ve taşıdığı değerleri insanlık dünyasının yararına sunmak zorundadır.

Uyarı işte budur. Liderlik, grupçuluk, başına adam toplamak uyarı değil, nefsi tatmin için araç bulmaya çalışmaktır. Uyarı görevini gereğince yapan, uyarının özünü kavrayanlar tarafından zaten lider konumuna getirilir. Önemli olan, nefse keyif sağlamak amacıyla uyarı yapmamaktır. Uyarı, Hak rızası ve insanlık onuru için yapılır.

Uyarı emri taşıyan ayetlerden Şuara 214, uyarının en yakın kişilerden başlatılmasını emretmektedir. En yakınını uyarmayan, başkalarını uyarmada samimi olamaz. Allah, levvâme nefse yani kendini özeleştiriye tabi tutan benliğe yemin ediyor (Bk. Kıyame, 2). Bu demektir ki, Kuran mümini eleştiriye önce kendi benliğinden başlayacak, arkasından en yakını olan insanları eleştirecektir.

Kendini ve yakınlarını uyarmayandan ışık beklemek aldanıştır.

Uyarı, sürekli bir biçimde ümit ve muştuyla yan yana olacaktır. Erdirici bir oluşta bu iki kutbun beraberliği kaçınılmazdır. Bunun içindir ki, en ideal mesaj taşıyıcılar olan peygamberlerin en önemli sıfatlarının biri nezir (uyarıcı) biri de beşir'dir (muştulayıcı). (Bk. Mâide 19; Hûd 2; A'raf 188). Kuran'a göre, ışık taşıyan benlik önce uyarır.

Dinsel anlamda imandan söz eder misiniz?

Cevap: İman, Amentü adı altında toplanan altı esasa, hür ve serbest irade ve niyetle inanmaktan ibarettir. Eğer, hayati bir engel yoksa, kalbe yerleştirilen bu imanın, dil ile de açıklanması gerekir.

Görülüyor ki, iman noktasında dinin pratikleri, yani amel imanın varlığını belirleme bakımından bir gereklilik olarak devreye girmez. İslam bilginleri bunu ‘‘amel imandan bir cüz değildir’’ formülü ile ifade ederler.

İman, kalbin kabulü olayıdır; bedenin uygulaması olayı değil. Bunun ifade ettiği anlam şudur: Bir insanın mümin (iman eden) sıfatı, onun ameldeki noksanlığı yüzünden ortadan kalkmaz. Mümin olmak için istenen, iman şartlarını gönülden benimsemektir. Bunu yapan kişi yeterince ibadet yapmasa bile, yine mümindir. Elverir ki herhangi bir inkâra sapmasın.

Bu açıdan bakıldığında, İslam dünyasının şurasında burasında, mezhep tartışmaları yüzünden birbirini imansızlık, İslam dışılık vs. ile suçlayan kişi ve grupların Kuran'a ve Hz. Muhammed'e ters düştüklerini ve kendilerine en ağır zulmü reva gördüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.

HATTIN USTALARI

Hüseyin Bin Ramazan

Hayatı hakkında tam bir bilgiye sahip bulunmadığımız hattatlardan olan Hüseyin bin Ramazan, 17. yüzyılda yaşadı. Sanatkâr, bugün İstanbul'daki Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde muhafaza edilen bu karalama albümünde sülüs yazı çeşidini kullanıyor. Hüseyin Bin Ramazan'ın karalamaları ebrularla çerçevelenmiş ve kitap şeklinde hazırlanmış olan albüm, bordo renkli deriyle ciltlenmiş.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!