Sinemayı seyretmek

Güncelleme Tarihi:

Sinemayı seyretmek
Oluşturulma Tarihi: Nisan 12, 2019 11:45

Ressam Can Aytekin, Riverrun’daki ‘Gelecek Program’ başlıklı sergisinde ‘Sevmek Zamanı’ gibi filmlerin belleğinde yer etmiş sahnelerini söküyor ve boyuyor. Sökülen ve akraba/aşina boyalara boyanarak yeniden kurulan bütün bir mikro-tarih bu...

Haberin Devamı

Can Aytekin geçen yıl Arter’de açtığı ‘Ev’ adlı yerleştirme işinde çocukluğunu geçirdiği evi mecazi anlamda ‘sökmüş’, binanın cephelerini, perspektiflerini, elemanlarını sergilenebilecek birer iş haline getirmiş, çoğunu da boyamıştı. Yaptığı temelde bir hatırlama işiydi ama hem hatıradakini sökerek hem de parçaları hatırlamanın renklerine boyayarak birbirinden farklı iki şey yapıyordu. Hatırlama ve bellek renkle bağdaşınca aklımıza gelen romantik sedadan çok, şu vardı o işte; hatırlama belki de renklerle belleğe geldiği kadar, hatırlananı bellekte parçalara ayırarak anlamak demekti. Biraz ‘belleğin ekranı’nda üç boyutlu bir iş yapmak gibi.

Aytekin, Riverrun’da 27 Nisan’a kadar sürecek ‘Gelecek Program’ adlı yerleştimesinde başka bir sökme- boyama işine kalkışıyor. Bu kez sinemayı, sinema mekanını, sinema filmini, hatta sinemada belli bir dönemi söküyor ve boyuyor. Koltuğuyla gişesiyle bir sinema salonunu söktüğüne, en azından sinema salonu fikrini parçalarına ayırdığına yemin etsek başımız ağrımaz. Ama yaptığı daha müphem, daha sinema seyiricisine özel bir şeye tanıklık etmek için en azından bir filmi bilmek gerek: Metin Erksan’ın ‘Sevmek Zamanı’.
Sinemanın görsel sanatlardan şu ya da bu biçimde yararlanması fikrine aşinayızdır da, görsel sanatların bir sinema filminden bu biçimde, onu sökerek yararlanması daha ender. Aytekin, ‘Sevmek Zamanı’nı belleğinde yer etmiş sahnelerine (planlarına), oyuncularına, oyuncularının duruşlarına varıncaya kadar söküyor. Bu parçaları yeniden bir araya getirmek, ‘Sevmek Zamanı’nı yeniden ‘toplamak’ -‘arabayı toplamak’ derler ya- demek, sevdiğimiz ya da sevmediğimiz, hatırladığımız ya da hatırlamadığımız bir görsel bütünü parçaları üzerinden, resimler, manzaralar ve portreler olarak da seyretmek demek aynı zamanda. Böylece ‘sinema’ aynı anda hem bölüneni barındıran hem de toplayan bir sergi salonu işlevi görüyor; hem fiziksel bir mekan olarak hem sinema filminin kendi mekansallığı içinde. Müşfik Kenter’in şu duruşunu hatırladınız mı ya da Sema Özcan’ın yağmurdan kaçmak için altına sığındığı kemeri, penceresinden baktığında gördüğü şu Sarayburnu’nu, okuduğu o Ovidius kitabını?
Aytekin başka Erksan filmlerinden de yararlanırken, bir şaşırtmaca daha yapıyor, tüm bu manzaraları kısmen Godard (Le Mepris!) renklerine boyuyor. O zaman tüm bir dönem ruhu da yeniden inşa edilmiş oluyor. Akademi, Film Arşivi, Erksan, ulusal sinema, yeni dalga vb. Sökülen ve akraba/aşina boyalara boyanarak yeniden kurulan bütün bir mikro-tarih...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!