Dış politika rotası

Güncelleme Tarihi:

Dış politika rotası
Oluşturulma Tarihi: Ocak 19, 2002 00:00

HAFTA içinde kaleme aldığım ve Türkiye'nin dış politikadaki tercih ve alternatiflerini irdeleyen yazılarımda, özetle aşağıdaki noktaları vurguladım.Bir: Coğrafi, tarihi ve kültürel nedenlerden ötürü Ankara'nın ana siyaseti Avrupa ekseni üzerine oturmak zorundadır. AB üyeliği en stratejik hedeftir.Bunun gerçekleşebilmesi şartlarından biri de, Türkiye'nin Birleşik Amerika'ya karşı belirli bir mesafe koymasıdır. Zira Yaşlı Kıta başkentleri ülkemizin Topluluk bünyesinde ABD'nin bir ‘Truva atı’ gibi davranmasından korkmaktadır.İki: Yukarıdaki olgu hiçbir şekilde Washington'dan ‘kopmak’ anlamına gelmez. Gelmemelidir. Çünkü, toplumsal ütopya boyutlu kendi Avrupa hedefimiz ötesinde bir de jeostratejik gerçeği içeren başka bir eksen mevcuttur.Onu da haritaya, kürenin yegane süper gücü Birleşik Devletler çizmektedir.Bugün olduğu gibi yarın da ABD bizim için ‘özelliğini’ koruyacaktır.Üç: Tüm zaaflarına rağmen İslam alemindeki tek laik ve çoğulcu ülke olan Türkiye'nin Müslüman kimliği 11 Eylül sonrasında daha da avantaja dönüşmüştür.Hem AB, hem de ABD, İsevi Batı'yla Muhammedi dünya arasında ‘köprü’ işlevi görebilecek ve çelişkileri törpüleyebilecek bir ‘model başkent’ arayışındadır.Dini aidiyetiyle barışık bir Ankara bunu araç olarak kullanabilirse, tam biçilmiş kaftandır. Ama uygulama için ‘model’in biraz restorasyonu gereklidir.İşte, çok genel hatlarıyla, Türkiye'nin dış politikadaki tercih, alternatif ve potansiyellerini yukarıdaki manzara içine oturmak gerekiyor.* * *ŞÜPHESİZ, ‘nebülöz’ denilen türden ve hem birbirlerinin içine geçmiş, hem de birbirlerini etkileyen çelişkili bir yumak durumundaki bu manzara resminde objeleri, renkleri, nüansları, detayları ayırmak o kadar kolay iş değil.Başka bir deyişle, önce cangıl ormanın bütününü görüp ağacın tekilliğine aldanmadan dış politika rotası belirlemek; sonra da çıkacak engellere rağmen aynı rotaya devam ederek ovaya varabilmek, zorlu bir uğraş gerektiriyor.Kaldı ki, zaten çetrefil dünya 11 Eylül ertesi karman çorman hale geldi.Üstelik, coğrafyasında yaşadığımız bölge, aidiyetini taşıdığımız kimlik ve kolektif hafızasıyla yoğrulduğumuz benlik itibariyle, dış politika saptarken ve uygularken bizim daha kılı kırk yaran bir maharetle davranmamız gerekiyor.Doğru, işimiz zor, fakat üstesinden gelmemiz mümkündür.* * *HADİ, mirasçısı olduğumuz büyük imparatorluğun bir ‘ekol’ niteliğindeki o geniş ufuklu diplomasi geleneğini hesaba katmayayım... Ama, Türkiye'de bugün de yukarıdaki perspektifi gören elit veya beyin sayısı hiç de az değildir.Ancak, hem onların karar mekanizmalarındaki etkinliği sınırlı olduğundan; hem de ‘derin devlet’in acil tercihleri ve iç siyasetin popülist yaklaşımları uzun vadeli bakış açısını ıskaladığından, ülkemiz çoğu defa günübirlik bir seyir tutturmaktadır. Türbülans değilse bile yalpalamalar yaşamaktadır.Fakat şükür, yukarıdaki coğrafya, aidiyet ve hafıza birer zorlanma unsuru olduğu kadar avantaj da içerdiğinden, otomatik pilota bağlanmışçasına, Türkiye ‘rical’in iradesinden bağımsız olarak yine de esas rotayı tutturabilmektedir.Başka bir deyişle, hayatın gerçekçiliği bizi de gerçeğe sürüklemektedir.Nitekim, tüm ‘ters akıntı’lara rağmen AB hedefinin şimdi kesin kalıcılık kazanmasından başlayın ve nasyonal cumhuriyetçilerimizin ‘Saddamperest’liğine rağmen Ankara'nın Bağdat haramisini artık defterden silmesine uzanın, hayatın, dünyanın ve Türkiye'nin gerçeği eninde sonunda dış politikayı belirlemektedir.Ama neden eninde sonunda olsun? Niçin boşu boşuna kaynak heba edilsin?Gideceğimiz ana güzergah belliyken, neden sapa yollarda vakit yitirilsin?Sanıyorum ve bilhassa umuyorum ki, yerküreyi temelinden silkelemiş olan 11 Eylül depremi ertesinde artık ‘otomatik pilotlu’ bir dış politikayla değil, ‘mesul pilotlu’ bir dış politikayla geniş ve uzak semalara uçacağız.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!