Türkiye aşıyı onun sayesinde tanıdı

Güncelleme Tarihi:

Türkiye aşıyı onun sayesinde tanıdı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 06, 2001 02:13

Kurtuluş Savaşı ve modern Türkiye'nin kurulmasının ‘gizli kahramanları’ndan Dr. Zekai Muammer Tunçman, ölümünden 21 yıl sonra Firdevs Gümüşoğlu'nun yazdığı ‘Türkiye’nin Pasteur'ü' adlı kitapla, genç nesillerle buluştu.

Gencecik bir hekimken, savaş ateşi altındaki Türkiye'de salgın hastalıklarla mücadele eden Tunçman'ın yaşam öyküsü, günümüz genç hekimlerine, bilimin ışığının her şart altında yanabileceğini gösteriyor.

Berfin Yayınları'ndan çıkan ‘‘Türkiye'nin Pasteur'ü’’ adlı kitap, yaşamını başta kuduz olmak üzere birçok salgın hastalıkla mücadeleye adayan Dr. Zekai Muammer Tunçman'ın ‘bilim dedektifi’ ve ‘bilim tarihçisi’ kişiliklerini de gözler önüne seriyor.

1895'de İstanbul'da dünyaya geldi. Fatih Merkez Rüştiyesi ve Vefa İdadisi'nin ardından 1913 yılında Haydarpaşa Tıp Fakültesi'ne girdi. Tunçman ve arkadaşları 1'inci Dünya Savaşı sürdüğü için 1 yıl erken mezun oldular. Tunçman, ülkenin doktora ihtiyacı olduğu 1918 yılında, Yalova Hastanesi'nde çalışmaya başladı. Savaş sonrasında bir süre serbest hekim olarak çalışan Tunçman, İstanbul Bakteriyolojihanesi'ne asistan olarak girdi.

KOLERA VE VEBA

1920 yılında İstanbul'un işgalini onaylayanlar, Anadolu'daki halk hareketini köşeye sıkıştırmak için buraya kinin, aşı, serum ve frengi ilacı yollanması yasakladılar. Bu sırada Anadolu'dan Dr. Tunçman'a gelen yazıda, acil olarak 100 bin çiçek aşısı, birçok bakteri aşısıyla kolera ve veba kültürleri isteniyordu. Dr. Tunçman, kolera ve veba kültürlerini, bakteriyolojihanede hazırladı. Çiçek aşısını da dönemin Sıhhiye Genel Müdürü Abdullah Cevdet'in göz yummasıyla, yasak olmasına rağmen laboratuvardan çıkardı. Bundan sonra Dr. Tunçman ile yeni evlendiği eşi Muazzez Hanım'ın Anadolu yılları başladı.

Aşı, serum ve deney hayvanlarıyla birlikte İnebolu'ya giden Dr. Tunçman, buradan Kastamonu'ya gitti ve Kuvayı Milliye'nin üyesi olarak 4 yıl boyunca aşı ve serum hazırladı. Kastamonu'ya demir borular döşeterek, temiz içme suyunu sağladı.

Dr. Tunçman, doktor olarak cepheye çağrılsa da dönemin Sağlık Bakanı Adnan Adıvar, onun cephe gerisinde daha yararlı olacağına inandı ve Dr. Tunçman çalışmalarını askeri hastanenin laboratuvarına taşıdı.

Aynı yıllarda Kastamonu'da yayınlanan ‘Açıksöz’ gazetesine halk sağlığı ile ilgili makaleler yazdı, fotoğraf çekmeye merak saldı.

Savaş sonrasında Dr. Tunçman'a Bursa'da ihtiyaç vardı. Orada da halk sağlığı ile ilgilendi. Bursa Tıbbi Müsamereleri'ni düzenleyen Dr. Tunçman, sivil ve asker hekimleri biraraya getirdi. 1925 yılında dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam'ın önerisiyle uzmanlık için Avrupa sınavlarına katıldı ve Paris'te Pasteur Enstitüsü'nde eğitim aldı.

KUDUZLA MÜCADELE

1927 yılında Türkiye'ye döndükten sonra İstanbul Kuduz Müessesesi'nin müdürü oldu. Deney tavşanı bulamadığı için çarşıdan, pazardan aldığı tavşanlarla çalıştığı dönemde, Diyarbakır Kuduz Müessesesi'ne tayin oldu. Burada sadece kuduzla mücadele etmedi. Sıtma, kızıl, çiçek salgınlarında da mücadelenin içinde yer aldı. Her gittiği yerde olduğu gibi burada da kent halkını temiz içme suyuna kavuşturdu. 1932'de yeniden İstanbul Kuduz Müessesesi Müdürlüğü'ne getirildi.

Kuduzla mücadele sırasında, hastaya günde 4-5 iğne yapılması gerekliliği ve bunların getirdiği ağrıları da araştırdı ve enjeksiyon sayısını günde 1'e indirdi. Dr. Tunçman, araştırmalarının sonuçlarını 1953'te Roma'da toplanan Uluslararası Mikrobiyoloji Kongresi'ne sunduğunda heyecanla alkışlandı.

BCG TÜRKİYE'DE

1947'de Kopenhag'daki kongreden dönen Dr. Tunçman, dönemin Sağlık Bakanı Dr. Sadi Konuk'u BCG aşısının Türkiye'ye getirilmesine ikna etti. Böylece BCG labaratuvarları kuruldu ve tüberküloza karşı başarılı bir aşı kampanyasına başlandı.

Dr. Tunçman, araştırmaları sırasında gagalı hayvanların gagalaması sonucu kuduz geçmeyeceğini de saptadı ve bu nedenle başvuranların boş yere aşı olmalarının önüne geçti. Yarasaların kuduz bulaştırmayacağını da belirledi.

Dr. Tunçman'ın araştırmalarından çıkan ilginç sonuçlardan biri de kuduz aşısının astım krizlerini ortadan kaldırmasıydı. Gazete haberlerindeki vakalarla bile ilgilenen ‘bilim dedektifi’ Dr. Tunçman, aynı zamanda ‘bilim tarihçisi’ gibi çalıştı.

1980 yılında, 85 yaşındayken, bağırsak kanseri nedeniyle öldü.

Atatürk'ü köpek ısırınca

‘Atatürk’e ‘hepimizin gözbebeği’ diyen ve bilimsel düşünceye katkısını saygıyla anan Dr. Tunçman, Atatürk'ü bir köpeğin ısırmasıyla ilgili olayları şöyle anlattı:

‘‘Müessese Çapa'da bulunduğu yıllarda bir gün Bakanlık Müsteşarı Prof. Hüsamettin Kural, telefonla acele Müstahsır Hasan'ı Ankara'ya göndermemi ve beraberinde bir zincirle tasma getirmesini söyledi ve telefonu kapadı. Meselenin mahiyetini söylememekle beraber bunun ne olduğunu anlar gibi olmuştum. Akşama doğru Atatürk'ün yakınlarından Cevat Abbas Gürer'den öğrenmiştim... Müstahsır Hasan'ı hemen hazırlayarak kendisine sıkı talimat verdim ve vaziyet hakkında bana da malumat vermesini tembihledim. Hasan'ın Ankara'ya gidişinden birkaç gün sonra aldığım bir mektupta Müsteşar Hüsamettin Bey'in müşahadedeki köpeği öldürtmek istediği yazıyordu. Mektubu alır almaz hemen Cevat Abbas'a koşarak durumu anlattım ve köpeğin müşahade sonuna kadar öldürülmemesini söyledim... Hayvan müşahade müddetini sağ salim bitirdi ve büyük Atatürk de kuduz aşısı olmaktan kurtuldu.

Benim bu müdahalemi Vekil Refik hazmedemedi ve bana şiddetli bir mektup yazarak amirlerime hürmet etmekliğimi ve hakkımda muamele yapacağını bildiriyordu. Kendilerine verdiğim cevapta, vekil oldukları için her şeyi yaptırabileceklerini, ancak ortada Atatürk gibi dünya çapında ve hepimizin gözbebeği büyük bir şahsiyetin sağlığının bahis konusu olduğunu ve kendilerinin de ihtisasa hürmet etmeleri lazım geldiğini yazmıştım. Aradan bir müddet geçtikten sonra Çapa'da müesseseye geldiler ve gönlümü aldılar. ’’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!