‘Bazen derin depresyonların içinde kaybediyorum kendimi’

Güncelleme Tarihi:

‘Bazen derin depresyonların içinde kaybediyorum kendimi’
Oluşturulma Tarihi: Aralık 18, 2022 07:00

Yıllardır onu tiyatroda, bağımsız filmlerde ve yüksek reytingli dizilerde izliyoruz. Magazinden uzak bir hayatı var. Ama “Sakin durduğuma bakmayın” diye uyarıyor: “Kafamın içi sürekli darmaduman diyebilirim. Konuşan o kadar çok Buğra var ki orada.” Üçüncü kitabı ‘Luna’yla karşımızda. Buğra Gülsoy’la buluşuyoruz; hayatını, evliliğini, çocuğunu ve kitabını konuşuyoruz: “Aşkın, gelip geçici bir heyecan ve elde etme dürtüsü, arzusu olduğunu düşünüyorum. Asıl kıymetli olan geçici aşkın ardından kalmayı başaran sevgi.”

Haberin Devamı

Üzerinde siyah, boğazlı kazak, elinde bir fincan filtre kahve var. Uzun zamandır tanışıyoruz; ne yaşarsa yaşasın değişmeyen, ilk günkü efendiliğini bozmayan isimlerden. Kendini “Suskun, çoğu zaman sıkıcı ama saygılı” diye tanımlıyor. Ben sıkıcı olduğuna katılmıyorum. Onunla her konuda uzun uzun konuşma imkânınız var. Sadece biraz zaman tanımanız gerekiyor. Sohbetimize şu sıralar hangi duygu halleri içinde olduğunu anlamaya çalışarak başlıyoruz.

Fotoğraf: Muhsin AKGÜN/MASTÜDYO

On parmağında on marifet olanlardansın. Yönetmenlik, yazarlık, oyunculuk... Bu ‘Ben her şeyi yaparım’ çabası mı?

Hayır, sadece ‘bunlardan keyif alıyorum’un ifadesi. Aslında bunlar her şey değiller ki. Ben mimarlık yapıp aynı zamanda biyolojiyle uğraşmıyorum. Bu yukarıda saydıklarının hepsi aynı bütünün parçaları. Yani hepsinin özü aynı kaynağa bağlı, hikâyeye. Kurgusal bir metin yaratma, onu üç boyutlu hale dönüştürme veya bizzat içinde olma hali. Hepsi aynı zincirin halkaları.

Haberin Devamı

40’lı yaşlar başladı. 30’lar nasıl geçti?

Çok hızlı. Bir ‘an’ gibi.

40’lardan beklentilerin neler?

Artık daha fazla konuşmak.

Buğra’yı hiç tanımayan birine üç kelimeyle nasıl anlatırsın?

Suskun, çoğu zaman sıkıcı, ama saygılı.

Suskun demişken; dışarıdan delirtici sakinlikte bir duruşun var... Zaman zaman bu duruşu bozan şeyler olmuyor mu?

Dışarıdan öyle görünüyor olabilir ama kafamın içi sürekli darmaduman diyebilirim. Konuşan o kadar çok Buğra var ki orada (gülüyor).

Yaptığın en çılgın hareket neydi mesela?

Dört yıl boyunca okuyup mezunu olduğum mimarlık mesleğini yapmayıp, her şeyden vazgeçip alaylı olarak tiyatro öğrenmeye çalışmak.

Eşin Nilüfer (Gürbüz) bir keresinde seni hiç kızgın görmediğini söylemişti. Nasıl böyle sinirleri alınmış gibi bir adamsın?

İçim, öfke duygusunu hayatımın hiçbir döneminde kabul etmedi. Evet, bazen sinirlenebiliyorum bir şeylere, kızgın olabiliyorum. Ama öfke bizim en dipteki, en ilkel ve bizi düşük frekanslarda tutan tehlikeli bir güdümüz. Ben özellikle bu güdüyü törpülemeye çalışmadım, bünyem kabul etmedi. Ne çocukluğumda ne gençliğimde ne de şimdi.

Haberin Devamı

Yine de ne delirtir senin gibi sakin bir adamı?

Yalan ve ikiyüzlülük.

‘Bazen derin depresyonların içinde kaybediyorum kendimi’

Senin her işin de saatli ve programlıymış. Dışarıya çıkacaksan bile bunu üç gün önceden bilmen gerekiyormuş. Hayatı bu şekilde yaşamak zor değil mi?

Çok zor. Bir alışkanlık bu. Ama artık yavaş yavaş kurtulmaya başladığım bir alışkanlık. Kafamın içindeki bazı şeyleri sıraya koymaktan vazgeçmek üzereyim. Elimden geldiği kadar akışın içinde yaşamak istiyorum artık, bunun için de çabalıyorum.

Daha dikkatliyim

Bir röportajında “Geçmişteki Buğra’ya kimseye güvenme derdim” demişsin. Ne yaşattılar sana bunu hissettirecek?

Eskiden insanlara hemen güvenip içini açan bir ben vardı. Dolayısıyla çok daha kolay kandırılabiliyordum. Ama şimdi sınavımı geçtim. Daha dikkatliyim.

Haberin Devamı

Kendinde bir özelliği değiştirecek olsan, bu ne olurdu?

Bazen derin, sonu olmayan depresyonların içinde kaybediyorum kendimi. Bu, yanımda olan insanlara negatif bir titreşim yaymama neden oluyor. Onları üzüyorum, keşke üzmesem.

Arkadaşlarının sende en rahatsız oldukları özellik ne?

Az önce dedim ya, kafamın içinde konuşan bir sürü Buğra var diye.

Evet...

İşte bazen o seslere o kadar kaptırıyorum ki kendimi, arkadaşımın konuştuklarını duymuyorum bile. Bu özelliğim çok saygısızca ama bu onları kale almadığım için değil. Zaten beni gerçekten tanıyan dostlarım böyle kabul ettiler (gülüyor).

Merhametimizi, hoşgörümüzü, içimizdeki sevgiyi yitirdik

Yeni kitabın ‘Luna’ ne anlatıyor?

Haberin Devamı

Çok da uzak olmayan bir gelecekte küresel şirketlerin, tekelinde tuttukları teknolojiler sayesinde insanoğlu üzerinde kurdukları baskı rejimini anlatıyor. Böyle bir dönemde bir yıl önce kaybettiği annesinin yasını tutan Âdem, onun bir komplo sonucu öldüğünü düşünüyor ama kimseyi buna inandıramıyor. Hurafeci damgası yiyor. Komiserlik görevinden alınıp trafik memuru yapılıyor. Bir gün genç bir kızın cesedini buluyor. Ve kimselerin haberi olmadan bu gizemli cinayeti çözmeye çalışırken hem kendisiyle hem de dünyayla ilgili binlerce yıldır üstü örtülmeye çalışılan asıl gerçekle yüzleşiyor. Hakikatin kendisiyle.

‘Bazen derin depresyonların içinde kaybediyorum kendimi’

Haberin Devamı

Bu hikâye nereden aklına geldi?

Üniversiteden beri kafamın içinde dönen bir sıkıntının kelimelere dökülmüş hali ‘Luna’. Önceki seri romanlarım Sanayi Devrimi sonrası tüm dünyaya yayılan bir karanlıktan ve bu karanlığın insanları nasıl sınıflara ayırdığından bahsediyordu. Bu kez geçmişteki bu karanlığın geleceğe uzanmış bir yansımasını anlatmak istedim. İzlediğim yolsa gerek tarih boyunca zorla içine sokulduğumuz düzenlerin gerekse de şimdi dayatılan ve adım adım gerçekleştirilen küresel yeni düzeninin tehlikelerine dikkat çekmek.

Romanda yaşadıklarımızın koca bir yanılsamadan ibaret olduğunu söylüyorsun. O halde gerçek ne sence?

O gerçeğin cevabı henüz bende yok. O kadar sınırlı bir akıl ve beden halindeyiz ki… Sadece sistemin bizi tuttuğu akıl hapishanesinden bahsetmiyorum. İnsan ırkı olarak da düşürüldüğümüzü, algı kapasitemiz ve hatta DNA’larımızla da eksiltildiğimizi düşünüyorum. Asıl gerçeği kavrayabilmemiz için, ufak bir adım da olsa ona uzanabilmek için bilincimize ulaşmamız gerekiyor. Yani aklımızdan kurtulmalıyız. Gerçeği bulabilmemiz için geçmişimizi hatırlamalıyız.

İnsanlık tarihinden mi bahsediyorsun?

Bahsettiğim şey, bize öğretilmeye çalışılan kısıtlı insanlık tarihi değil veya asla kanıtlanamayan bir evrim teorisi de değil. İnsan soyunun milyonlarca yıl önceki gerçeklerini hatırlamalıyız önce. Hatırlamak için de bu üç boyutlu, beş duyulu dünya halini unutmamız gerekiyor. Unutmamız için de farkında olmalıyız. Her şeyi sorgulamamız gerekiyor ama önce kendimizi.

‘Bazen derin depresyonların içinde kaybediyorum kendimi’

“İnsanlık olarak nasıl bir lanetin pençesine düşmüştük, nasıl bir kefaretin bedelini ödüyorduk ki çırpınması asla bitmeyecek sonsuz bir eziyete dönüşmüştü hayatlarımız” diyorsun kitapta. İnsanlık için gerçekten böyle mi hissediyorsun?

İnsanın ilkel bir çağı aşıp da yüksek bir gelişim seviyesi gösteren, sürekli yukarı çıkan bir medeniyet çizgisi halinde olduğunu düşünüyoruz hep. Bu bir yanılsama.

Neden?

Çünkü aslında insanlık olarak koca bir düşüşün içindeyiz. Merhametimizi, hoşgörümüzü, içimizdeki sevgiyi ve empati duygusunu kaybettik ve kaybetmeye de devam ediyoruz. Teknolojimizi geliştirdik, devasa yapılar inşa edebiliyoruz, daha akıllı canlılar olduk, evet. Ama her geçen gün daha da bencilleşiyoruz, daha da kibirleniyoruz, birbirimizden daha da nefret ediyoruz. Kıskanıyoruz, öfkeleniyoruz, saldırıyoruz. Ama aslında içimizde, derinlerimizde dinmeyen bir kaygı, belirsizlik var. Mutsuzluk hâkim insanlara. İçine düştüğümüz bu lanetin adı; insanlığımızı unutmamız.

Ne yapabiliriz peki?

Her şeyi aklımızla yorumlamaya çalışıp bilincimize ulaşmakta zorlanıyoruz. Bedelini ödediğimiz şeyse sorgulamayı unutan canlılara dönüştürülmemiz. En azından bunun farkına varıyor olmak bile bir başlangıç.

Yazmak aynı zamanda bir yüzleşme. Yazarken kendine dair nelerle yüzleştin?

Eskiden daha bencil, daha vurdumduymaz, egolarını sürekli dengelemeye çalışan bir Buğra vardı. Bu ilkel taraflarımı şimdi daha net görebiliyorum ve kontrolüm altında tutmaya çalışıyorum.

Ne seksi ne de yakışıklıyım

Son işindeki karakterin için kas ve baklavalar yaptın. Nasıl çalıştın?

Tolga karakterinin sadece ruh hali değil, beden hali de önemli bir ayrıntıydı. Dolayısıyla sıkı bir beslenme programına girip yoğun antrenmanlarla karakteri elimden geldiği kadar olması gereken fiziki yapıya çekmeye çalıştım.

Baklavalarını sevdin mi? Spora devam ediyor musun?

Spor yapmaya devam ediyorum. Sıkı beslenme programına gelince, ona da kısa bir ara veriyorum sonra tekrardan başlatıyorum.

Seni yeni halinle çok seksi bulanlar oldu. 40’ından sonra yakışıklıdan daha seksiye evrilmek nasılmış?

Kendimi ne seksi ne de yakışıklı bulurum. Ama ilk kez bu beden haline bürününce yeni fiziğimi sevmeye başlamıştım. Ama sonrasında bunun bir ego yükselmesi olduğunu anladım.

 Şöhret gelip geçici, yapay bir ego hali

Ankaralısın. Nasıl anlatırsın Ankaralı olmayı?

Yaramazlık içinde, sokakların arasında geçen hareketli bir çocukluk dönemi. Ezberci ve kısıtlı eğitim anlayışını sorgulayan ve bundan hiç hazzetmeyen bir liseli dönemi. Ama genel anlamında Ankara benim için sakinlik, dinginlik, uzun ve rahat bir nefes demek.

Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde mimarlık okumuşsun. O dönem Kıbrıs Devlet Tiyatrosu’nda başlıyorsun oyunculuğa… Neydi bu meslekte aklını, kalbini çelen?

Kendimi çizim masası üstünde değil,  sahne üstünde daha iyi ve özgürce var edebileceğimi hissetmemdir aslında. Mimarlığı severek okudum, o da bir yaratım sanatı. Ama istediğim, sınırları olmayan bir Buğra’yı tiyatronun içinde keşfetme, bulma gayretiydi.

Seni ilk 2008’de ekranda gördük. 14 yıl geçti. Bu süreçte oyunculuk dünyasında sence neler değişti?

İnsanlık olarak bir düşüşün içindeyiz. Bu bizim sektör için de geçerli haliyle, her sektör gibi. Artık insanlar çok daha rahat birbirinin gözlerinin içine bakarak yalan söyleyebiliyor, hiç tutmayacakları sözler verebiliyor. Her şey, herkes artık daha güvenilmez, daha samimiyetsiz.

Şöhretle ilişkin zaman içinde nasıl şekil aldı?

Hiçbir zaman değişmedi. Şöhret gelip geçici, yapay bir ego hali. Amacım sadece çok sevdiğim mesleğimi, oyunculuğu yapmak oldu hep, öyle de olmaya devam edecek.

Ünlü olmanın en zor yanı ne?

İnsanların ekranlarda bir karaktere bürünmüş gördükleri seni gerçek sen sanması illüzyonu.

Amacım oğluma baskı kurmak değil, ona sevgi bırakmak

Âşık olan ve aşkı anlatan karakterleri çok canlandırdın. Aşk sana ne ifade ediyor?

Gelip geçici bir heyecan ve elde etme dürtüsü, arzusu olduğunu düşünüyorum. Asıl kıymetli olan geçici aşkın ardından kalmayı başaran sevgi. 

Eşinle dört yıl önce evlendin. Bu süreçte evlilik neleri değiştirdi?

Değişen tek şey aramıza Cem’in dahil olması (gülüyor).

Eşine olan aşkını nasıl anlatırsın?

Sevgi, minnet, kıymet ve yol arkadaşı.

Oğlunuz Cem 3.5 yaşında. O büyüdükçe, yaş aldıkça babalığın üzerinde etkileri neler oluyor?

Büyüdükçe babasına karşı olan dikkati daha da çoğaldı. Amacım onun üzerinde bir baskı kurmak ya da etki bırakmak da değil. Ona sevgi bırakmak sadece.

‘Bazen derin depresyonların içinde kaybediyorum kendimi’

Gülsoy, Nilüfer Gürbüz’le evli. Oğulları Cem 3.5 yaşında.

Ben de lisede uygulamadan biriyle yazışıp buluştum, sevgili olduk

 ‘Dünyayla Benim Aramda’nın ilk bölümünde karakterini tanımlayan “Hayatımda gördüğüm en çekici adam, ateş gibi” diye bir söz vardı. Gerçekten tutkulu ve ateşli bir yanın var mı?

Valla yok Hakan (gülüyor). Senaryo ilk geldiğinde bu repliği okuyup ‘Ee, bu ben değilim, nasıl olacak’ diye sorduğumu hatırlıyorum kendime.

Dizide bir oyuncuyu ve onun iniş çıkışlı dünyasını anlatıyordun. Sen de oyunculukla ilgili  benzer sıkışmışlıklar yaşadın mı?

Tolga kadar uç örnekler olmasa da inişli çıkışlı ruh halleri yaşadım. Tolga sürekli aynı rolleri ve hikâyeleri seçmiş, bu yüzden o sıkışıklığı yaşıyor. Ben elimden geldiği kadar kendimi tekrar etmemeye gayret ediyorum.

İlişkiler üzerine birçok şey söylüyordu hikâye… Karakterin de sadece mesajlarla kendine ve ruhuna dokunan birine âşık oluyordu örneğin. Sence sadece yazışarak aşk olur mu?

Bir iletişim başlayabilir, yalnızlığın verdiği sahte bir umutla bir ilgi de başlayabilir. Ama hiçbir aşk biçimi, varlıklarını birbirlerinin yanlarında hissetmeden, göz gözün içine bakmadan mümkün değil diye düşünüyorum.

Bugüne kadar bir hayranınla duygusal anlamda mesajlaştığın veya konuştuğun oldu mu?

Hayır. Ama lise son sınıfta ‘ICQ’ diye bir uygulama vardı. Ankara’daydım. O uygulamadan biriyle yazışıp buluştum. Ve hatta bir sevgililik durumumuz olmuştu. Uzun sürmedi tabii.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!