Kadınlığın mahrem coğrafyası

Güncelleme Tarihi:

Kadınlığın mahrem coğrafyası
Oluşturulma Tarihi: Mart 27, 1999 00:00

Haberin Devamı

New York Times'ın Pulitzer Ödüllü yazarı Natalie Angier'dan tartışma yaratan kitap

Seveni kadar sevmeyeni de olan Darwin ve Darwinistler, bir süredir feministleri de kızdırıyor. Bir bardak suda kopan fırtınanın sebebi kadınlık durumu. Daha doğrusu Natalie Angier'ın kadın bedeni hakkında kaleme aldığı bir kitap: ‘‘Woman: An Intimate Geography’’ (Kadın: Mahrem Bir Coğrafya). Angier, kadın bedeni hakkındaki genellemeleri ve Freud'un kadınlara yakıştırdığı meşhur ‘‘penis kıskançlığını’’ safsata olarak nitelendiriyor.

Şair ruhlu bir biyolog olarak nitelendirilen 41 yaşındaki Natalie Angier, kadınları pasif, zayıf ve hayatını ancak birine vakfettiğinde mutlu olabilir olarak damgalayan anlayışa açıkça karşı çıkan ilk feminist değil elbette. Feminizmin epey mesafe katettiği, ama biraz irtifa kaybettiği bir bin yılın eşiğinde Agnier'in kadın bedenini ve dişiliğini şiirsel bir dille ele alışı ve modern mitlere karşı çıkışı herşeye rağmen ilgi topluyor.

Üç yıl önce bir kız çocuğu doğuran Agnier, kadınlığa ve doğurganlığa methiyeler düzmesinde anneliğinin rolü olduğunu da gizlemiyor. Angier'ın kitabı, geçtiğimiz günlerde dokuz sayfasını ayırarak ‘‘dişilik hakkındaki gerçekler’’ konulu bir dosya hazırlayan ‘‘Time’’ dergisindeki bakış açısına adeta nazire yapıyor.

XEDEF DARWINİZM

‘‘New York Times’’ın yıldız yazarlarından biri olan Angier'in saldırdığı başlıca hedefler, evrim teorisiyle açıklanan psikoloji ve Darwinizm'in ta kendisi (dolayısıyla Darwin). Bu arada Angier'ın ne kadar dişli bir feminist olduğunu anlatmak için onun Pulitzer ödüllü bir bilim yazarı olduğunu söyleyelim.

Natalie Angier sadece tartışmalar yaratan bir kitap yazmakla yetinmemiş, kendine kendisi gibi güçlü yandaşlar da bulmuş. Yakın dostu, feminist ve saygın bir bilimkadını olan London School of Economics'in Doğa Felsefesi ve Sosyal Bilimler Merkezi'nin Başkanı, ‘‘The Ant and Peacock’’un yazarı (Karınca ve Tavuskuşu) Helena Cronin ile ‘‘New York Times’’ta kendi kitabı hakkında bir söyleşi yapmış. Helena Cronin, bu söyleşide evrim teorisini savunanların meşhur ‘‘doğal elenme’’ teorisini feminist bir söylemle açıklıyor ve daha adil bir toplumda yaşamanın bu biyolojik sonuçlara farklı bir gözle bakmaktan geçeceğini söylüyor.

Natalie Agnier'ın yazdıklarına herkes Cronin gibi arka çıkmıyor tabii. Ona karşı olanlar da Agnier'ın, bilimsel gerçekleri çürütme yoluna takılmış durumdalar. Onun bilimsel gerçekleri tıpkı çamurdan kek yapmaya çalışan biri gibi yoğurup yamyassı ettiğini söyleyenler var, ama Natalie Agnier büyük oynuyor. Cinsel davranışlar ve karşı kültürlerle ilgili en önemli çağdaş görüşleri içeren makalelerde bile birçok çarpıklık ve yanlışlık olduğunu belirtiyor ve ‘‘Bu makalelerin etkileri her yerde görünüyor. Gazetelere yansıyan hikayelerde, çizgi filmlerde, romanlarda. En kötüsü de kokteyl partilerdeki bayat erkek esprilerinde...’’ diyor.

Agnier'ın kitabını bu denli popüler yapan bir başka özellik de sanki feminizm ve Darwinizm karşılıklı sohbet ediyorlarmış gibi bir etki yaratması. Kadınlar ve erkeklerle ilgili biyolojik farklılıkları içeren tartışmaların tam kalbinde, yıllardır tekrarlanan yalanların olduğunu söyleyen Agnier bu yapay uçurumlara şiddetle karşı çıkıyor. Agnier'ın tabu devirmeye yönelik stili, kadınlığı ondan önce ele alan Helen Fisher, Marry Zeiss Stange ve Dianne Hales gibi feminist antropolog ve biyologların açtığı tartışmalara yepyeni bir enerji getiriyor.

WONDERBRA VE RUJ

Agnier'ın kitabında verdiği kimi örnekler de bu görüşü birebir destekliyor. Ofislerde çalışan modern kadınları ‘‘Wonderbra’’ sutyenler ve rujlarla silahlanmış ve avlanmaya hazırlanan mağara kadınlarına benzetmesi, hem enerjik üslubunu hem de popüler kültür kodlarını ne denli ustalıkla kullandığına çarpıcı bir örnek. Bütün dünya klinik bir tablo olarak betimlenen PMS (Pre Menstural Sendrom-adet öncesi sendromu) ile başetmenin yollarını ararken, Agnier adet günlerinde hayatının en mutlu, verimli ve enerjik dönemelerini yaşadığını söylüyor. Kadınların çoğunun korkulu rüyası olan menopozu harika bir başlangıç olarak nitelendiriyor. Freud'un tam tersine bir güç dalgası olarak merkeze vajinayı koyuyor ve klitorise methiyeler düzüyor. Vajinasının gücünün farkında olan kadınların daha mutlu ve bedenleriyle barışık olduğunu üstüne basa basa tekrarlıyor ve bunu şiirsel bir anlatım izleyerek yapıyor.

Agnier'in fikirlerini modası geçmiş, saldırgan ya da rahatsız edici bulabilirsiniz ama bedenlerimize ve ruhumuza farklı bir açıdan bakmanın kime ne zararı olabilir ki?

Derleyen: Yeşim ÇOBANKENT

Dersimiz biyoloji

Klasik Darwinist yaklaşıma göre erkek ve kadın bedeni arasındaki farklar (Başka bir deyişle üstünlükler):

Beden yapısı

Kadın bedeni erkeğinden daha hafif ve zayıftır. Daha fazla yağ ve daha az kas vardır. Kemikler daha küçük ve hafiftir, omuzlar daha dardır. Kadın metabolizması erkeğinkinden daha yavaştır ve kalbiyle akciğerleri daha küçüktür.

Sindirim sistemi

Kadınların salyası kimyasal olarak erkeğinkinden farklıdır ve kadınların sindirim işlemi daha uzun sürer. Kadınlar kabızlığa ve sindirim sistemi bozukluklarına erkeklerden daha sık yakalanırlar.

Akıl sağlığı

Kadınlarda ruhsal durumu düzenleyen serotonin hormonunun düzeyi daha düşüktür, bu nedenle Prozac gibi serotonin içeren ilaçlara ve uyuşturuculara daha duyarlıdırlar. Kadınlarda salgılanan östorojen hormonu Alzheimer gibi hafıza kaybına yol açan hastalıklara karşı doğal bir savunma sağlar.

Ağrı

Kadınların ağrı düzeyinin erkeklerinkinden farklı olduğu kanıtlanmış. Bilimsel bir çalışmaya göre kadınlar dişçi koltuğundaki acıya erkeklerden daha dayanıklı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!