Türk kolasının mucidi Nohutçu Hanı’nda doğmuştu Ülker

Güncelleme Tarihi:

Türk kolasının mucidi Nohutçu Hanı’nda doğmuştu Ülker
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 26, 2003 00:00

‘‘Çoluk çocuk nasıl?’’, ‘‘yengeye selam’’, ‘‘bendensin’’ diye konuşturduğu Amerikalılar'a Türk kolası içiren reklamlarıyla son zamanlarda adından çok sözettiren Ülker Grubu, bunu ilk kez yapmıyor. Bu ülkede en azından birkaç kuşak, neredeyse ‘‘Dağ başını duman almış’’ marşı kadar, ‘‘Önce güneş hava su, sonra bol gıda gelir, akşama babacığım, unutma Ülker getir’’ cıngılıyla büyüdü. 1944 yılında Eminönü'nde küçük ve harap bir imalathanede üretime başlayan Ülker, bugün Türkiye pazarının yüzde 60'ına sahip olup, 80 ülkeye ihracat yapan bir şirketler topluluğu. Tek çeşit bisküviyle başladığı yolculuğu, binbir çeşit bisküvi, çikolata, meşrubat, yağ, süt ve süt ürünleri, şekerlemeler, kremalar, keklerle toplam 762 ürüne ulaştı. Son olarak nostaljik Çamlıca gazozunu, Hero bebek mamasını ve Cola Turka'yı çıkaran Ülker, Golf dondurma ve Ülker Türk kahvesini de piyasaya sunmaya hazırlanıyor. Önümüzdeki yıl 60. yılını kutlayacak Ülker'in doğumundan bugüne yolculuğu oldukça uzun, öyküsü başarılarla dolu. Ancak şu var ki, medya ve kamuoyuna karşı aşırı ketumluğuyla kapalı kutu gibi hálá. İcra Kurulu Başkanı Murat Ülker'le röportaj, bugüne kadar hiçbir gazeteciye nasip olmadı. 1944 yılının bir sabahı erken saatlerde, genç adam oldukça harap bir yapıya gelir. 3'üncü katta, alçak bir kapıdan geçerek, 100 metrekarelik alandaki 6-7 kazanı, kalıpları, küçük fırını, 4-5 çuval şekeri, topu topu üç işçisini adeta gözleriyle okşar ve şükreder. 24 yaşındadır.Aynı kişinin 1998'de girdiği, artık bir binanın değil, dev bir kompleksin geniş ve yüksek kapılarından biridir. Bu kez gözleriyle okşayıp şükrettiği ise otomatik makineler, pırıl pırıl çelik kazanlar, yürüyen bantlar, çalışan beyaz giysili işçilerdir. Onbinlerce metrekarelik onlarca fabrika, binlerce makine, 17 bin çalışan vardır artık. Bu onun hikayesidir:Bolşevikler 1920 sonbaharında Kırımlılar'ın savunma hatlarını yıktığı gün, Sabri Ülker'in doğduğu gündür. Aslında, Kırım'dan İstanbul'a 1890'larda gelen ve Fatih Medreseleri'nden mezun olup öğretmen ve imam hatip olarak Çorlu'nun Karamehmet köyüne tayin olan babası, komşu köyün öğretmeninin kızıyla evlenmiş, gül gibi geçinmektedir orada. Ancak Balkan Harbi, ilk iki çocukları kucaklarında, onları yola dökmüş, bir göçmen seliyle geldikleri İstanbul'da bir yıl cami avlularında barındıktan sonra memleketleri Kırım'a gitmişlerdir. ‘‘Dönünceye kadar düşman da çekilir’’ diye düşünmüştür babası, yağmurdan kaçarken doluya tutulacağından habersiz.Kırım'da Korbek kasabasına yerleşen aile, bu kez Birinci Dünya Savaşı'nın gadrine uğrar; ardından Bolşevik İhtilali'nin. Diğer ağabeyi Hakkı ve Sabri Ülker Kırım'da dünyaya gelir, işte tam Bolşeviklerin Kırım'ı işgal ettikleri gün. Çocukluğunu Doktor Jivago filminin sahneleri gibi hatırlar. Sürgün kafilelerine sokulup, son anda nasıl kurtulduklarını, karne kuyruklarından nasıl çıkarıldıklarını, Beyaz Ruslar ve Kırımlılar dünyaya yayılırken, ailecek İstanbul'a doğru nasıl yola çıktıklarını...İŞÇİSİ OLDUĞU FABRİKANIN İSİM HAKKINI ALDIBir şileple İstanbul'a vardıklarında dokuz yaşındadır. Çıkış kontrolünü yapan Rus gizli polisi tüm paralarına el koyduğu için, onları şilepten karaya götürecek sandala verecek paraları bile yoktur. Anne tarafından akrabaların yardımıyla ayak basarlar İstanbul'a. Yıl 1929, aylardan ağustos. Sonrasında gelecek mahrumiyet yıllarında, anne hariç evdeki herkes çalışır. Kadırga 3. İlkokulu'nun çıkışında satıcılık yapan, yaz tatillerinde fabrikalarda çalışan Sabri Ülker'in üç yaz işçilik yaptığı bir fabrika da Besler Bisküvi ve Çikolata Fabrikası'dır. (Daha sonra o işadamı olup, bu fabrika da kapanınca isim hakkını alacak, yağ üretimine karar verdiğinde bir marka yapacaktır.)İstanbul Erkek Lisesi'nin orta ikinci sınıfındayken parasız yatılı sınavını kazanınca, ortaokulu Bilecik, liseyi Kütahya'da bitirir. Mühendis olmaktır planı. Ancak o yıl ağabeyi yedek askerliğe alınınca onun işlerine bakmak zorunda kalır, ağabeyi ikinci yıl kayıtlar kapandıktan sonra dönünce de bir yıl daha kaybetmemek için Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Mekteb-i Álisi'ne girer, 1944'te mezun olur. Onun deyimiyle ‘‘taş üstüne taş konmayan’’, pek iş bulabileceği bir dönem değildir, çünkü bu kez de İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır. İmalat yapacak yer, makine, hiçbir şey yoktur ya, öğrenci-işçiyken tanıdığı bir ustayla bisküvi yapmaya karar verdiğini anlatır röportajlarında. (Ama çoğu kaynakta Ülker Grubu'nu ağabeyi Asım Ülker'le birlikte kurduğu yazar. Asım Ülker, 1985 yılında Ülker'deki hisselerini kardeşine devrederek, Kar Şirketler Topluluğu'nu kuracak, 90 yaşında hayata veda edecektir.)Eminönü'nde harap haldeki bir fabrikayı, borç parayla alıp, gece gündüz çalışarak adam etmesinde, imalathaneyi satan Rum'un, bir Türk'e yer sattığı için sitemde bulunanlara, ‘‘boşuna konuşuyorsunuz, yeni mektebi bitirmiş, bir şeyden haberi olmayan birisi, altı aya varmaz, yarı fiyatına geri alırım’’ demesinin etkisi vardır. Ancak 1944'te işe başlayan imalathane, dört yıl mal yetiştiremeyecek şekilde çalışır. Sonra Topkapı Sanayi Bölgesi'ne taşınır. Yeni makine ve tesis ithali için döviz tahsisi alamayınca, Ülker kendi bilgisi, gözlemleri, biraz da deneme yanılmayla yerlilerini yapar, 20 metrelik dört fırın daha imal ederek, yeni bir arsaya ilk tesisini kurar. RADYODAKİ HÜKÜMET BİSKÜVİSİO güne kadar nakliye ambarları aracılığıya taşınan ve yarısı yolda ıskartaya çıkan bisküviyi, 1955'te fabrika fiyatına ülkenin her yanına teslim etmeye başlayınca, satışlarda patlama yaşayan Ülker, aynı yıllarda radyo reklamı verebilen birkaç şirketten biridir. Kelimesi 10 lira olan bu reklamlar, mahallelerde haberlerin radyodan topluca dinlendiği dönemde hükümet bildirisinin hemen ardından yayımlanınca, birçok vatandaş Ülker'i bakkallardan ‘‘Hükümet Bisküvisi’’ diye ister. Bir önemli gelişme de 1960'larda yaşanır; Kalkınma Planı'na göre 250 bin dolarlık döviz tahsisi Ülker'e verilir. Bu, yerli makine ve fırın yapımı devrinin kapanıp modern ve hızlı makineler ithaline geçiş demektir. Aslında bir tesisin bedelini bile karşılamayan bu parayla, bazı bölümleri Türkiye'de yaparak üç tesis meydana getirir Ülker. Böylece o güne kadar olmayan pek çok çeşit ürün, arka arkaya piyasaya sunulur ve şirket için başarılı bir dönem başlar. 1950'lerde başlayan çikolata üretimindeki gelişmeler ise arka arkaya gelen döviz sıkıntıları nedeniyle 1980'den sonraya kalacaktır.Bisküvi üretiminin ana girdileri olan un, şeker ve yağı da kendi kurduğu fabrikalarda üreten Ülker, ulusal kalite standartlarını 1950'lerde hayata geçirir, müşteri odaklı kalite düzeyine 1970'lerde, uluslararası kalite kurallarına 1990'larda ulaşır. Teknolojik gelişmeleri yakından takip eder, AR-GE departmanında bir yılda 100'den fazla proje için 600'den fazla deneme çalışması gerçekleştirilir. Dünden bugüne durum şudur: Üç kişilik personelden 17 bin kişiye; bir çeşitten 762 çeşide, yılda 73 tondan 650 bin ton üretime... Borç parayla gece gündüz çalışarak adam edilen küçük bir imalathaneden dev bir gruba dönüşen Ülker, 30'a yakın şirketi, 29 fabrikası, toplam 2 milyar 255 milyon dolarlık cirosu, 80'den fazla ülkeye 258 milyon dolarlık ihracatı, ödülleri, borsadaki yeri ve yabancı ortaklıklarıyla Türkiye'de en çok tanınan dördüncü marka olur. Türkler'in yüzde 60.5'inin aklına bisküvi denince, yüzde 50.3'ünün aklına çikolata denince Ülker gelir.KAPALI KUTU YAVAŞ YAVAŞ AÇILIYORÜlker bütün bunları yaparken, bir yandan da kamuoyu ve medya tarafından ‘‘kapalı kutu’’ olarak tanınır. Fabrikalarına girmek, yöneticileriyle röportaj yapmak her zaman kolay olmaz. Yenilikleri yönetimine, pazarlamasına yansıtır ama iş hayatındaki gelişmelere oldukça tutucu yaklaşıyor gibi görünür. Yatırımlarını sessiz sedasız yapar. Ancak ‘‘imaj her şeydir’’ dönemi gelip dayattığında, Ülker'de de değişim kaçınılmazdır. ‘‘Erkek egemen’’ bir topluluk olarak tanınan Ülker'de, erkek sekreterler yavaş yavaş yerlerini kadın sekreterlere bırakmaya başlar ve erkek egemenliğinin kırılması, şimdilik buralarda kalır. Bir basın ve halkla ilişkiler departmanı oluşturularak, medyayla ilişkiler yeniden düzenlenirken, fabrikaların kapıları da aralanır. Ülker'in bu kapalı kutu olma halinde, hakkında zaman zaman ortaya atılan iddiaların ne kadar payı vardır ya da bu iddialar bu kapalılıktan mı kaynaklanmaktadır, bilinmez. Ancak Sabri Ülker her zaman, grubunun siyasetle, tarikatlarla ne doğrudan, ne de uzaktan bir ilgisi olduğunu söyler. ‘‘Her devirde işlerimizin gereği ve bununla sınırlı olarak devletle münasebetlerimiz olmuştur. Şimdi dense ki, Sabri Ülker'in dindar bir kişiliği vardır, namaz kılar, yardımseverdir, birçok caminin, kursun yapımına katkısı olmuştur. Doğrudur. Ancak bunların tümü yasalar çerçevesindedir ve örflere uygundur.’’ O, Atatürk ilkelerine bağlı olduğunu, Türkiye'nin hür ve demokrat kişiliğiyle büyüyeceğine kesinlikle inandığını söyler. ‘‘Anadolu sermayesi’’ kavramını ‘‘tatsız’’ bulur. Sermayenin dini ayrıma tabi tutulmasını doğru bulmadığı gibi Anadolu-İstanbul diye ayrılmasına da karşı çıkar. ‘‘İnsanları daha açık olmaya teşvik etmek lazım. Bu takdirde hatalarını görme şansı artar. Bu ülkeye yapılacak en önemli hizmetlerden biri kişi hak ve hürriyetlerini kamil hale getirmektir’’ der. Sabri Ülker 80'inci yaşgününü kutlarken, yönetimi oğlu Murat Ülker ile damadı Orhan Özokur'a devreder. Söylediğine göre Sabri Ülker'in onlardan tek şikayeti, çalışma konusundaki tavsiyelerini abartılı almış olmalarıdır. ‘‘Söylemezler ama çalışma hususunda galiba benimle yarışıyorlar.’’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!