Asmalımescit’te “son”bahar

Güncelleme Tarihi:

Asmalımescit’te “son”bahar
Oluşturulma Tarihi: Kasım 14, 2011 00:00

Asmalımescit, Beyoğlu’nda Tünel’e doğru, daracık sokaklardan oluşmuş bir semt. Önceleri İstanbul’a çeşitli nedenlerle gelmiş yabancıların oturduğu bu bohem sokaklara sonra tinerciler, üçkağıtçılar, eşcinseller, hayat kadınları, toplumda üstüne çizik atılmış kişiler sığınmış. Karanlık dönem Refik Aslan’ın meyhanesiyle aydınlanmaya başlamış. Pırıl pırıl olmuş, İstanbul’un en yaşam dolu semtine dönüşmüş. Ta ki, birisi, Ramazanda buradan geçen bir devlet büyüğüne kadeh kaldırıncaya kadar. Ondan sonra semtin idam fermanı imzalanmış. Bu hafta size bu semti anlatmaya çalışacağım.

Burnumuzun dibindeki gezileri nedense hep erteleriz. Veya sıklıkla oralarda dolaşmamıza rağmen, gördüklerimizi okuyucularla paylaşmayı ihmal ederiz. İstanbul’un, dünyanın en güzel, en önemli, en eski, en eğlenceli, en renkli kent olduğunu hep unuturuz. Ta ki yabancı bir gazete ve dergi yazıncaya kadar. Dünyanın dört bir yanında yaşayanlar, İstanbul’dan haberdar olurken, biz nedense pek önem vermeyiz.
Bu hafta, “kaldırımlardan kaldırılan masaları” bahane ederek, sizleri Beyoğlu’nun en renkli semtlerinden biri olan Asmalımescit’te götüreceğim. Orada son günlerde neler oluyor, geçmişinde neler olmuştu, kim ne yazıp söylemişti, güneşin giremediği sokaklara şimdi kimler giriyor? Birlikte bu soruların yanıtını arayacağız.
Geçmişe gitmeden önce, son günlerde Asmalımescit’te olanları, bu sokakta doğmuş büyümüş, eski bir kabadayıdan dinleyelim. Tabii onun lügatindeki kelimelerle. Adını söylemedi, sadece bir bardak rakı ısmarlamamı rica etti. Büyük bir yudum alıp anlatmaya başladı: “Belediye Reisi yukarıdan paparayı yiyince, semtimizdeki eğlenceye limon sıktı. Neymiş efendim, üvertür yapılan masalar sokakları kaplıyormuş, her taraf sardalye istifine dönüyormuş, istimi kaçırıp matiz olanlar, manyayanlar masalara çarpınca festival çıkıyormuş.
Bunların hepsi katakofti. Burada bunca yıldır bir iskeleye bağlanıp fener söndürülür ama hiç büyük hır çıktığı, kimsenin morto olduğu görülmemiştir. Dedim ya papara büyük yerden. Ramazanda kaldırsan mefkuteler bayrak açacak. En iyisi, sokaklar yürünmez hale geldi bahanesi.
Neyse, zabıta sokaklara bodoslama daldı. Fırsatı yakaladılar ya, pandomima kopardılar, polim yaptılar, racon kestiler. Amaçları, esnafın mostrasını bozmaktı. Kapıların önündeki masaları, sanki aşıramento malıymış gibi metazori topladılar. Tahtabozlar zabıtalara hiç karışmadı, kenardan seyrettiler. Mekan kapılarında bekleyen aslan gibi algarinalar da bir şey yapmadı. Bu arada işgaliyesini ödeyen semtin bonfilesi esnafın bile göz yaşına bakmadılar. Sinirlerine hakim olmayan bazı esnaf, papaza kızıp oruç bozdu, kendi malını kırdı döktü.
Caddeye çıkıp, beraber yürüdüler, bağırdılar çağırdılar, mallarını geri istediler. Bazı işletmeciler, çatlak ses çıkartıp diğerlerine zifos attı. Birkaç gün sonra toplanan masa ve iskemleler geri verildi ama çoğu artık salçalık olmuştu.
Masalar kalkınca, esnaf pusulayı şaşırdı. Tabii ki yaz sıcağında işler stop etti. Mekanların gradosu düştü. Şimdi Asmalımescit’te ortalık süt liman. Sokaklar sessiz. Gece yarısı bir iki tango görüyorum sadece. Onlar gece emekçileri, meyhanelerle işleri pek olmaz. Vizitelerini toka edenlerle, yakın otellerde mesleklerini şipşak icra ederler.
Kimse merak etmesin, bu sokaklarda eğlence bitmez, rakı kokusu eksik olmaz. Bu da gelir geçer.”
Beyoğlu’nun kalbi Asmalımescit’te olanların özeti böyle. Bakalım semtin geçmişi nasılmış?

FİKRET ADİL ANLATIYOR

Adını, 2’nci Beyazid döneminde, Tershane-i Amire Kalafatçıbaşısı Yunus Ağa’nın inşa ettirdiği Asma Mescidi’nden almış. Ara sokaklarda uzun yıllar, pulu eksik tavlalarla kumar oynanmış, esrarlı sigaralar sarılmış, destesi yırtık kağıtlarla üç kağıtlar çevrilmiş, kadınlar pazarlanmış.
Fikret Adil, Asmalımescit’in portresini, 1933’te basılan “Asmalımescit 74” adlı kitabında şöyle anlatmış: “Macera peşinde vatanını bırakan, hudut dışına sürülen, yayan devri aleme çıkan ecnebiler, barlarda çalışan bütün artistler Asmalımescit’te oturur. Dünyanın her köşesinden gelmiş, ekserisinin milliyetleri ancak pasaportlarında -eğer varsa- yazılı bu insanların etrafında, gene ecnebi fakat en aşağı 20 yıldır Asmalımescit’e yerleşmiş bir gurup daha vardır. Bunlar artist acenteliği, tefecilik, pansiyonculuk ve kadın tellallığı ile geçinir. Her lisanı konuşur ama hiç birisini okuyup yazmazlar. Sadece Türkçe imzalarını atmayı bilirler ve zabıtadan tanıdıkları çoktur... Marsilyalı bir ‘souteneur’, Napolili bir ‘lazzarone’, Şikagolu bir ‘ganster’ kendini Asmalımescit’te yabancı saymaz.”
‘Asmalımescit 74”, bir semti anlatan rehber kitap değildir. Ama okuduğunuz zaman bu semtin güneş görmeyen sokaklarını, amonyak kokan köşe başlarını, üst katlardan görünen titrek ışıklı, 25 mumluk lambalarını hemen gözünüzün önüne getirebilirsiniz. Çünkü Fikret Adil, bu semtin ruhunu kavramış bir yazardır. Kavramasaydı bu sokakların gecelerini şöyle anlatabilir miydi: “İnsan buradaki evlerden birisinde oturursa, geceleri uyuyamaz. Çünkü Asmalımescit’in nabızları gibi, mütemadi topuk sesleri, sofalarda, bitişik evlerde dolaşır, her an odanızın önünde birisinin nefes aldığını zannedersiniz. Sabaha karşı da uyumak mümkün değildir. Bu saatlerde artistler işlerinden döner, ekserisi içmiştir yüksek sesle konuşur, beraberinde getirdiği adamlarla ‘daha içelim, yatmayalım’ diye münakaşa eder, gramofon çalar. Bütün bunlara sokaktan geçmeye başlayan simitçi, zerzavatçı, sütçü naraları, tramvay dandanları karışır. Asmalımescit’te insan, ancak oraya yerleştikten bir hafta sonra ve sabah sekiz ile onaltı arası uyuyabilir.”

ANTİKA SEMTTEKİ ANTİKACILAR

İstanbul’u en iyi bilenlerden Murat Belge “İstanbul Gezi Rehberi” adlı kitabında Asmalımescit’e şu satırları ayırır: “Şimdilerde Yakup’un meyhanesinin bulunduğu binada, Levanten Mizzi’nin İngilizce ve Fransızca yayımladığı The Levant Herald gazetesi çıkardı. Aynı sırada köşedeki bina, ünlü opera bestecisi Donizetti’nin kardeşi, İstanbul Saray Mızıka-i Hümayunu’nu kuran, şefliğini yapan, Osmanlılar’a marşlar besteleyen Donizetti Paşa’nın evi idi. Antikacılığın sosyete mesleği haline gelip, İstanbul’un dört bir yanına yayılmasından önceki dönemlerde, Asmalımescit antikacı dükkanlarının bulunduğu bir sokaktı. ‘En yaldızlı paşa konağı mobilyaları’ ile en süslü avizeler bu sokakta satılırdı. Sonra pek bir perişan hale geldi. Fakat her zaman bir özelliği oldu. Asmalımescit’in iki yanına dizili binaların bodrum katlarındaki ‘hanımlı ve de bazen sazlı efkar meyhaneleri’ İstanbul’un özelliklerinden biriydi.”
Asmalımescit’teki neşeli akşamlar hiç eksik olmamıştır. Örneğin yüzyıl önce yazılanlara göz attığınızda, kaldırımlara masa atılmasının çok eski bir gelenek olduğu görülür. Hatta bu masalar yola öylesine yayılırlardı ki, bazıları tramvayları çeken atların kuyruk sallaması ile devrilir, sakız rakısına eşlik eden mezeler etrafa saçılırdı.
Antikacıların kapanmasından sonra ışıkları da sönen semt, uzun süre bitirimlerin, esrarkeşlerin, evsizlerin, dibe vurmuşların sığınağı olmuştu.

SEMTTE YANAN İLK IŞIK

Asmalımescit’te ilk ışığı yakan, geçenlerde aramızdan ayrılan Refik Aslan oldu. Babasının hafız olmasını istediği Hemşinli Refik, 14 yaşında geldiği İstanbul’da bir çok meyhanede piştikten sonra, 1957 yılında Asmalımescit’te, Sofyalı sokakta kendi meyhanesini açtı. Uzun yıllar edebiyat ve sanat çevresinin devam ettiği bohem meyhanesi “Refik Restoran”, Asmalımescit’te başka ışıkların da yanmasına neden oldu. Çevresinde bulunan iplikçi, kahvehane, çerçeveci, kasap dükkanları yerlerini barlara ve içkili lokantalara bıraktı.
60’lı yıllarda Asmalımescit’teki bir başka ilginç lokanta da Tuna Lokantası idi. O dönemde dağıtılan el ilanlarında, lokantanın özellikleri şöyle sıralanıyordu: “Nefis yemekleri, zengin tabldot ve bol mezesi, taze birasıyla meşhur Beyoğlu’nun en ucuz lokantası... Bir tecrübe ile istifadenizin ne kadar büyük olduğunu görmelisiniz.” Meyhane iki bölümden oluşurdu. Girişteki bölümde içki içilir, arkadaki bölümde ise kumar oynanırdı.
Asmalımescit’in bir diğer simgesi ise “Yakup Restoran”dı. Neredeyse tüm sanatçıların, gazetecilerin, yazarların, öğretim üyelerinin, avukatların ve meslekli mesleksiz tüm içki severlerin kadeh kaldırdığı bu mekanın kurucusu, Refik Aslan’ın yeğeni Yakup Aslan’dı. Kapanma saatinde müşterileri, “Haydi beyler, yay vaziyetleri” diye uyaran Yakup, hâlâ Asmalımescit’in en önemli siması ve simgesi.

ASMALIMESCİT BİR ŞENLİKTİR BU ŞENLİĞİ YAŞATMALIYIZ

Asmalımescit, 1980’lerin sonunda çevrede açılan oteller, restoranlar, meyhaneler, barlarla bir anda eğlencenin merkezi oldu. Şenlik alanına döndü. Her sınıftan insan oturacak bir masa buldu, klarnet ve darbuka nağmelerinin yanı sıra caz şarkıları da sokakları neşelendirdi. Kalabalıklar, biraz da sigara yasağının etkisiyle mekanlara sığmadı, sokaklara taştı.
Bu neşe ve eğlence birilerini rahatsız etti. Yazının başındaki eski kabadayının dediği gibi belediye keyfin içine “limon sıktı”. Şimdi Asmalımescit başlangıcındaki sessizliğe büründü. Mekan sahipleri önceleri “Ramazandan sonra yasak gevşer” diyordu. Şeker Bayramı geçti, Kurban Bayramı geliyor... Esnaf, belediyenin yerine getirilmesi neredeyse imkansız olan şartlarını görünce umutlarını yitirdi. Yüzlerce kişi işsiz kaldı. Böyle giderse Asmalımescit yıllar öncesi karanlık günlerine geri dönecek.
Ama mücadele sadece onlara bırakılmamalı. Bu sokağı sevenler, bu sokakta anıları olanlar da mücadeleye omuz vermeli. Sokakları terk etme yerine akşamları yine orada yer almalı, kaldırımlara oturmalı, mekanlara maddi, manevi destek vermeli. Birisi, arabası ve eşiyle oradan geçen bir büyüğe kadeh kaldırdı diye bir semtin yok edilmesi, sanırım bu dayanışma ile kurtulur.
Yoksa, Refik Alan’ın yaktığı ışık, bir daha yanmamak üzere söner. Bu ışığı söndürenler de, gelecek kuşaklar tarafından lanetle anılır.
Eğer İstanbul’da yaşıyorsanız veya İstanbul’a gezmeye geldiyseniz, bu şenlikli semte giderseniz ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!