Türkiye'nin sözcüleri

Güncelleme Tarihi:

Türkiyenin sözcüleri
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 07, 2001 00:00

TÜRKİYE'nin dış dünya ile politik düzeyde iletişiminde kilit mevkide iki bakan var. Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve Devlet Bakanı Kemal Derviş. Sadece işlevleri açısından değil, aynı zamanda formasyonları ve kişilikleri bakımından. Başbakan dışındaki diğer Bakanlar Kurulu üyelerinin çoğunun yabancı ülkeler ve uluslararası kuruluşlar temsilcileriyle ciddi görüş alışverişi veya müzakere yapabilecek düzeyde lisan bilgileri zaten yok. Bir yabancı lisanı çat pat konuşacak kadar bilmek, küreselleşme devrinde katiyen yeterli değil. O lisanda yayınları izleyebilmek ve yazabilmek lazım. Bu yetenekten yoksun bakanlar ile dış dünya arasında zihni bir duvar bulunduğunu hemen her gün görmüyor muyuz? Demek oluyor ki Türkiye'nin genellikle imajının ve politikası hakkındaki algılamaların oluşmasında Cem ve Derviş ön planı işgal ediyorlar. Onlara karşı duyulan güven veya güvensizlik Türkiye ile ilgili kararlarda çok önemli rol oynuyor.***İki bakan arasında benzerlikler olduğu gibi, farklılıklar da mevcut. İsmail Cem uzlaşıcı, yapıcı ve iyimser bir kişiliğe sahip. Liberal demokrasiye inanıyor. Yabancı meslektaşlarıyla çok iyi ilişkiler içinde. Olumlu bir imaj yansıtıyor, gerginlik anlarında havayı yumuşatabiliyor. Türk dış politikasının hedeflerine varmasını engelleyen çelişkileri ve sorunları zamanında ve isabetle teşhis edebiliyor. Dış politikada daha büyük bir gerçekçiliğe ve esnekliğe ihtiyaç olduğunun bilinci içinde. Ancak meselelere cepheden hücum etmek mizacına uygun değil. Daha çok Türkiye'deki politik güç dengelerini kolluyor. Zamanın meseleleri kendiliğinden halledeceğine biraz fazla güveniyor. Bazen de yadırganabilecek argümanlar ile ortaya çıkıyor. Bunlardan bir tanesi, NATO üyeliğinin yıllarca Türkiye'deki demokratik gelişmeyi önlemiş olduğu savı. Oysa Atlantik İttifakı, Türkiye'nin güvenliğini teminat altına alarak demokrasiye daha elverişli bir ortam yaratmıştı. Hatta yine bu üyelik sayesinde 1960'lı yıllardan itibaren Sovyetler Birliği ile ilişkilerimiz genellikle istikrarlı bir seyir izledi. NATO'ya girmesek ve Sovyet nüfuz sahası içinde bir ülke haline düşseydik demokrasi daha mı fazla ilerleyecekti?***Kemal Derviş'e gelince, mücadele ruhunu ve uzlaşma kültürünü çok iyi bağdaştırıyor. Liderlik vasıfları yüksek uluslararası düzeyde bir yönetici. Kamuoyuna sürekli en geniş şekilde bilgi vermekten hiçbir zaman kaçınmıyor. En zor ve en teknik sorunları büyük berraklıkla izah edebiliyor. Belirli bir vizyon ortaya koydu: Küreselleşmeye ayak uyduran ve Avrupa Birliği içinde yerini alan bir Türkiye. AB içinde egemenliğini paylaşmaktan kaçınmayan ve bu suretle tarihinin ve coğrafyasının sağladığı büyük potansiyelden nihayet yararlanabilen bir Türkiye.Ne var ki Derviş'in işi çok zor; çünkü Türkiye'nin istikbalini tayin edecek kapsamlı ekonomik programın bir nevi kefili ve garantörü durumunda. Programa karşı mukavemet ise gittikçe artmakta. Özellikle politikacılığın ekonomi yönetiminden elini çekmesi için sarf edilen çabalar büyük alerji yaratıyor. Taşracı ve inzivacı milliyetçiliğin hákim olduğu bir hükümet bünyesinde reform projeleri sürekli köstekleniyor ve her defasında Türkiye ağır bir ekonomik bedel ödemek zorunda kalıyor. Çağdışı egemenlikçiliğin şampiyonları, davranışlarının Türkiye'yi dünyada ne kadar zayıflattığının ve küçük düşürdüğünün farkında bile değiller. Onlar her şeyden önce kendi dar dünyaları içinde kalmak istiyorlar. IMF'ye kapıyı kapatarak, uluslararası destekten vazgeçerek, yabancı sermayeyi dışlayarak, AB üyeliğini engelleyerek ve Derviş'ten kurtularak Türkiye'nin ‘‘iç kaynakları’’ ile sorunların üstesinden gelebileceğine inanıyorlar. Huntington'un uluslararası gerçekleri pek yansıtmayan ‘‘Medeniyetler Çatışması’’ tezi ne yazık ki değişik bağlamda bugünkü Türkiye'ye uygun düşüyor. Bu çatışmadan küreselleşme ve AB muarızları galip çıkarsa Türkiye elli yıl geriye gider.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!