Mutlak değerlerle bir dün-bugün karşılaştırması yaparsak, Türk milleti şimdilerde, tarihinin hiçbir devrinde olmadığı kadar zengin ve müreffehtir. Bundan sonra Türkiye'yi iktisadi alanda bekleyen meydan okuyuş, büyük bir ülke olarak, içinde bulunduğu ikinci sınıf ülke gelenek ve görenekleri terk edip, yüksek ahláka geçmesidir.ÖNCE, Hayri R. Sevimay'ın ‘‘Osmanlı Son Dönem Ekonomisi’’ adlı eserinden yararlanarak Cumhuriyet yönetiminin nasıl bir ekonomi devraldığını anlamaya çalışalım. 20. yüzyıla 34 milyon nüfus ve 2 milyon 675 bin kilometre kare toprak yüzölçümüyle giren Osmanlı İmparatorluğu, 19 yıl içinde, Kuzey Afrika'da İtalyanlar'la yaptığı savaşta 558 bin, 1911-1912 Balkan Savaşları'nda 159 bin, Birinci Dünya Savaşı'nda 1 milyon 205 bin kilometre kare toprak; ayrıca şehitler dışında 17.5 milyon nüfus yitirmiştir. Osmanlı, bu 19 yılın sonunda toprak yönünden yüzde 71, nüfus yönünden yüzde 52 küçülmüştü. Elde kalan Anadolu, dullar, yetimler ve yaşlılar ülkesiydi. 1920 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığında, ancak 450 bin kilometre karede hakimiyetimiz söz konusuydu. O da tam anlamıyla değil.1921'deki tesbitlere göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun nüfusu 13.5 milyondu. Aynı yıl Yunanistan 7, Bulgaristan 5.5, Polonya 30, İngiltere 45 milyon nüfusa sahipti. Daha ilginç tarafı, o yıllarda Osmanlı'da sanayi işçisi sayısı sadece 284 bin iken, bu rakam Yunanistan'da 1 milyon 140 bin, İngiltere'de ise 21 milyondu. Burada bilhassa işaret etmek istediğim husus, Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda ülke ekonomisinin, Balkan komşularımıza ve Batı ülkelerine kıyasen hem küçük hem de geri olmasıdır. Cumhuriyet devrinde, dünkü vilayetimiz Yunanistan veya Bulgaristan'dan geri kaldık ifadesi tamamen yanlıştır. Osmanlı'nın Avrupa topraklarında, genellikle Hıristiyan unsurların yaşadığı yörelerde gelişmişlik düzeyi, Anadolu'dan hep yüksek olmuştur. Osmanlı'nın Anadolu'daki topraklarında dahi, Müslümanlar (o zaman Türk kelimesi dar anlamda kullanılırdı) düşük gelir düzeyinde bulunurdu. Karadeniz, Ege ve Akdeniz kıyılarında Rumlar, iç kesimlerde Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu'nun zengin ve gelişmiş kesimini oluşturuyordu. Altı yüz yıllık Osmanlı'da bu hep böyle olmuştu. Cumhuriyet idaresi, gayrimüslimleri elimine ederek, Müslümanlar'ı ‘‘ulus devlet’’ ilkesi çerçevesi içinde tarihte ilk kez bu toprakların ekonomik efendisi yapmıştır.*Daha Cumhuriyet ilan edilmeden
Atatürk, Ä°zmir'de bir Ä°ktisat Kongresi toplamıştır. Aslında bu kongre, Atatürk'e baÅŸ kaldıran Ankara'daki birinci meclise karşı siyasi bir gövde gösterisidir. Ama netice itibariyle bir iktisat kongresidir ve Cumhuriyet'in iktisadi felsefesi oluÅŸturulmak istenmiÅŸtir. 1930'da ABD'de baÅŸlayan Büyük Buhran (The Great Depression) Türkiye'yi tam toparlanırken sarsmıştır. Buhranın bittiÄŸi yılda Avrupa'da tarihin en büyük tahribatını yaratan 2. Dünya Harbi baÅŸladı. 1945'te harp bittiÄŸinde Avrupa ülkelerinin ekonomisi yerle bir olmuÅŸtu. Türkiye ise, harbe girmediÄŸi için nispeten iyi durumdaydı. Bu yüzden 1950'yi baz yıl alan iktisadi kıyaslamalarda, Türkiye gerçekte olduÄŸundan daha yukarıda durmaktadır. Bu hesap yanlıştır. 1950'lerden sonra Avrupa ülkeleri, yüksek bir iktisadi kültüre ve ahláka sahip olduklarından hızla toparlandılar. Türkiye de, maalesef ait olduÄŸu ‘‘az geliÅŸmiÅŸ ülkeler’’ liginde debelenip durdu. Bu arada hızlı nüfus artışıyla Türkiye ‘‘büyük ülke’’ konumuna geldi. Mutlak deÄŸerlerle, bir dün-bügün karşılaÅŸtırması yapılırsa, Türk milleti ÅŸimdilerde, tarihinin hiçbir devrinde olmadığı kadar zengin ve müreffehtir. Bundan sonra Türkiye'yi iktisadi alanda bekleyen meydan okuyuÅŸ, büyük bir ülke olarak, içinde bulunduÄŸu ikinci sınıf ülke gelenek ve görenekleri terk edip, yüksek ahláka geçmesidir.Â
button