YAZGÜNLÜKLERİ (4) Yaz bitiyor. Dün akşam Ankara'ya yağmur yağdı. Yağmurun benim sözlüğümdeki karşılığı nedense hüzün ve sıkıntıdır . Birçok kişi için de öyledir herhalde. Bundandır bu yazıyı dün gece yazmaya başladığımda ortaya çok "hüzünlü" bir metin çıktığını gördüm...Kestanecilerden, yazla beraber biten başka şeylerden bahsediyordum. Oysa ki şu anda hiç de öyle bir ruh hali içinde değilim. Dün gece de değildim. Ama yağmur ve gece, ikisi beraber tehlikelidir bunların. Kendinizi vasat şairlerin kitaplarının arkasına bastıkları fotoğraflardaki gibi buğulu gözlerle buluverirsiniz birden. Ben de yazdığım üç paragrafı bir anda sildim. Bilgisayarı kapattım ve sabahı bekledim.Güneşin yüzünü görmek beni rahatlattı. Yazın bitmesine daha biraz daha var diye düşündüm. Bana göre yaz Eylül'ün sonunda biter. Daha önce müzmin öğrenci olduğumu söylemiştim. Tatil Eylül'ün sonunda bittiğinden olacak öyle düşünürüm. Yazgünlüklerine de bu süre içinde devam edeceğim. Başlamakta geç kaldık bu yazılara, bitirirken de öyle olacak.Hava durumundan etkilenirim ben. Kışı da güzü de hiç sevmem. Sürekli bir sıkıntı hali gelip geçmek bilmez. Kurşuni gökyüzlerinden de nefret ederim. Güz edebiyatlarından hoşlanmam. Ankara'da ise bu iki mevsim hiç çekilmez. Biz bozkırın düz çizgileri arasına hapsolmuş insanlar olarak iş, okul ev arasında gidip gelirken, şunu biliriz, ev dışında bizi rahatlatacak hiçbir yer yoktur. Su yoktur mesela, yeşil yoktur. Kar betonların üzerine yağar, buz tutar. Ankara'da melankoliye de yer yoktur. Ama benim gibi melankoliden kaçan insanlar için birebirdir burası.Ankaralılardan biz diye bahsetmek aslında imkansız. Ankara'da bir Ankaralı bilincinin yerleştiğini söylemek güç. Şehir yenidir. Birbirine benzeyen dört, beş hatta daha fazla binalarda alış veriş yapılır, onların giriş katlarındaki "cafe"lerde oturulur, evleri de işleri de oralardadır insanların. Çoğu artık şehrin dışındaki güvenli sitelere kaçar. Site sakinlerinin şehre inmesine gerek de yoktur. Alışveriş merkezleri bütün şehri yanlarına götürür çünkü. Onları kaçıran nedir? Sadece Ankara'da değil şehrin en eski, geleneksel merkezleri İstanbul ve İzmir'de neden avamın elindedir. Kemeraltı, Eminönü, Samanpazarı neden esnafı ve müşterisi ile birbirine benzer. Neden avamın gittiği parklar geleneksel şehre en yakın olanlarıdır. Gülhane parkı İstanbul'da Sultanahmet'e komşudur, Antalya'da kaleiçinden Mermerli parka çıkılır, Gençlik Parkı Ankara'da Ulus'la yanyanadır. Bu soruları çok sordum kendime. Kendimce cevaplarım da var. Ama bu bir yazgünlüğü sayın okurlar. Bu tür mevzulara derinlemesine girmek için kışın çok vaktimiz olacak ve elbette ki hüznümüz de.Doğu'da hüzün kelimesi kilit kelimedir. Hüzünlenmeyi bizim kadar seven başka birileri var mı? "Hüzün ki" neden "en çok yakışandır bize"? Abdülhamit doğu müziğinin gam, keder verdiğini düşündüğünden dolayı dinlemez. Kendisine Yıldız korusunda inşa ettirdiği küçük şehrinde opera dinler. O temsillerdeki kadınlardan birini çok beğenir, onunla ilgilenir. Hükümdar odur istediğine sahip olur. Her Türk erkeğinin içinde bir hükümdar yatar. Garsonlara ismiyle seslenmeyi sever. Hemen oracıkta bir uşak edinir kendine. "Yaşarcım" der "ortaya da bir çoban salatası alalım". Pavyonlar komik yerlerdir. Bir adamın etrafında üç garson pervane olur. İçinden ateşler fışkıran meyve tabaklarının biri gelir biri gider. Hani müşteri istese kendi elleriyle beslerler adamı oralarda. Ve her Türk erkeği Abdülhamit'tir biraz. Sahnede şarkı söyleyen kadını kendi masalarına ister.
BeÅŸiktaÅŸ'ın arka sokaklarında izbe birahanelerde bile masalarda ÅŸiÅŸko kadınlar oturur. Kadınların içinde olmadığı bir dünyada sosyalleÅŸen Türk erkeÄŸi liseli zamanlarını hatırlar. Kızlı erkekli pastane saatlerini. Masadakiler deÄŸiÅŸmiÅŸtir. Muhallebi yerine patates, limonata yerine bira vardır. Bir de evde onları anne babaları deÄŸil bir kez olsun o masalardaki ÅŸiÅŸko kadınlardan fazla sohbet etmedikleri karıları bekler. Ä°lginçtir Türk erkeÄŸi karısına da kızına da aynı davranır. Aynı mesafeyle. Her ÅŸeyi karıştırır birbirine. Sevgilisinde annesini arar, bulamaz, üzülür. Her anne kadındır ama her kadın anne deÄŸildir, bunu bilmez.Åžimdi içinizden biri "ne oldu beyim" diyor, "erkeklere atıp tutmaya baÅŸladın böyle"? Bunlardan her yerde vardır sayın okur kitlesi. Bunlar genelde yanlarındaki kadınları etkilemek için sürekli ortaya bir laf atarlar. Sinem'in tarih anlattığı sınıflarda da varmış bunlardan. Ne siz ne de Sinem kulak asmayın onlara, beni dinleyin! Aşıka BaÄŸdat sorulmaz doÄŸru, ama sizi BaÄŸdat diye gönderdiÄŸim yer inanın çok daha güzel olacak.HaKan KAYNAR - 6 Eylül 2000, ÇarÅŸamba Â
button