GeriSeyahat New York kokusuna kavuştu
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
New York kokusuna kavuştu

New York kokusuna kavuştu

New York kendine gelmeye başladı. 11 Eylül saldırısından sonra bir süre bocalayan, içine kapanan, ürken New Yorklular yine kendilerini sokaklara attılar.

Times Meydanı eski cıvıltısına kavuştu. Binlerce insan bu meydanda eskide olduğu gibi karınca misali koşturup duruyor. Bina duvarlarındaki reklamlar 11 Eylül öncesindeki gibi çok çekici ve aldatıcı. Tiyatroların, gösterilerin önündeki kuyruklar eskisi kadar uzun. Restoranlar tıklım tıklım. Barlarda insanlar omuz omuza. Yani kent eski kokularına, karmaşasına, dinamizmine yeniden kavuştu. 11 Eylül saldırısı bir başka kentin başına gelseydi, o kent bu kadar çabuk eski haline dönebilir miydi? Sanmıyorum... Zaten koşuşturmasız, karmaşasız, tek düze bir New York'a New York denebilir mi?... Bu kentte iki yıla yakın yaşadım... Döndükten sonra da her fırsatta gittim, özlem giderdim. Her gidişimde bu koca kentin bir başka yüzüyle karşılaştım. Her yerini gördüm derken, görmediğim yerlerin çokluğu karşısında şaşırıp kaldım. New York'a son gidişimde ne bekleyenim ne de bir programım vardı. Yani dileğimce, aylak aylak sokaklarda dolaştım. Bu hafta size dünyanın başkentinde aldığım notları aktaracağım. Bu notlardaki saptamalar, kesin doğru olmayabilir. Bunlar o anı yaşarken hissettiklerimin, duygularımın, yorgunluklarımın, açlıklarımın veya şaşkınlıklarımın ifadesidir.

KENTİN KOKUSU:

Her kentin bir kokusu vardır. Örneğin, İstanbul'a iyot kokusunu (yosun da denebilir) yakıştırırım. New York ise yemek kokuyor. Buna kızarmış yağ da diyebiliriz. Yemek kokularının arasında en baskını ise pizza. Hemen hemen her sokakta birkaç pizzacı olduğu için maya, domates, erimiş peynir, kızarmış sebze kokularının karışımı her tarafa siniyor. Havalandırma aletlerinin, restoranın mutfağından şavullayıp sokağa attığı bu koku, genelde yazdığım kadar masum değil. Çoğu kez midenizin bulanmasına neden olabiliyor... Çok açsanız iştahınızı kabartabilir de. Yani New York'un yağlı, yapışkan bir kokusu var. Üstünüze siniyor, uzun zaman çıkmıyor... Belki de bu yüzden insan bu kenti kolay kolay unutamıyor.

KENTİN SESİ:

New York'ta sürekli bir uğultu var. Bu uğultuyu ayrıştırırsak içinde şu seslerin bulunduğunu görürüz: Havalandırmaların uğultusu, sarı taksilerin korna sesi, polis, itfaiye ve cankurtaranların siren sesleri. Bu uğultu gece yarısına doğru biraz hafiflemekle birlikte hiç dinmiyor. Gece uğultularının içinde, siren seslerinin oranı biraz daha fazlalaşıyor.

YALNIZLIK:

Kent çok kalabalık ama insanlar çok yalnız. Metro'da kimse kimseyle konuşmuyor. Kimi kitap, kimi gazete okuyor. Kimi bir şeylerin görünmediği pencerelerden dışarıya bakıyor. Kimi de (çoğu) uyukluyor. Canı çok sıkılanlar ise kendi kendileriyle konuşuyor, şarkı söylüyor. Bu yalnızlık görüntülerine, kalabalık diğer mekánlarda da rastlanıyor. Fransız düşünür Jean Baudrillard, New York'taki yalnızlık konusunda şunları yazıyor: ‘Burada düşünen, tek başına yemek yiyen, kendi kendine konuşan insanların sayısı ürkütücü. Ama yine de bir araya gelmiyor, tersine birbirinden kaçıyorlar, dolayısıyla birbirlerine benzemeleri kuşkulu... Herkesin içinde yalnız başına yemek yiyen bir kişi, dilenen bir kişiden daha üzücü. Tek başına yemek yiyen insan ölmüştür.’

YANGIN MERDİVENLERİ:

Özellikle eski semtlerdeki (Village, Soho, Little İtaly, Tribeca) az katlı apartmanların ön yüzlerindeki yangın merdivenleri artık kentin süsüne dönüşmüş. Zig zaglar çizerek, çatıdan birinci kat hizasına kadar inen bu merdivenler rengarenk boyanmış. Fotoğrafçılara hoş görüntüler sunuyorlar. Yangın merdiveni, zihinlerde yangın yerine, New York kentini çağrıştırıyor. Seyrettiğim filmlerde bu merdivenleri, yangından kaçanların kullandığını hiç görmedim. Ya yasak aşkının kocasından kaçan bir adam, ya polisin önünden kaçarak terasa tırmanmaya çalışan bir suçlu, ya da pencereden içeriye gizlice süzülmeye çalışan bir hırsız bu merdivenlerin üstünde görüntüye girdi. Yani New York'taki yangın merdivenleriyle hep maceraya tırmanıldı.

TEMPO:

Caddelerde bir koşuşturmadır gidiyor. Herkes bir yerlere geç kalmış gibi. Falih Rıfkı bu koşuşturmayı şöyle anlatıyor: ‘Pencereden sokaktaki halkın gidiş gelişine bakıyorum; hepsinde bizim kalkmasına bir dakika kala vapura yetişme yürüyüşümüzün temposu var.’ Onları seyrederken insan yoruluyor. Öylesine bir enerji harcıyorlar ki, ertesi sabah yaşama yeniden başlayacakları konusunda şüpheye düşüyorum. Koşuşturanların elleri mutlaka dolu oluyor. Kiminde bir deri çanta, kiminde birkaç dosya, kiminde de bir anahtar tomarı. Her kapıda dört-beş kilit olduğu için, anahtar tomarının ağırlığı yarım kiloya yakın.

AYAKÜSTÜ YİYECEK:

Sokak yiyeceklerinin şahı: Hot Dog. Türkçe karşılığı biraz sevimsiz: Sıcak Köpek. Pamuk gibi sandviçin içine konan bu sosisin tadı leziz. Her köşebaşındaki seyyar arabada bulabilirsiniz. Soğan, ketçap ve hardal ile birlikte yemenizi öneririm. Tuzlu Pretzel ise New York'a özgü bir simit. En ucuza karın doyurmak için bire bir. Hele üstünde peynir erittirirseniz tadına doyum olmaz. Hot Dog satıcılarının çoğu nedense Ortadoğu kökenli. Hatta Türk satıcılara da rastlayabilirsiniz.

METRO:

New York'ta yer altı, eskisi gibi korkutucu değil. Çok gürültülü. Yaz aylarında bir fırından farksız. Anonsları anlamak mümkün değil. Gürültü ve sürücünün aksanı, söylenenleri anlamsız kılıyor. Trenlerin üstünde artık grafiti sanatının eşsiz örnekleri görünmüyor. Vagonlar ya yenilenmiş ya da boyanmış. Grafitisiz vagonlar New York metrosuna hiç yakışmıyor.

SOKAK İNSANLARI:

Dünyanın en zengin ülkesinde dünyanın en yoksul insanlarını görmek tuhaf bir ikilem. Dibe vurmuş bu insanların üstü çizilmiş, onlar artık yok sayılıyor. Tek kurtuluşları ölüm. Onlar zaten birer yaşayan ölü. Çöp kutularındaki yemek artıkları tek umutları. Onun için restoranların arka kapılarına yakın yerleri mekán tutuyorlar. İçiçe geçmiş karton kutular yatak odaları. Enis Batur kutu evleri şöyle anlatıyor: ‘Bir kutu adamın iyi durumda en az beş karton küpe gereksinmesi oluyor... Özellikle rutubete ve yağmura, rüzgara karşı yabana atılmayacak bir direnci var o kalın karton kutuların. Ustaca birleştirildiklerinde, New York sokaklarının hiç de sakin olmayan bazı sakinlerini, iri farelerle siyah kakalakları bertaraf etmeyi başaran bir sistem doğuyor.’

KÜLTÜR MOZAİĞİ:

New York dünyanın bir özeti. Her renkten her ülkeden insanı burada bulmak olası. İnsanlar geldikleri ülkeye göre kümeleşmişler. China Town'da hakim lisan Çince. Bu semtte yaşayanların, özellikle orta yaş üstündekilerin hiç biri İngilizce bilmiyor. İtalyanlar Little İtaly'de toplanmış. Sokaklarda mafya pozlarından geçilmiyor. Little Ukrayna'da 30 bin Ukraynalı, kiliseleri, lokantaları, kahveleri ile kendi içlerine kapanmışlar. Astoria'daki Little Atina'yı da Yunanlılar mesken tutmuş. Meyhanelerde bildik mezeler sunuluyor, sokaklarda bildik ezgiler yankılanıyor. Her grubun kendi manavı, kendi bakkalı, kendi kasabı var. Ayrıca her grup kendi dilini konuşmayı tercih ediyor. Onun için New York semalarında binlerce yabancı sözcük uçuşuyor.

BROOKLYN BRIDGE:

1883'te tamamlanıp Manhattan Adası ile Brooklyn semtini birbirine bağlayan bu köprü tam bir Amerikan klasiği. Araba yolunun üstünde bir de yürüme yolu var. Buradan Manhattan'ın gökdelenlerini seyretmek ayrı bir keyif. Şair Walt Whitman, araç yolunun 5,5 metre üstünden geçen bu yolda yürümekten aldığı keyifi şöyle seslendirmiş: ‘Ruhumun aldığı en iyi, en faydalı ilaç.’ İlginç New York görüntüsü peşinde koşanlara bu köprünün üstünde yürümelerini öneririm.

CENTRAL PARK:

Kentin akciğeri. Bu tanım gündüz saatleri için geçerli. Geceleri ise hala korku yuvası. Güneşli havalarda çimenlerin üstünde sere serpe uzanmış insanlar, onların arasında koşuşturan sincaplar, güvercinler, gölde mini-tekne yarıştıranlar, bisiklete binenler, koşanlar, ağaç diplerinde sevişenler, karanlıkla birlikte Central Parkı terkediyor. Gece karanlıkta nasıldır bilemem. Çünkü korkumu yenip de gidemedim. Bu park da New York'un simgelerinden biri.
False