GeriSeyahat Kayalar, kaleler, köprüler, minareler şehri: Hasankeyf
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kayalar, kaleler, köprüler, minareler şehri: Hasankeyf

Kayalar, kaleler, köprüler, minareler şehri: Hasankeyf

Hasankeyf, doğal, tarihi ve mimari özellikleriyle, Anadolu’daki birçok ören yerinden, örneğin Doğu Roma kalıntılarından çok farklı; arkeoloji deyimiyle ‘unique’ (eşsiz!) bir yerleşim. Ayrıca Hasankeyf'teki yapıların dokusu, uzun yıllar su altında kalmaya mermer gibi dayanıklı değil. Kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış Hasankeyf bugün sular altında kalmak için keyifsiz bir bekleyiş içinde...

Hasankeyf, Dicle üzerinde küçük bir ilçe. Daha önce Mardin’e bağlı iken şimdi -1990’da il olan- Batman’a bağlı. Birkaç bin nüfusu var; küçük, sessiz, sakin bir kasaba. Ama sadece kendi yakın coğrafyasının, Güneydoğu’nun değil, bütün Anadolu’nun en ilginç yerleşimlerinden biri.

Tarihi, bölgede yapılan kazı bulgularına göre 9 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Çevresinde binlerce mağara var. Üzerinde kurulduğu kaya yapısı, bir yandan bu doğal mağaraları oluştururken, bir yandan da farklı tarihlerde insanlar birbiriyle yarışan kaleler, köprüler, camiler, türbeler, külliyeler, hamamlar yapmış.

Kayalar, kaleler, köprüler, minareler şehri: Hasankeyf

Şehrin ismi de bu doğal dokunun hemen göze çarpan etkisinden geliyor. Hasankeyf, karşıdan baktığınızda gerçekten bir ‘Kaya Şehir’ ya da ‘Kayalar Şehri!..’ Arami dilinde ‘kaya’ anlamına gelen ve beldenin adı olan ‘kefa’ sözcüğü, daha sonra çeşitli dönemlerde de benzer anlamda kullanılmış; Romalılar ‘Castrom Kapa’ demişler, Araplar aynı anlama gelmek üzere, Hısn-ı Kayfa. Kaya-Kale anlamına gelen bu isim, zamanla halk dilinde Hasankeyf olmuş.

Hasankeyf'te kavimler geçidi

Dicle üzerinde önemli bir geçit olan Hasankeyf, tarih içinde nice savaşa tanıklık etmiş. Sasaniler, Romalılar, Süryaniler, Araplar, Artuklu Türkler, Eyyubi Kürtler, Moğollar, Akkoyunlular ve nihayet Osmanlılar hüküm sürmüşler bu kayalar şehrinde...

Kayalar, kaleler, köprüler, minareler şehri: Hasankeyf

Kayalar, kaleler, köprüler, minareler şehri: Hasankeyf

Bütün bu farklı yönetimlerin bugünkü Hasankeyf’te izleri kalmış. Örneğin, ‘Yukarı Şehir’ denilen İç Kale’de Urartu ve Roma’ya kadar giden yapı izleri var. Bugün sadece ayakları kalmış bulunan tarihi köprü ile İç Kale’deki Büyük ve Küçük Saray, Ulu Cami, hamamlar Artukluların, Sultan Süleyman Camii, Koç ve El Rızk camileri Eyyubilerin, ilginç mimarisi ve süslemeleriyle Zeynelbey Türbesi Akkoyunluların eseri.

Müslüman Arapların şehri kuşattığı H. 651 yılında şehit düşen ve Hz. Muhammet’in yakını olduğu kabul edilen İmam Abdullah Türbesi de Artuklular tarafından inşa edilmiş; Eyyubiler döneminde de bakım görmüş, onarılmış.

Sadece Moğollar, işgal ettikleri zaman görkemli bir şehir olan Hasankeyf’e yeni bir eser yapmadıkları gibi, şehri tahrip etmişler, yakıp yıkmışlar. Onların tahribatını daha sonra Eyyubiler gidermeye çalışmış. Bir de Osmanlılar, şehre zarar vermemekle birlikte, onarmaya, imar etmeye de kalkmamış, yeni ve önemli bir eser bırakmamışlar. Böylece Hasankeyf, Dicle kıyısında, binlerce yıllık tarihi mirasın haklı özgüveniyle zamanın ve insanların tahribatına karşı -kendi olanaklarıyla- ayakta durmaya çalışmış, durmuş.

Kayalar, kaleler, köprüler, minareler şehri: Hasankeyf

Hasankeyf'te buruk bekleyiş

Bugün, Güneydoğu’nun bu kadim şehri içeride de, dışarıda da haklı bir ilginin ve önemli bir tartışmanın odağında yer alıyor. Hasankeyf, inşası sürmekte olan Ilısu Barajı’nın havzasında yer alıyor; barajın su tutmasıyla birlikte ‘Yukarı Şehir’ dışında kalan tüm tarihi eserler ve eski yerleşim yerleri su altında kalacak. Bu nedenle, Dünya Kültür Mirası görevlileri Hasankeyf’i ‘tehlike altında’ olarak dünyaya duyurdu. Hasankeyf halkı -yediden yetmişe- keyifsiz, buruk, hüzünlü bir bekleyiş içinde. Birkaç hafta önce Batman’da katıldığım bir konferans sırasında bu burukluğa bir kez daha tanık oldum.

1960’larda başlayan GAP yatırımları kapsamında planlanan Ilısu Barajı Projesi 80’li yıllarda tamamlanmış ve 1997’de ihale edilmiş. Çeyrek yüzyıldır da barajın Hasankeyf’e vereceği zarar tartışılıyor. Bölge halkı, yerel yönetimler, arkeoloji uzmanları, kültür ve çevre duyarlığı olan gönüllüler, projede değişiklik yapılmasını, su seviyesinin düşürülmesini ve böylelikle Hasankeyf’in sular altında kalmaktan kurtarılmasını savunuyor. Bu tezi, -devlet yönetiminde bulunduğum sürede de- hep inanarak savundum. Çünkü Hasankeyf, doğal, tarihi ve mimari özellikleriyle, Anadolu’daki birçok ören yerinden, örneğin Doğu Roma kalıntılarından çok farklı; arkeoloji deyimiyle ‘unique’ (eşsiz!) bir yerleşim. Ayrıca yapıların dokusu, uzun yıllar su altında kalmaya mermer gibi dayanıklı değil. Bazı bilimciler, suların yükselmesinin Yukarı Şehrin üstünde bulunduğu kaya dokusuna bile zarar vereceğini, zamanla parçalanmaya neden olacağını savunuyor.

Ancak projenin sahibi ve yürütücüsü su ve enerji konularından ‘sorumlu ve yetkili’ yatırımcı kamu birimleri bu yakınmalara hak ve kulak vermiyor, projeyi değiştirmeye yaklaşmıyorlar. Buna karşılık, baraj havzasında çok sayıda yüzey araştırması ve arkeolojik kazıya destek oluyor, Hasankeyf çevresinde yeni bir yerleşim yeri, kamu binaları ve konutlar yapıyorlar. Taşınabilir eserleri bu yeni şehirde sergilemeyi öneriyorlar. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından henüz teslim alınmayan büyük bir müze binası bile yaptılar.

Kayalar, kaleler, köprüler, minareler şehri: Hasankeyf

Tarih Hasankeyf’te direniyor

Bütün bu hay-ı huy içinde, yatırımcıların baskısı ile kendi alanını koruma kaygısı ikileminde kalan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Hasankeyf’in su altında bırakılması tehlikesine karşı önlem olarak bölgedeki tüm tarihi eserlerin envanterini çıkarıyor, tespitini, belgelemesini yapıyor; taşınabilmesi ya da bulunduğu yerde korunabilmesi hakkında araştırmalar, bilimsel çalışmalar sürdürüyor. Tabii, kültür varlıklarının korunmasından sorumlu bakanlığın tüm kadrolarıyla -en azından benim tanık olduğum dönemde- asıl/içten dileği, baraj projesinin değiştirilmesi ve Hasankeyf’in daha görkemli biçimde, tüm tarihsel ve doğal dokusuyla yerinde korunabilmesi...

Castrom Kapa/ Hısn-ı Kayfa/ Hasankeyf şu günlerde, bu kez silahsız, sessiz bir savaşa tanıklık ediyor. Uygarlığı, sadece yol, baraj, beton sananlarla, uygarlığın önce tarihe, doğaya sahip çıkmak ve öteki adımları bunları koruyarak atmak olduğunu savunanlar arasında bir medeniyet/ zihniyet savaşına...
Umarım ve dilerim, bu savaşın sonunda kazanan Hasankeyf olsun; kurtulsun, kadim medeniyetlerin izleri kaybolmasın.

False