Güncelleme Tarihi:
Viyana’da varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve hayatı boyunca iki dünya savaşının hem tanığı hem de mağduru olan yazar Stefan Zweig, ‘Mecburiyet’ adlı eserinde ‘Özgürlük mü yoksa sorumluluk mu?’ sorusunun yanıtını arıyor. Çoğunluk için belki ilk anda hiç düşünmeden yanıtı verilecek bu soru, Zweig’ın yapıtının sayfaları ilerledikçe okuru bir iç hesaplaşmaya, karakterlerini ise akıl ve çılgınlık arasında bir mücadeleye ‘mecbur’ bırakıyor.Nazilerin Yahudi entelektüellere yönelik baskısı nedeniyle 1934’te Avusturya’dan ayrılarak önce İngiltere’ye, 1940’ta ise Brezilya’ya göç eden ve ‘Avrupa’nın Hitler’e köle olduğunu’ görerek kapıldığı umutsuzlukla 1942’de eşiyle birlikte intihar edene kadar sürgün hayatı yaşayan Zweig’ın yazım aşamasında ‘Fahnenflühtige’ (Firari) olarak tasarladığı, ancak sonrasında ‘Der Zwang’ (Mecburiyet) adını verdiği eseri, büyük yazarın yaşamından da izler taşıyor. Savaş karşıtı görüşleriyle tanınan ve I. Dünya Savaşı boyunca bu görüşlerini yaymayı kendine misyon edinen Zweig’ın eserinin anafikrini oluşturan savaş karşıtlığının arkasında onun Avrupalı ve ‘dünya vatandaşı’ kimliği yatıyor. Savaşın yıkıma uğrattığı ‘eski dünya’nın değerlerinin kayboluşunu dert edinen yazar, yapıtın karakterleri Ferdinand ve eşi Paula’nın, ‘büyük makine’ olarak ifade ettiği savaşa karar veren güç karşısındaki mücadelesini konu ediniyor. Zweig, bu mücadelenin içerisinde birbirine karşı sorumluluk hisseden iki insanın ve erkekle kadının mücadelesine odaklanıyor.
I. Dünya Savaşı sırasında kimseyi öldürmek istemediği için ülkesinden kaçarak karısıyla birlikte İsviçre’ye yerleşen ressam Ferdinand, bir sabah uzun süredir korkuyla beklediği, onu askere çağıran resmi yazıyı alır. Bir postacının getirdiği ve Zürih Konsolosluğu’na gitmesi gerektiği emredilen yazıyla birlikte Ferdinand ve eşi Paula açısından hem içsel hem de karşılıklı bir mücadele başlar. Ferdinand, vatanın çağrısına uymakla karısı Paula’yı terk etmemek ikileminde kalır. Bu aynı zamanda aklıselim ile Ferdinand’ın betimlediği haliyle Avrupa’yı pençesine alan çılgınlık arasında tercih yapmak zorunda kalmanın bir mücadelesine dönüşür.
Resmi yazının kati emrinin uyandırdığı kaygılar, iç hesaplaşmalar, sorumluluk, suçluluk ve vicdan azabı nedeniyle bir çılgın gibi davranmaya başlayan Ferdinand karşısında karısı Paula, aklıselimi temsil eder. Ferdinand’ın bireyselliği, kitlesel olanın karşısında yerle yeksan olurken Paula bireyin özgürlüğünü savunur. Yazar, “Bir erkek üzerinde anavatanının mı sevdiği kadının mı gücü baskındır?” sorusunu sorarken, meselenin bu kadar yüzeysel olmadığını da açık eder. Savaş ‘erkekçe’dir ve Ferdinand da buna uymak zorundadır. Sevdiği erkeği yanında tutmak isteyen Paula’nın mücadelesi ise bir sistem sorgulamasına dönüşür. Paula, bir tek kendi için değil cephede hayatını kaybeden erkeklerin geride kalan kadınlarının da hesabını sorar.
‘Mecburiyet’ adlı eseri yayımlandıktan 14 yıl sonra kendi de sürgün hayatı yaşamak zorunda kalan Zweig eserinde, farklı ülkelerde yaşanan yıkıcı savaşlar sebebiyle göçmen ve sürgün olma halinin çok yakıcı bir soruna dönüştüğü günümüzde de güncel olan başka bir soru daha soruyor: İnsan kendini güçsüz hissettiği bir sürgün hayatı yaşarken gerçekten özgür olabilir mi? Ferdinand, İsviçre’de, savaştan çok uzak, yeşillikler içerisinde bir köyde gerçekten özgür müdür?
Vicdanının sesini dinleyerek savaşa katılmak istemeyen ama vatanına karşı kendini sorumlu da hisseden bir adamın iç dünyasına doğru ilerleyen Zweig, abartıya kaçmadan ve idealize etmeden kahramanının aklından geçenleri okura aktarıyor.
SEMRA PELEK
Mecburiyet
Stefan Zweig
Çeviren: Gülperi Sert
İş Bankası Kültür Yayınları, 2017
50 sayfa, 6 TL.