GeriSeyahat Işık
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Işık

Işık

Herşeyden evvel, ışık! İstanbul'da en büyük zevklerimden biri Galata köprüsünden güneşin doğuşunu ve batışını seyretmekti. Şafak vaktinde, sonbaharda, Haliç hemen daima ince bir sis tabakasıyla örtülüdür; şehir, bir oyunun hazırlıklarını gizlemek için sahnenin üzerine gerilen beyaz tüllerin arasından görüldüğü gibi, sisin arkasından hayal meyal görülür. Üsküdar tamamen sis altındadır, ancak tepelerinin karanlık ve belli belirsiz şekilleri seçilir. Köprü ve deniz kenarları ıssızdır, İstanbul uyur; yalnızlık ve sessizlikle manzara daha da debdebeli görünür. Gökyüzü Üsküdar tepelerinin arkasından yaldızlanmaya başlar. Bu ışıklı şeridin üzerinde, büyük mezarlığın selvileri, tepelere dizilmiş devler ordusu gibi, bir bir, kara kara, açık açık ortaya çıkar ve Altınboynuz'un bir başından öteki başına, yeniden doğan muhteşem şehrin ilk titremesi gibi, bir ışık ürpertisi geçer. Sonra, Asya yakasındaki selvilerin gerisinden ateşten bir göz yükselir ve aynı anda Ayasofya'nın dört minaresinin beyaz tepeleri pembeye boyanır. Birkaç saniye içinde, Haliç'in nihayetine kadar, tepeden tepeye, camidan camiye, birbiri arkasına bütün minareler kıpkırmızı bir renk alır, birbiri arkasına bütün kubbeler gümüşlenir, gül rengi setten sete iner, aydınlık büyür, sis örtüsü kalkar ve İstanbul, tepelerde pespembe ve pırıl pırıl, sahillerde mavimsi ve morumsu, zarif ve taptaze, olduğu gibi gözükür; sulardan çıkıyormuş gibi olur. Güneş yükseldikçe, ilk renklerin nefâseti büyük bir aydınlığın içinde erir ve herşey akşama kadar ışığın beyazlığıyla örtülmüş gibi kalır. İşte o zaman ilâhî manzara tekrar başlar. Hava, Kadıköy'ün son tepesinin uzak ağaçları tek tek görülecek kadar berraktır. İstanbul'un bütün büyük çizgileri semada öyle berrak hatlarla ve öyle kuvvetli renklerle ortaya çıkar ki, Sarayburnu'ndan Eyüp mezarlığına kadar, zirve zirve, bütün minareler, bütün kuleler, tepeleri taçlandıran bütün selviler sayılabilir. Altınboynuz ile Boğaz fevkalâde bir çivit rengine girer; doğuda ametist renginde olan gökyüzü, ufku, kâinatın yaratıldığı ilk günü düşündüren sayısız yakut pırıltılarıyla boyayarak İstanbul'un arkasında tutuşur; İstanbul karanlıklaşır, Galata yaldızlanır ve batan güneşin vurduğu Üsküdar, yanıyormuş gibi duran pencereleriyle parlayarak alev almış bir şehre benzer. Bu, İstanbul'u seyretmek için en güzel andır. Peşpeşe geçen son derece tatlı renkler, soluk altın, gül ve leylâk renkleri, şehrin kâh şu tarafına kâh bu tarafına bir güzellik üstünlüğü verip alarak ve manzaranın kendisini gün ortasında göstermeye cesaret edemeyen binlerce ufak tefek ve mahçup zerafetini meydana çıkararak yamaçlarda ve suların üstünde titreşip kaçar. Gölgeli vadilerde kaybolmuş hüzünlü büyük mahalleler, tepelerde gülen erguvan renkli küçük kasabalar, hayatı sönmüş gibi hareketsiz duran şehirler ve köyler, yangında boğulmuş gibi birden ölen, ölü zannedilirken ateş içinde birden dirilen ve güneşin son ışığında birkaç saniye daha şenlik eden başka şehirler ve köyler görülür. Sonra, Asya yakasında pırıl pırıl parlayan iki tepeden başka bir şey kalmaz artık: Bulgurlu tepesi ve Marmara'nın girişini koruyan burun.(...)

(İstanbul 1874. Türk Tarih Kurumu Yayınları. 1993)

False