Derogasyonda belirsizlik

Güncelleme Tarihi:

Derogasyonda belirsizlik
Oluşturulma Tarihi: Nisan 04, 2004 01:45

Türkiye, Annan Planı’nın son halinde derogasyonlar yani istisnai hükümlerin korunması için tam bir güvence alamadı. Planın bütününe hákim olan ‘ver-al’ dengesine dayalı tasarım ise ancak bu derogasyonların kalıcı olması halinde mümkün olacak.

ANNAN Planı’nın son şeklini aldığı süreçte Türk tarafının en çok hayal kırıklığı yaşadığı başlıkta, istisnai hükümlerin (derogasyonlar) kalıcılığı konusunda hedeflenen bağlayıcı ve kalıcı güvencenin alınamamış olması geliyor. Bu nedenle, anlaşmanın zamanla içinin boşalabileceği konusundaki kaygılar ortadan kalkmış değil.

Sorunu anlatabilmek için derogasyonlar konusunu kısaca açalım.

Plan, Türk tarafının özellikle iki kesimlilikle ilgili beklentilerini karşılamak üzere pek çok başlıkta AB müktesebatından (AB kurallar bütünü) uzaklaşan istisnai koruyucu düzenlemeler getiriyor. Bu sapmalara ‘derogasyon’ deniliyor.

Planın bütününe hákim olan ‘ver-al’ dengesine dayalı tasarım, ancak bu derogasyonların kalıcı olması halinde mümkün.

Derogasyonların zamanla aşınması, plana onay verilmesini mümkün kılan ver-al dengesini ortadan kaldırıp, imza atan taraflardan birini zararlı bir duruma sokabilir.

Türk tarafı açısından tehlike şurada yatıyor: Ankara ve KKTC hükümeti, plana olurlarını Kıbrıslı Türkler için sağlanan belirli avantajlara (örneğin Türk bölgesine gelen Rumların senatör seçilemeyecekleri gibi) dayanarak bildirdiler.

TÜRKİYE’NİN 2 KRİTİK TALEBİ

Gelgelelim anlaşma, Rumların bireysel yollardan Lüksemburg’daki Avrupa Adalet Divanı (AAD) ya da Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurarak, plandaki derogasyonların Avrupa hukuk normlarına aykırı olduğunu ileri sürme haklarını ortadan kaldırmıyor.

Örneğin, mülkiyet rejimiyle ilgili düzenlemelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılığı ileri sürülebilir.

AİHM, derogasyonların sözleşmeye aykırı olduğuna kanaat getirip, ihlal kararı verirse, hukuken planın bu hükmünün uygulanmaması zorunluluğu ortaya çıkar. Benzer bir tehlike, Lüksemburg’daki AAD’nin kararları açısından da geçerli.

Türkiye, işte ileride anlaşmanın içeriğinin Rumlar lehine değişmesi anlamına gelebilecek bu olasılığı ortadan kaldırmak amacıyla bitişik iki önemli talepte bulundu:

1) Derogasyonlar kalıcı olsun ve bunu sağlamak üzere 2) Annan Planı, Avrupa hukuk sistemi içinde ‘birincil hukuk’ (primary law) metni haline getirilsin.

AB’de ‘birincil hukuk’ statüsündeki bir hukuk metni, anayasanın değiştirilemez hükümleri gibi kalıcı bir şekilde ‘delinemez’ bir nitelik taşıyor. Bir başka deyişle, bu statü, ilgili metni Lüksemburg ve Strasboug’daki mahkemelerin olası kararlarına karşı koruma zırhıyla kaplıyor.

BİRİNCİL DEĞİL İKİNCİL HUKUK OLDU

Peki, Türkiye bu isteklerini alabildi mi?

Hemen yanıtlayalım: Varılan uzlaşmaya göre derogasyonlar bu aşamada kalıcı olmayacak.

Peki, Annan Planı ‘birincil hukuk’ metni haline geldi mi?

Yanıt: Bu aşamada gelmedi; yalnızca bu konuda söz alındı.

Yürütülen uzun pazarlıklar sonucunda, AB’nin bu aşamada yanaştığı formül, söz konusu derogasyonlara ‘ikincil hukuk’ statüsünün kazandırılması oldu.

Derogasyonlar, Annan Planı’nın ekinde AB Komisyonu’nun taahhütlerini içeren bir ‘uyarlama senedi’ (act of adoptation) içinde düzenlendi.

‘Uyarlama senedi’nin AB hukukundaki konumu ‘ikincil hukuk’ ve AİHM ve AAD kararları karşısında tam bir koruma güvencesi içermiyor.

Ancak anlaşma, Annan Planı’nın pekálá ‘birincil hukuk’ statüsü kazanmasını sağlayacak kapıyı kapamış değil.

Anlaşma, AB’nin ‘uyarlama senedini zaman geçirmeden birincil hukuk haline getirme’ tahhüdünü içeriyor.

Bu, bir taahhüt ve Türk tarafının istediği mutlak bağlayıcı güvencenin gerisinde kalıyor.

AB PARLAMENTOLARI ONAYLARSA MESELE YOK

Bu taahhüt nasıl yerine getirilebilir?

AB’nin gerekli siyasi iradeyi sergilemesi halinde Annan Planı’na ‘birincil hukuk’ statüsü kazandırması pekálá mümkün.

Bu yol, Annan Planı’nın AB’ye üye ülkelerin parlamentolarından ve ayrıca Avrupa Parlamentosu’nun onayından geçirilmesi.

Gelgelelim AB, bugün itibarıyla 15 AB üyesinin parlamentolarından onay işleminin 1 Mayıs tarihine kadar yetiştirilebilmesini pratik nedenlerle mümkün görmüyor. Ayrıca, Yunan parlamentosunda reddedilmesi olasılığından endişe ediliyor.

Ancak, istenirse 1 Mayıs tarihinden sonra yeni katılımlarla birlikte bu kez 25 AB üyesinin parlamentosundan geçirilebilmesi mümkün.

Bu noktada, riskleri bertaraf etmek üzere planı AB parlamentolarına tek bir paket olarak sunmak yerine, yeni AB Anayasası ya da Bulgaristan ve Romanya’nın Katılım Antlaşmaları’na ekleyerek bir büyük paket halinde getirmek seçeneği ağırlık kazanabilir.

Bu durumda da bir-iki yıllık bir bekleme süresi gerekecek.

NEFESLER TUTULMAYA DEVAM EDECEK

Görüleceği gibi her şey, Kıbrıs sorununun çözümüne yaşamsal bir öncelik veren AB’nin bu ek adımı atıp atmayacağı sorusunda düğümleniyor.

AB’nin bu işlemi tamamlamaması ve planın sonradan AİHM ve AAD kararlarıyla delinmesi, çözüm sürecini de altüst ederek, Kıbrıs’ta yerleştirilmek istenen barış ve istikrar ortamını tehlikeye sokabilir.

Çözüm sürecinde samimi ise ve güvenilirliğini kaybetmek istemiyorsa, AB’nin bu hukuksal süreci tamamlamaktan başka bir seçeneği bulunmuyor.

Dolayısıyla, bu en son hukuksal işlemin sonuçlanacağı güne kadar Annan Planı’nın delinip delinmeyeceği konusundaki kaygıların süreceği söylenebilir.

Annan Planı’nda AB’nin Türkiye’ye taahhüdü

AB Komisyonu, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye katılım koşullarını içeren ekli ‘Uyum Senedi’ni her iki tarafta ayrı ayrı ve aynı anda yapılacak referandumlardan sonra, ancak 24 Nisan’dan önce değerlendirmek üzere ve 1 Mayıs tarihinden önce onaylanmak üzere AB Konseyi’ne sunmayı teklif eder.

Bundan öteye, AB Komisyonu, AB hukuk sistemi içinde bütün taraflara birincil hukukun uyarlanması ile sonuçlanacak ve hukuki kesinlik ve güvenlik sağlayacak nihai bir sonucu gecikmeksizin ortaya çıkarmayı taahhüt eder.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!