En nefret ettiğim iki başyazar

Güncelleme Tarihi:

En nefret ettiğim iki başyazar
Oluşturulma Tarihi: Ocak 10, 2002 00:00

ÖNCEKİ akşam Feriye Lokantası'nda, başyazarımız Oktay Ekşi'nin gazetecilik mesleğinde 50'nci yılını kutladık.Çok sıcak ve içten bir geceydi.Masada Oktay Bey'in konuşmasını izlerken, biraz gerilere, öğretim üyeliği yaptığım yıllara döndüm.O yıllarda bütün gazeteleri okumaya çalışırdım.Ama Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet'i mutlaka her gün okurdum.İzlediğim bir başka gazete de Tercüman'dı.* * *Okuduğum gazetelerden iki başyazarı hem çok sever, hem de nefret ederdim.Daha doğrusu bazı günler sever, bazı günler de neredeyse lanet okurdum.Nasıl olur diye sorarsanız, cevabım çok basit.Tamamen psikolojik.Benim görüşüme uygun şeyler yazdıkları zaman onları çok sever, farklı şeyler yazdıkları zaman da nefret ederdim.Baudelaire'in ‘‘Ey benim ikiyüzlü okurum’’ dediği türden bir okurdum yani.İşime geldiği zaman öyle, gelmediği zaman böyle.Bu yazarlardan biri Oktay Ekşi'ydi, öteki rahmetli Abdi İpekçi...Bazen benim düşüncemi öylesine destekleyen yazılar yazarlardı ki, ayağa fırlar, ‘‘Helal olsun’’ diye bağırırdım.Bazen de, hadi şimdi burada yazmayayım, çok ağır laflar söylerdim.Ama itiraf edeyim, her ikisi hakkında da içimde aynı gizli duygu vardı.Hayranlık.O zamanlar onlar hakkındaki bu çelişkili duygularımı anlayamazdım.Onları ‘‘yanar döner’’ sanırdım.Şimdi kendim de yazmaya başlayınca anlıyorum.Yazarlık, gerektiğinde ‘‘nefret edilme’’ riskini göğüslemekmiş.Yazarlık, alkışlanma kadar yuhalanmaya da idmanlı bir ruh ve karakter gerektiriyormuş.* * *Çünkü insanlar çoğunlukla, kendi düşüncelerine uygun şeylerin yazılmasından hoşlanıyorlar.Oktay Ekşi işte bu riskleri göze alan yazardır.O, 50 yıl boyunca hep aynı kaldı.Ama hálá zaman zaman beni çılgına çevirmeyi başarıyor.Demek ki bunca yıl içinde ‘‘yuhalanmaya tahammülü’’ öğrenmişim, ama ‘‘yuhalamaktan vazgeçmeyi’’ hálá tam olarak becerememişim.İnsanlık işte...* * *Haftanın en az dört beş gününü yazıişleri masasında birlikte geçiririz.Onu sadece televizyondan veya yazılarından tanıyanlar, çok ‘‘Ağır ol da molla desinler’’ türünden bir insan sanabilir.Oysa yazıişleri masasının başında çok farklı bir Oktay Ekşi vardır.Kendi kendiyle dalga geçmeyi bilen, esprili, hoşgörülü bir insan.19 Mayıs'ta Samsun'a giden Doğan Hızlan'a, Damat Ferit imzasıyla telgraf çeker.Bu onun muzip yanıdır.Yani hiç bilinmeyen yanı.Ama konu bir kanun maddesi veya kararnameye geldiği zaman, onun arşivci ikizi hemen ortaya fırlar.Oktay Bey her şeyi hatırlar.Hatırlamazsa, yerini bilir.Bilir ve bulup getirir.Bu, onun araştırmacı yanıdır.Bazen müthiş bir haberin keyfini yaşarken, o küçücük bir soruyla manşetimizi berbat eder.Bu onun Basın Konsey'ci yanıdır.Sorgulayıcı tarafıdır.* * *Gazetemizin sahibi Aydın Doğan, başyazarımız için hazırladığımız kitaba şunları yazmış:‘‘Oktay Ekşi, 50 yıldır gazetecilik yapıyor. Yıllardır Hürriyet'in başyazarı.Bir meslekte 50 yıl, o kişi için verilebilecek bütün sicillerin verildiği bir süredir.Bunların ille de bir yerde yazılı olması da gerekmez.Bazen o sicil vicdanlarda verilir.Şimdi Oktay Ekşi'nin 50 yıllık mesleki bilançosunu çıkardığınız zaman ne görüyorsunuz?Hep dürüstlük, hep doğru bildiği çizgiyi sürdürme, hep tarafsız kalma çabası, hep hakkını teslim etme uğraşı...Ve özel hayatı ile de hep meslekte yeni gelenlere sağlam bir örnek sunma kaygısı.Oktay Ekşi, bizim deyişimizle Hürriyet'in ‘İSO 9001 kalite belgesi' gibidir.’’Ne diyeyim, Allah hepimize böyle güzel bir 50 yıl nasip etsin.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!