Niye ÅŸizofren oldum

Güncelleme Tarihi:

Niye ÅŸizofren oldum
Oluşturulma Tarihi: Aralık 28, 2002 00:00

Serada yetiÅŸtirildim ÅŸizofrenimin sebebi buYedi yaşında, Çiftehavuzlar'daki köşkün önünde oynarken, bir ÅŸiÅŸenin içine, ‘‘Ben yalnız bir çocuÄŸum, bunu bulan lütfen beni arasın’’ diye yazıp denize atacak kadar bilincindedir yalnızlığının. Kemal Tahir'le karşılaÅŸtığında Amerikan Kız Koleji mezunu bir marksist, Vedat Türkali'nin sekreteri olarak YeÅŸilçam'a adım attığında Avrupa filmlerine hayran bir küçük burjuvadır. 30 yaşında ağır bir ÅŸizofreni krizi geçirdikten sonra neredeyse 18 yıl sürecek bir bitkisel hayatın içinde bulacaktır kendisini. Son KuÅŸlar, Ah Güzel Ä°stanbul, Cemo, Gramofon Avrat gibi önemli filmlerin senaryosuna imza atmış olan AyÅŸe Åžasa, YeÅŸilçam Günlüğü (Gelenek Yayınları) adlı kitabında, Türk sineması kadar, kendi serüveninin dönemeçlerine de ışık tutuyor. Åžasa ile tahayyül sınırlarını zorlayan bu serüveni konuÅŸtuk.Hayatınızı üç dönemde incelemek mümkün. Ama galiba en etkili ve belirleyici olan çocukluk. Çok mu travmatik geçti çocukluÄŸunuz? Sizi en çok yaralayan ÅŸeyler nelerdi?-Çok travmatikti. Bu travma, ne yazık ki ailemin iyi niyetinden kaynaklanıyordu. Hiçbir tereddüde mahal vermeden, en iyi ÅŸey olduÄŸunu düşündükleri bir dadı rejimi kurdular benim ve iki kardeÅŸimin etrafında. O dönemin modasıydı. Benim ailem BatılılaÅŸmayı çok idealize eden bir aileydi ama muhafazakár yanları da mevcuttu. Mesela, çocuklarla aralarına mesafe koymak gibi bir terbiye anlayışları vardı. Buna raÄŸmen, savaÅŸtan kaçmış hasta ruhlu kadınları bize mürebbiye olarak tutmakta tereddüt etmediler. Biz de bütün travmalara açık bir ÅŸekilde bu insanların eline kaldık. Benim açımdan tam bir korku ve ÅŸiddet dönemiydi. Ne tür bir ÅŸiddetti söz konusu olan?-Dayak vardı. Yalan söyledim diye dudağıma tentürdiyot sürüyorlardı. ÇeÅŸitli ÅŸekillerde korkutuyorlardı. Kendileri de travmaya maruz kaldıkları için, sanki bunun acısını bizden çıkartıyorlardı.Aileniz bu durumu hiç farketmiyor muydu? -Hayır, çünkü ailenin son derece faal bir sosyal hayatı vardı. Çok ihmale uÄŸradığımı hissederdim. Bugün artık kimseyi suçlamıyorum elbette ama çok vahÅŸi bir dünyada yalnız bıraktılar beni. 12 yaşıma kadar sekiz-on dadım oldu. Bu demektir ki, annemiz yerinde olan kimse devamlı deÄŸiÅŸiyordu. Çok sarsıcı bir ortamdı. Annenizle münasebetiniz nasıldı?-Annemi çok az görüyordum. Sürekli evin dışındaydı. Saf bir ÅŸekilde, insanların bana çok iyi baktığından şüphe bile etmiyordu. Etrafıma bir duvar örülmüş gibi hiç kimseye ulaÅŸamıyordum ben. Bu nedenle ilkokulda nevrotik ÅŸeyler baÅŸladı. Tahtaya kaldırırlardı, konuÅŸamazdım. Adımı ‘‘Aptal AyÅŸe’’ye çıkardılar kısa sürede. Annem bunu da farketmedi. ÇocukluÄŸum gerçekten bir kabus gibiydi. Kimisi Yahudi, kimisi Katolik, kimisi Protestan olan dadılar da ayrı bir korku kaynağıydı. Ama annem-babam Almanca öğreniyorum diye keyifleniyor, bir de üstüne piyano ve bale dersleri aldırıyorlardı. Bütün bu zorlamalar benim hassasiyetimi artırdı. MüthiÅŸ bir parçalanma yaşıyorduk hepimiz. Bunlar yetmezmiÅŸ gibi, bütün yalvarmalarıma raÄŸmen, kendimi iyi hissetmiyorum dememe raÄŸmen Amerikan Kız Koleji'ne gönderdiler. Ä°lkokuldaki ‘‘Aptal AyÅŸe’’ okulu dördüncü sırada kazanmıştı. Kolejde çok baÅŸarılıydım. Bu da ayrı bir yalnızlık kaynağı oldu. Arkasından da aileye isyan ettiÄŸim için 18 yaşında kapının önüne koydular beni. ‘‘Madem kendi fikirlerin var, git kendi hayatını kazanıp yaÅŸa’’ dediler. VEDAT TÃœRKALÄ°'NÄ°N SEKRETERÄ° Ne yaptınız peki?-Can havliyle Vitali Hakko'nun dükkanında resim yaptım. YeÅŸilçam'da Vedat Türkali'nin sekreteri oldum. SenaristliÄŸim de Türkali'nin yanında baÅŸladı zaten. YeÅŸilçam'la bu vesile ile tanıştınız peki ya marksizmle?-Amerikan Kız Koleji'nin son sınıfında sevgili Cevat Çapan'ın evine gider gelirdik. O zamanlar çok asi bir insandım ben ve bunu kanalize edecek bir yer arıyordum. Karşıma marksizm çıktı. O sırada bir oyun yazmıştım. Bu oyun, benim taşıyamayacağım ölçüde bir fırtına kopardı. ‘‘YaÅŸadığımız Odalar’’ diye avangard, naif bir ÅŸeydi. Çok sevildi. Haldun Dormen, Kenterler filan ilgilendi. Bütün bunlar, nevrotik bir insanın hayatında, paranoid ÅŸeyler baÅŸlatmaya müsait geliÅŸmelerdi. Ä°lk hezeyanlar orada baÅŸlamıştı ama bunun farkında deÄŸildim. Dikkat odağı olduÄŸum için dengem bozuldu. YeÅŸilçam nasıldı?-O dönemde Türk sineması çok horlanan bir ÅŸeydi. Sinemacılarla beraber olmak hiç makbul deÄŸildi ama Halit RefiÄŸ, Metin Erksan gibi entelektüel bir çevre de vardı. YeÅŸilçam'da da kolejli kız diye dışladılar beni. KEMAL TAHÄ°R BABAM GÄ°BÄ°Tam da bu yıllarda Kemal Tahir'le tanıştınız galiba?-Bu piyesi yazıp da ilgi odağı olduÄŸum zaman, zannediyorum Selahattin Hilav, Kemal Tahir'e götürdü beni. Ä°lk eÅŸim Atilla Tokatlı da vardı. Tanıştıktan sonra Kemal Abi o unutulmaz sözünü söyledi: ‘‘Maskaralık yaptığın sürece seni baÅŸtacı ederler ama ciddi bir ÅŸey yaparsan kimse ilgilenmez. Yolunu seç.’’ Bu, bütün hayatımı belirlemiÅŸ bir konuÅŸmadır. Kemal Tahir ve eÅŸi Semiha Hanım'ın bir tür anne-baba figürü haline geldiÄŸini söylüyorsunuz...-Evet, Kemal Abi'yi manevi babam gibi kabul ettim. Semiha Hanım da annemden daha yakındı bana. Sinema merakınız nereden geliyordu?-Sinemanın bir sanat olduÄŸunu bize Cevat Çapan öğretmiÅŸti. YeÅŸilçam ve Amerikan sineması dışında kalan Avrupa sanat filmlerini, Cevat'ın Londra'dan getirdiÄŸi dergilerde okurduk. Dünyadaki bütün avangard akımları böyle izlemeye baÅŸladım. Ä°lk kiminle temasınız oldu YeÅŸilçam'da?-Memduh Ãœn bana diyalog yazdırdı. Geçen gün Orhan Pamuk'un, Ömer Kavur'un bir filmi için yazdığı önsözü okudum. Diyor ki Orhan: ‘‘İnsan niye senaryo yazar? Ya para kazanmak ya da yönetmen olmak için. Üçüncü bir sebebi yoktur.’’ Benim üçüncü bir sebebim vardı: Çocukken bir odaya kapatırlardı bizi ve biz orada çok korkardık. Korkuyu yenmek için, benden iki yaÅŸ küçük olan kardeÅŸim Bekir'e hikáye, roman ve operet adını verdiÄŸim bazı ÅŸeyler anlatırdım. Bunlar birtakım senaryolardı. Ä°mkán olursa bunları oynamaya da kalkardım. Çünkü, hikáye kurabildiÄŸim sürece dağılmayı, parçalanmayı önleyebiliyordum. 16 yaşından sonra bu farklı bir hal aldı. Ben senaryo yazacaktım ve milyonlarca insan o senaryodan yapılacak filmi izleyecekti. AÅŸağılık duygusu, eziklik ve korku yaÅŸamış bir insan için müthiÅŸ bir iktidar tarzıydı bu. Tabii bunun karşılığında ne kadar büyük bir bedel ödeyeceÄŸimi bilmiyordum.10 SAAT SENARYO YAZARDIMAtilla Tokatlı ile evlendiÄŸinizde kaç yaşındaydınız?-18 yaşındaydım ve bir yıl sürdü bu evlilik. Yalnızlık yüzünden mi evlendiniz?-O da vardı elbette. Atilla tıpkı benim gibi çok problemli bir insandı ve o da horlanıp dışlanıyordu. Bununla bir özdeÅŸlik kurmuÅŸtum. Amacım ona yardım etmekti. Evlilik beni hayal kırıklığına uÄŸratınca, üniversite okumak için tekrar koleje dönmek istedim. Ama hikáye anlatmayı kesersem yaÅŸayamayacağımı fark ettim. Zaten senaryo yazmaya da baÅŸlamıştım. Vedat Türkali'nin senaryolarına yardım ediyordum, sansüre gönderilecek senaryoları ben yazıyordum. Siz bir taraftan da genç ve güzel kolejli bir kadınsınız ve YeÅŸilçam denilen cangılın içindesiniz...-Böyle avantajlarımın farkında deÄŸildim. Bütün nevrotikler gibi, her ÅŸeyini handikap olarak gören bir insandım. Dünyanın en çirkin, en aÅŸağılanmış, en zavallı insanı olarak algılıyordum kendimi. Atıf Yılmaz'la evlendiÄŸinizde kaç yaşındaydınız?-23-24 yaşında. ÅžiÅŸli'de çatı katında küçük bir evimiz vardı. Evin iÅŸlerini bitirdikten sonra sandık odasına girer on saat boyunca senaryo yazardım. Bu yedi-sekiz sene sürdü ve benim büyük krizimi geciktirdi. Ama senaryo yazarken de korkunç bir tedirginlik yaşıyordum. Benim yazdığım senaryoları gizli gizli Bülent Oran'a gönderip YeÅŸilçam kalıplarına uygun hale getirdiklerini çok sonra öğrendim. ŞİZOFRENÄ° KRÄ°ZÄ°Kriz gününü hatırlıyor musunuz?-Biz akÅŸamları Atıf'la Kulis'e giderdik. Bir gün oraya giderken, Atıf'ın elinden kurtulup kaçmaya baÅŸladım. CIA, KGB peÅŸimde ve beni kovalıyor diye hissediyordum. Atıf elini cebime sokmuÅŸtu, onun da elinde zehirli bir iÄŸne olduÄŸunu ve beni öldürmeye çalıştığını düşünüyordum. Tipik bir paranoyaydı. Bağırıyor muydunuz?-Hayır, Allah'a şükür hiçbir kriz anında konuÅŸabilir halde olmuyordum. Dışarıyla bütün baÄŸlantım kopuyordu çünkü. Zaten o nedenle insanlar bendeki o derin patolojiyi uzun süre farkedemediler. O akÅŸam durumda bir terslik olduÄŸunu anlayıp anneme babama haber veriyorlar. Annem-ablam ve Atıf bir yerlerde gelip beni buluyorlar. Doktorlar bir teÅŸhis koyamadı ve ‘‘atipik bir ÅŸizofren’’ olduÄŸuma karar verdiler. La Paix Hastanesi'ne yattım.18 yıl zaman zaman yoklayan ÅŸizofreni krizleriyle yaÅŸadınız? Sonra bir gün...-Bir dostumun kitap kataloÄŸunda Muhyiddin Arabi'nin ‘‘Füsûs'ul Hikem’’ kitabının kapağını gördüm. Kendimi ateist ve marksist olarak tarif ettiÄŸim halde, kitabı getirtmeye karar verdim.Ama Ä°ngilizcesi'ni...-Benim Türkiye'deki geleneksel çevrelerle hiçbir baÄŸlantım yoktu ki. Bütün BatılılaÅŸmış Türkler gibi, Batı üzerinden kendimizi öğreniyordum ben de. Biz seralarda yetiÅŸmiÅŸ insanlardık ve ÅŸizofreninin sebebi de buydu zaten. Kitabı okuyunca ne hissettiniz?-Kitap kozmik álemi anlatıyordu. Ben okumaya baÅŸlar baÅŸlamaz, ‘‘AyÅŸe bundan sonraki hayatın bambaÅŸka olacak’’ dedim kendi kendime. Nitekim öyle de oldu. Büyük bir ışık denizi açıldı önümde. Oturup ‘‘Sylvia Plath'tan Muhyiddin Arabi’’ye diye bir yazı yazdım.Neden Sylvia Plath?-Çünkü Sylvia Plath okurken birkaç kez intihara teÅŸebbüs etmiÅŸtim. O da ÅŸizofrendi ve hayatını anlatıyordu. Onu okuyunca, ‘‘Bunun sonu yok’’ dedim. Arabi ise hayatın nasıl bir armaÄŸan olduÄŸunu gösterdi bana.Profesör Nash'i aradım, mektup yazdım ama akıl oyunları’na bilhassa gitmedimAkıl Oyunları filmini izlediniz mi? Prof. John Nash'in ÅŸizofrenisi ile sizinki arasında büyük benzerlik var.-Filme özellikle gitmedim ama Prof. Nash'i ABD'de bulup telefonla konuÅŸtum. Maalesef çok iyi bir durumda deÄŸildi. Nasıl buldunuz?-Princeton'da telefon numarasını buldum, konuÅŸtuktan sonra bir de mektup yazdım. Bir yazısında, Nobel aldığını ama iyileÅŸtiÄŸinin anlaşılması için asıl ÅŸimdi eser vermesi gerektiÄŸini söylüyordu. Zaten mektubu bunun üzerine yazmıştım: ‘‘Prof. Nash, böylesi de var, sana da nasip olur inÅŸallah’’ dedim ve Amerika'daki dostlarım aracılığıya Muhyiddin Arabi'nin ‘‘Füsûs'ul Hikem’’ini kendisine gönderdim. Serüveniniz çok benziyor birbirine. O da birtakım güçlerin dünyayı ele geçireceÄŸini filan düşünüyor ve sürekli olarak onlarla mücadele ediyordu.-Bir bakıma benziyor. Muhtemelen filme de bunun için gitmedim. Ä°smet Özel'in bana büyük faydası dokunduO zamanlar Türkan Åžoray'ın eÅŸi olan Cihan Ãœnal, bir gün buraya bir kaset getirmiÅŸti. Kasete de Ä°smet Özel'den ‘‘Mataramda Tuzlu Su’’ ÅŸiirini okumuÅŸtu. O ÅŸiir beni beynimden vurdu. Bülent'e, Ä°smet Özel'le ilgili ne bulursa getirmesini söyledim. ‘‘Waldo Sen Neden Burada DeÄŸilsin’’ kitabı gelince, kitabı ÅŸizofrenlere ithaf ettiÄŸini gördüm. Bunun üzerine ben Ä°smet Özel'i bulmak için çırpınmaya baÅŸladım. Nerede bulabileceÄŸimi sormak için Sezai Karakoç'u bile aradım. Annem, ‘‘Yuvadan düşmüş kuÅŸ gibi ne çırpınıyorsun’’ dedi bir gün. Ben de ona, ‘‘Birini arıyorum, derdimi anlatacağım’’ dedim. Sonra buldum telefonunu ve aradım Ä°smet Özel'i. O da benim ismimi birlikte askerlik yaptığı Yılmaz Güney'den duymuÅŸ. Ben yaÅŸadıklarımı anlattım. Eksik olmasın, Ä°smet Özel, ertesi gün elinde kitaplarıyla geldi. Ondan sonra da iliÅŸkimiz hiç kopmadı. Bana büyük faydası dokunmuÅŸtur. Her konuda sorduÄŸum sorunun cevabını ondan almışımdır. Ayrıca beni Dergáh çevresiyle, Ezel Elverdi, Mustafa Kutlu ve Ä°smail Kara ile tanıştıran da Ä°smet Özel'dir.Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!