Şiirlerde renklenen dünya

Güncelleme Tarihi:

Şiirlerde renklenen dünya
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 19, 1998 00:00

Haberin Devamı

1980'lerde Amerika'da rock, birbirine sanatsal yaklaşımda akraba iki kişinin egemenliği altındaydı: Michael Stipe ve Natalie Merchant. Ilki REM grubunun, öteki ise 10.000 Maniacs'ın 'sesi' olarak ortaya çıktı ve bir kuşağın çılgınlıklarını, endişelerini, acısını, coşkusunu diye getirdi. Ortak özellikleri -onları akraba kılan şey- olağandışı bir güçle müziğin içinden fışkıran, usta işi sözleriydi. Aslında her ikisi de şairdi ve öyle kaldılar.

REM, güneyden, Georgia'nın Athens kentinden geldi ve güneyin o kendisine özgü gerçeküstücülüğüyle isyan etti. 10.000 Maniacs ise, kuzeyden, New York eyaletinin yukarı ucundaki Jamestown'dan çıktı; gayet 'ayık', dobra dobra, meselelerin adını bir bir koyan şarkılarıyla dikkatleri üzerinde topladı.

Her ne kadar, Jamestown'ın girişindeki tabelada, '10.000 Maniacs'ın doğum yeri' diye yazsa da, işler eskisi gibi değil. Natalie Merchant dört senedir gruptan kopuk. Geriye kalan dört 'manyak' ise, yeni şarkıcıları Mary ile 'biz hala varız' iddiasında, turneler yapmakta. 1981'de ortaya çıkmışlardı. Kendi paralarıyla kaydettikleri ilk iki albümle, taptaze bir soluk gibi girmişlerdi, yorgun rock sahnesine. Ama, ne varsa, ister istemez, mistik, içe-dönük, loş görünüşlü Natalie Merchant'ta vardı. Utangaç, sıkılgan, özel hayatına kapanık kızcağız sahnede beliren ikinci kişiliğiyle herkesi büyülüyordu.

Mesajları ile de. Yazılar yazarak ABD'nin iç ve dış politikalarına veryansın ediyor; açlık, alkolizm, yoksulluk, işsizlik, nükleer silahlanma gibi temel konularda çekinmeden militanca tavırlar alıyordu. Erkekler onun gizemine kapıldı; kızlar ise onda kendilerini daha da özgürleştirecek bir 'öncü figür' buldular. Tori Amos'u yaratan da, bir bakıma, Merchant oldu..

10.000 Maniacs'ın albümlerini saf, çocuksu, yakarı tonlamalarıyla süslü sesiyle daima Natalie'nin kişiliği belirledi. Ve, cevizli dondurma gibi müzik yapan bu pırıl pırıl -bir nevi- folk rock grubu, 'In My Tribe' gibi bir harika yapıt ardından, MTV'deki 'Unplugged' seansıyla dünya çapında üne ulaşmak üzereyken, Merchant grubu terkediverdi. Kimileri onu fırsatçılıkla suçladı, kimileri ise bunu doğru bir adım olarak gördü. Natalie ise tercihini, 'müziğinin üstünde bulunan fazlalıkları atmak, daha da yalınlaşmak' olarak açıkladı.

1994'te ilk solo albümü çıktı. 'Tigerlily', gerçekten de yalın akışı, gösterişten uzak, net düzenlemeleri ile, Merchant adına bir başarı oldu. Albüm çok iyi sattı.

Şimdi de sıra, üç yıl aradan sonra, bambaşka desenlerle dokunmuş bir yeni Merchant albümünde. 'Ophelia'da artık eski, yalın Merchant yok karşımızda. Müziksel alanını genişletmiş, girift orkestra düzenlemeleri de içeren, farklı etkilere ve seslere yönelmiş bir Merchant var. Baştan sona tek bir grupla çalışmak yerine, her besteye göre farklı müzisyenleri çağırmış stüdyoya. Brand New Heavies'in yetenekli şarkıcısı N'Dea Davenport ile bir düet, ünlü yapımcı-müzisyen Daniel Lanois ile Zaireli Lokua Kanza'dan harika birer gitar solosu, caz trompetin yükselen yıldızı Chris Botti'den etkili bir doğaçlama, güçlü Ingiliz avantgarde besteci Gavin Bryars ile işbirliği, hoş sonuçlar yaratmış.

Ve ortaya rengarenk, değişken tonlu bir yapıt çıkmış: Aslında 12 beste, sanatçının duygular coğrafyasında, sürükleyici bir gezinti gibi. Birinci tekil şahıs onları daha da kişisel kılıyor. Tabii şiirler yine güçlü, imgeler sağlam. Merchant, 'tek dünya' davasına adanmış kişiliğiyle, pop müziğin bataklı ormanında yol gösteren bir ateş böceği gibi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!