‘Tekke’ denilen eski spor kulüpleri

Güncelleme Tarihi:

‘Tekke’ denilen eski spor kulüpleri
Oluşturulma Tarihi: Aralık 07, 2001 02:17

‘Tekke’ sözü geçmişte sadece tarikatların mekánı olan yer değil, aynı zamanda spor kulübü demekti ve sporun, özellikle de askeri sporların yapıldığı yerlere 'tekke' denirdi. İşte, eski zamanlarda çok önemli yerleri olan ama bugün izi bile kalmayan iki spor mekánının kısa öyküsü: 'Okatanlar' ve 'Pehlivalar Tekkeleri'...

Biz, sporla asırlar boyu içiçe yaşadık. Hiç durmadan savaştığımız devirlerde askeri talimleri yarışma haline getirdik. Bu talimler çoğu zaman devrin padişahının emri ve himayesi altında yapıldı. Hatta, 19. asrın başına kadar, İstanbul'da 'Lahanacılar' ve 'Bamyacılar' adında bugünün rakip kulüplerine benzeyen ve saraydan destek alan iki ayrı takım bile vardı.

O zamanların İstanbul'unda çok sayıda spor kulübü faaliyet gösterir ve 'kulüp' kavramının karşılığı olan 'tekke' sözüyle isimlendirilerdi. Bu tekkeler sadece sportif faaliyetlerle ilgiliydiler, tasavvufla pek bir alákaları yoktu ve en önemlileri 'Kemankeşler Tekkesi' ile 'Pehlivanlar Tekkesi'ydi.

'Okatanlar Tekkesi' de denilen Kemankeşler Tekkesi, Okmeydanı'ndaydı. Okmeydanı, İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından okçulara talim alanı olarak tahsis edilmişti. Adını taşıdığı bölgeden Haliç'teki Aynalıkavak Kasrı'nı da içine alarak Kasımpaşa'ya kadar uzanıyordu. 'Ayna' okla vurmak için dikilen hedefe denirdi ve kasrın yeraldığı arazide bulunan kavaklara aynalar yerleştirilir, talimler bunların üzerinde yapılırdı. Çok daha sonraları inşa ettirilen kasra bu isim bu yüzden verilmişti ve Evliya Çelebi inşaatın gerekçesini 'tekkedeki okçuların dinlenip sohbet edebilecekleri bir yere olan ihtiyaç' diye göstermedeydi.

Tekkenin başına, 1505 yılında Türk hat sanatının en büyük isimlerinden olan Hamdullah Efendi geçti ve zamanın hükümdarı İkinci Bayezid, Şeyh'in telkinleriyle tesisi daha da genişletti. Kanuni'den sonra tekke ilgisiz kaldı, perişan bir hale geldi ve eski haline ancak seneler sonra, kendisi de çok iyi bir okçu olan Dördüncü Murad zamanında kavuştu. Bu tarihten sonra asırlar boyunca, taaa 1900'lerin başına kadar aralıksız faaliyet gösterecekti.

Okatanlar Tekkesi, her sene Hıdrellez günü olan 6 Mayıs'ta açılır ve burada altı ay boyunca her pazartesi ve perşembe günleri ok talimi yapılırdı. Tekke binasında 'Kasr-ı Hümayun' adı verilen bir oda vardı, burası devlet katında önemli yerleri olan okçuların sohbet mekánıydı. Bir okçuyu Okmeydanı'na almak, ok atma izni vermek yahut tekkeden ihraç etmek şeyhin izniyle mümkündü.

Okmeydanı'ndaki tekkede sadece ok talimi yapılmaz, sırıkla hendek atlanır, kılıç müsabakaları düzenlenir, cirit ve tomak oyunları oynanırdı. Tekke 1818'de İkinci Mahmud tarafından baştan aşağı yenilendi, bu tarihten sonra 90 sene boyunca faaliyet gösterdi ama sonraları yıkıldı, gecekondu istilásına uğradı ve Okçular Tekkesi'nden bugüne minare kaidesinden başka birşey kalmadı.

İstanbul'un spor yapılan bir diğer önemli mekánı, Unkapanı'ndaki 'Pehlivanlar Tekkesi'ydi ve burası da Fatih Sultan Mehmed'in emriyle yapılmıştı.

Sporcuların kış aylarında da çalışabilmeleri için şehir içinde böyle bir kapalı mekana ihtiyaç vardı. Bu tekkede bir de duacı bulunuyordu ve aylığının dışında Fatih Vakfı'ndan yılda bir defa20 kuruşluk geliri vardı.

Pehlivanlar Tekkesi'nden bugüne hiçbirşey kalmamıştır ve Unkapanı'ndaki Şebsefa Fatma Hatun Camii'nin bitişiğindeki arsa, bir zamanlar üzerinde tekkenin yükseldiği mekándır.

Mezarla alay eden şairin akıbeti

16. asır şairlerinden Siyahi Mehmed Efendi, Trabzon'a giderken bindiği gemi fırtınaya tutuldu, bir dere ağızına sığındılar. O ıssız yerde iki mezar gören şair güldü: 'Adamcağızlar dişlerini sıkıp bir şenlikli mezarlığa düşememişler' dedi. Fakat gemiye döner dönmez öldü, kendisini de az evvel gördüğü iki garip mezarın yanına gömdüler.

Bir 16. yüzyıl şenliğinde şekerden yapılmış bahçe.

Melekler Allah’a tanıklık ediyor

'Hani rabbin Ádemoğulları'nın sırtlarından zürriyetlerini izhar etmişti de kendilerini kendilerine tanık tutarak 'Ben, rabbiniz değil miyim?'demişti; onlar da 'Evet, tanıkız, rabbimizsin' demişlerdi. Bu da kıyamet günü 'Bizim bundan haberimiz yoktu' dememeniz, yahut da ancak 'Atalarımız şirk koştu önce ve biz, onlardan sonra gelmiş bir soyuz; bizi de o boş ve asılsız işlerde bulunanların amelleri yüzünden helák mi edeceksin' gibi bir söz söylememeniz içindi' (Á'raf suresi, 172.-173. áyetler).

Bilginler arasında bu izhar edip tanık tutma keyfiyeti hakkında aykırılıklar vardır.

Bazılarına göre Tanrı, Adem peygamberin soyunu, onun sulbünden zerreler halinde çıkarmış, onları kendine gösterip yalnız bana tapmaları ve şirk koşmamaları için ahid alacağım dedikten sonra zerrelere, ben sizin rabbiniz değil miyim demiş, bu ahde melekleri de tanık tutmuştur. Tanrı, o zerrelere anlayış ve akıl vermiş, Tanrı'nın hitabını duyup anlamışlar, sonra tekrar onları Adem'in sulbüne reddetmiştir.

Sonradan herkes, vakti gelince dünyaya gelir. Müslüman olan yaradılışa uymuş demektir, káfir olansa yaradılışı bozmuş, değiştirmiştir. Müfessirler bu hususta birçok sözler söylemişler, hatta áyeti tevil edenler de bulunmuştur. Bazıları ise Tanrı, Adem'in demedi, Ademoğulları'nın dedi, sırtından demedi sırtlarından dedi, zürriyetini demedi, zürriyetlerini dedi, sonra da 'Bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz, yahut da atalarımız şirk koştu önce ve biz, onlardan sonra gelmiş bir soyuz; bizi de o boş ve asılsız işlerde bulunanların amelleri yüzünden helak mı edeceksin gibi bir söz söylememeniz içindi' buyurmuştur. Aynı zamanda ahdalmak, unutturmak için olamaz demişlerdir.

Talik yazı ile El-Álim

Talik yazı ile yazılmış olan bu levhada, Allah'ın güzel isimlerinden yani 'Esmá-i Hüsná'dan olan 'El-Álim' sözü yer alıyor. Prof. Dr. Ali Alparslan, bu hattında istif yapmıyor, kelimeyi talik ile yazıyor.

Kur'an'ın Haşr Suresi'nin 22. áyetinde 'Allah görülmeyeni de, görüleni de bilir' şeklinde geçen 'El-Álim' sözü, 'Her şeyi en iyi şekilde bilen' anlamına gelir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!