Köy meydanında konser vereceğim

Güncelleme Tarihi:

Köy meydanında konser vereceğim
Oluşturulma Tarihi: Mart 15, 1998 00:00

Haberin Devamı

Müzik dünyasında adeta bir bomba gibi patlayan Türk piyanist Fazıl Say'ın Mozart'ın eserlerini değişik bir teknikle çalarak yorumladığı ilk plağı Fransa'da klasikler arasında birinci sıraya oturdu. Fransız müzik dergisi Diapason'a kapak olan Say'a birçok yerden konser talepleri geliyor. Bach çalacağı yeni CD'sinin kayıtlarına başlayan Say, bir yandan da Aşık Veysel'e hayran olduğunu söylüyor.

28 yaşındaki Fazıl Say gazeteci yazar Ahmet Say'ın oğlu. Piyano çalmaya altı yaşında başlamış. İlk hocası Devlet Sanatçısı Mithat Fenmen, ailesinin mali durumunu öğrenince altı yıl ücretsiz ders vermiş ona. 11 yaşında Ankara Konservatuvarı'na girmiş. Devlet Sanatçısı Kamuran Gündemir'den çok şey öğrenmiş. İşte orada başlayan hikayesi, Almanya'ya, Berlin Filarmoni'ye, uluslararası ödüllere, Amerika'ya, New York Filarmoni'ye, Warner Music'le anlaşmaya kadar uzanıyor...

Say, 17 yaşında burs alarak Almanya'ya gidiyor. Oradaki okuldan 21 yaşında en yüksek dereceyle mezun oluyor. İlk ödülünü o yıl alıyor: Avrupa Ekonomik Topluluğu Piyano Yarışması Özel Ödülü. 22 yaşında Berlin Müzik Akademisi'nde hocalığa başlıyor. 24 yaşında Dünya Genç Sanatçılar Yarışması Avrupa Birincisi, 25 yaşında da yine aynı yarışmada Dünya Birincisi seçiliyor. Pek çok ülkede önemli konserler veriyor; o 20 yaşındayken, bestelediği piyano konçertosu Berlin Senfoni Orkestrası'yla çalınıyor.

Warner'la olan kontrata göre 2000 yılına kadar dört CD yapacak olan Say, bu yıl dört kez New York Filarmoni Orkestrası ile çalacak. Ve bunu yapan ilk Türk olacak. Cazla da ilgilenen Fazıl Say sorularımızı şöyle cevapladı...

Genç bir sanatçı ilk başarılarını izleyen zamanlarda yurt dışında nasıl karşılanıyor, zorlukları nelerdir?

- Eğer güzel bir konser veriyorsanız, dünyanın neresinde olursa olsun herkes size saygı gösterir, kimse size şu ülkeden geliyor, üçüncü dünya ülkesinin müzisyeni ya da Türk'tür, Arap'tır demez. Ama Mesela 7.5 yıl Almanya'da yaşadım, orada yaşayan bir Türk olarak birçok zorlukla karşılaştım. Yabancı düşmanlığı beni çok etkiledi.

Sizi kapak yapan Diapason dergisi, ‘‘Piyano ekolü olmayan bir ülkeden bu yerlere nasıl geldiniz?’’ sorusunu sordu, ne düşünüyorsunuz?

- Röportajlar gazetecilere göre değişiyor, bu soruda bir küçümseme var. Ama bir yandan da doğru bir bakış var. Rus ekolü vardır, gümbür gümbür ellerini kollarını yorarak çalarlar. Alman ekolü vardır, tane tane. Fransızlar biraz daha yumuşak, uçucu çalarlar. Ama şimdi öyle bir durum var ki dünyanın heryerinden binlerce piyanist var. Türkiye'den de. Ve bunlar farklı çalıyorlar. Bu demektir ki 3-4 ekol artık dünyaya hakim değil, daha çok kişilikler hakim. Bir yandan da kendi hatalarımızı da görmeliyiz. Türkiye'de belediye başkanı heykele tükürüyor, bakan ‘‘orkestra dinleyen Cumhurbaşkanı zurna dinlemesin’’ diyor, öteki baleye hakaret ediyor. Yani Türkiye'nin kendi gerçekleri var, onları temizleyerek ilerlemek lazım, yoksa 50 sene de geçse bu sorular sorulacak.

Aykırı bir Mozart yorumu

Bir de Deutsche Welle'de buna benzer ve Türklüğünüze dil uzatan bir soruyla karşılaştığınızı duydum, ondan da bahseder misiniz?

- Orada da gazetecinin bakış açısının ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Deutsche Welle'de benimle röportaj yapan gazeteci soruların arasında ‘‘Sizce Türk olmak iyi bir şey mi?’’ diye sordu, bunun sanatla ilgisi falan yoktu, ben de kendimi tutamayıp ‘‘Alman olmaktan iyidir’’ cevabını verdim.

Türkiye'deki dinleyici ile yurtdışında konser verdiğiniz salonları dolduran dinleyici arasında benzerlikler ve farklar görüyor musunuz?

- Var tabii... Ama beni hiç ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren kendi konsantrasyonum, kendi çalışmam, Türkiye'de de coşkulu güzel bir seyirci var, müzikten iyi anlayanlar, kötü anlayanlar var, ama bana göre önemli olan Türkiye'de sanatı destekleyenler var. Fransa'da belki yüzlerce yıldır gelen kültüründen dolayı salonu dolduran 400 kişinin çoğu müzikle içli dışlı olabiliyor, Türkiye'de 200'ü içli dışlı değildir ama seviyordur. Coşku açısından benzerlikler var tabii ki.

CD'niz büyük ilgi uyandırdı ve çok satıldı, getirdiğiniz yorum konusunda bize bazı ipuçları verebilirmisiniz?

- CD'nin üç büyük ödül alması ve şu anda satışta bir numara olmasının nedeni değişik bir spirit, değişik bir enerji var. Mozart daha tutucu çalınırdı, daha hafif, rahatsız etmeyeyim, havalarında çalınırdı. Ben özellikle Türk Marşı'nda mehter marşı seslerini, zil seslerini duymak istiyorum, piyanodan bir gümbürtü çıkmasını istiyorum. Daha dün annemiz varyasyonları var, beş yaşına inmek zorundayım ve bir çocuk gibi oyun oynamak zorundayım o parçayı icra ederken. Onun bir yaramazlığı var ki, şu ana kadar yapılan Mozart yorumlarına bayağı aykırı, ama hiçbir zaman kötü ya da başarısız değil, üstelik bu değişiklik tam başarı sayıldı. Ben daha gencim belki dedikleri gibi Mozart'a yeni bir soluk getirdim, bu doğrudur ama benim için önemli olan kendi soluğumu devam ettirmektir. Bach CD'sinde de aynı şeyler olacak.

Bir Türk besteci, dünyaya bir icracı kadar kolay açılabilir mi?

- Bestecinin zorluğu eserlerinin iyi çalınmasındadır, mesela Adnan Saygun'un veya Ulvi Cemal Erkin'in eserini Berlin Filarmoni çalsa, hakikaten birinci sınıf besteci denilebilir ona, çünkü iyi icra ederler. Bizim orkestraların potansiyelleri o kadar büyük değil açıkçası. İstanbul Senfoni Orkestrası, bir ona bakın bir de Berlin Filarmoni'ye bakın. Müzik yapma konusundaki bilgileri fazla değil açık söyliyeyim, Türk bestecilerin eserleri kötü icra ediliyor. Bunun sonucu eser kolay kolay tutmuyor, dünyada ise hiçbir zaman tutmaz. Maalesef besteciler biraz şanssız. Türkiyedeki orkestralar düzelebilir, daha iyi olur ama bir Berlin Filarmoni gibi olamaz, çok zor.

Bir genç müzikçiye, kariyerinin başında olan bir sanatçıya tavsiye edebileceğiniz şeyler var mı?

- Hayır çünkü ben de daha kariyerimin başındayım. İki CD yaptım, şu kadar konsere çıktım diye benden daha genç birisine bir şey tavsiye edecek durumda değilim. Mesela bu soruyu İdil Biret'e veya Pekineller’e sorsanız tamam...

Özellikle repertuarınızda bulundurduğunuz besteciler kimler?

- Benim repertuarım çok büyük değil, çok küçük de değil, kendi sevdiğim eserler var, aslında böyle bir soruyu cevaplamak bir müzisyen için yanlış, çünkü biraz da an meselesi. Bu yıl Mozart çalarım, üç yıl önce Bartok'u, bir süre sonra Bethooven'i çalarım, yani zamanla değişiyor bu, insanın öyle dramatik anları olur ki en çok Bethooven'i arar, çünkü Bethooven en çok kara günlerin müziğini yazmıştır. Mozart daha esprili, hayatın güzelliklerini, insanlar arası diyolagları yansıtır. Mozart tartışılmaz bir şekilde insanlık tarihinin en büyük hümanistlerinden biridir. O kadar ki onun yazdığı müzikler sanki kelimeler gibi, iki kişi konuşuyor gibi, piyanoda insan bunu parmakları arasında hissediyor, yani sanki bir kişi soru soruyor, öteki cevap veriyor. Büyük bir cümbüş var Mozart'ın müziğinde. Beş yaşında başladı, 35 yaşında öldü, 600 eser yazdı, bunu düşününce adamın hayatının ne kadar müzikten oluştuğu anlaşılıyor.

Mutluyum, mutlu ediyorum

Konserlerde dinleyici ile aranızda bir bağ kuran, arada bir elektriklenme yaratan sanaçılardansınız, bu duygu ortaklığı nedir?

- Ben hissettiğim müziği çalarken kendimi mutlu hissediyorum, ben kendimi mutlu ettiğim sırada başkalarını da mutlu ettiğime inanıyorum. Piyano çalmam müziğe dalmamla ilgili birşey, bu dalış sırasında beni dinleyenler de dalıyor olabilir.

Şimdiye kadar çalmak istediğiniz ama çalmadığınız ya da çalamadığınız bir parça var mı?

- Çalmak istediklerimin hepsini çaldım, ama çalmak isteyip henüz başlamadığım daha yüzlerce eser var. Bütün piyano için yazılmış eserleri çalmaya kalksak tam kırk kere yaşamamız lazım, sadece Bethooven'in 50 saatlik piyano müziği var.

Türkiye'deki müzik eğitimi üstün yeteneklerin yetişmesini sağlayacak düzeyde mi?

- Anneler çocuklarının yeteneğini farkediyor mu sorusunu sormak lazım burada... Ben şanslıydım bu konuda. Annem-babam Mozart dinliyorlar, klasik müziğe ilgileri var o çok önemli. Küçük yaşta birçok yetenekli çocuğun anne babasının dünyadan haberi yoksa çocuğun yapabileceği birşey yok.

Bundan sonraki hedefleriniz neler? Türkiye'de uygulamayı düşündüğünüz projeler var mı?

- Mozart CD'si nisan ortalarında Türkiye'de satışa çıkacak ve mayıs ayının ilk yarısında Ankara, İzmir ve İstanbul'da konserlerim olacak. 8 Nisan'da Paris Olimpia'da konserim var. Projelerim şöyle: Birincisi büyük bir kamyonun arkasında piyanomu koyup Anadolu'nun en ücra köşelerinde, gerekirse köy meydanlarında konser vereceğim, bunu para için değil, klasik müziği halka indirme misyonu için yapmayı arzu ediyorum. İkincisi bunu klasik müziğin dinlenmediğine inanılan ülkelerde yapacağım, Örneğin Tahran'da, bir Afrika ülkesinde... Üçüncüsü ise davet aldığım ülkelere gideceğim, örneğin Lübnan'a konser vermek üzere çağrıldım, gideceğim. Her zaman yeni arayışlar içindeyim.

Popçulara birkaç söz

Türkiye'de büyük bir kitle Sezen Aksu'yu kraliçe ilan etti. Üç nota, beş yanlış söz... Tarkan en büyük kral! Böyle yanlış bir yolda, hep popun kötüsüne takılmış insanlar. Klasik müzik Anadolu halkının kültürü değil, Anadolu halkının kültürü kendi müzikleri, dinsel müzikleri, saray müzikleri ki bence o bile dejenere edilmiş. Bugün bir Aşık Veysel'i sorsanız çok az kişi bilir, Dede Efendi'yi kim bilir, Gülnihal'in melodisini bilmek başka, bir de gerçekten Dede Efendi'yi bilmek başka.

Kültür eğitiminde büyük eksiklik var zaten onun için Sezen Aksu kraliçe oluyor, bu acıklı bir durum yani, bir mini etek, sahnede beş görüntü değişikliği olayın kötülüğünü örtmek için her türlü teknik kullanılıyor, ondan sonra yutturuyorlar. Mustafa Sandal iki milyon satıyor, bence şarkı söylemek bir yana doğru dürüst bağıramıyor bile.

Bunlar Medya'nın oynattığı insanlar, Mesela Tarkan çişim geldi diyor, haber oluyor, ama İdil Biret'e medya öyle birşey yapamaz, o piyanoya oturur neyse sanatı onu gösterir. Benim iyi sanata çok büyük saygım var. Kara Toprak'ta Aşık Veysel'in unutulmaz yorumundaki karizması, melodisi, şiiriyle beni etkiledi. Saz sesi, ud sesi, Türk halk enstrümanlarının sesi piyanoya uyarlanabilir, bu mümkün. Ben o mikrotonları piyanonun içine ellerimi sokarak ve telleri bastırarak bulabiliyorum, piyano bağlama değil ama sonuca yakınlaştırılabiliyor. Önemli olan atmosferi yaratabilmektir.

ÖDÜLLERİ

1991 Avrupa Topluluğu Genç Müzisyenler Yarışması Özel Ödülü, 1994 Almanya'da Avrupa Genç Sanatçılar Yarışması Birinciliği, 1995 New York Dünya Genç sanatçılar Yarışması Birinciliği (500 kişi arasında), Radyo France ödülü, Bera Casa Vakfı ödülü, Güney Amerika konserleri ödülü, Japonya'da Densu Ödülü, RTL Plak ödülü (Son CD için), Telerama FFFF büyük ödülü, Repertoire dergisi Ayın CD'si ödülü, Diapason Dergisi en yüksek Puan...

Davetlilere piyano ziyafeti

Piyanist Fazıl Say, Fransa'da piyasaya çıkan Mozart CD'si ve Fransa konserleri nedeniyle Paris Büyükelçiliğimizde verilen resepsiyonda hem Mozart hem de Aşık Veysel'in ‘‘Benim Sadık Yarim Kara Topraktır’’ parçasını çalarak davetlilere piyano ziyafeti çekti. Sanatçı dostu olan ve bu hafta başı Türkiye'ye dönen Büyükelçi Tanşuğ Bleda (sağda) ve eşi Erel Bleda'nın (solda) verdiği resepsiyonda Paris temsilcimiz Muammer Elveren (soldan ikinci) yanında Gülyar Say ve eşi piyanist Fazıl Say'la.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!