Özkan'la hemşeri çıktı BAŞBAKAN Ecevit'in hekimi Prof.
Turgut Zileli ile Başbakan Yardımcısı
Hüsamettin Özkan hemşeri çıktılar. Tesadüfe bakın ki, Prof.
Zileli de
Özkan gibi Kayseri'nin Develi İlçesi'nden.
Zileli 1926'da Develi'de dünyaya gözlerini açmış. Bir başka deyişle,
Ecevit'ten bir yaş küçük.
Develi deyince, Develililer'in hasletlerini kısaca anmak gerekiyor. Develili olmak demek, uyanık, zeki ve kül yutmaz olmak demek; leb demeden leblebiyi anlamak, karşısındakinin bakışlarından niyetini okumak demek. Develililer de Kayserililer gibi ticaret alanındaki becerileriyle tanınıyorlar. Gelgelelim
Zileli, farklı bir yönelişe girmiş ve tıp okumuş.
Bunda çok küçükken İstanbul'a göç etmesi ve bütün tahsilini burada
Türk basını asparagası nasıl yerMEDYADA genel kabul gören yanlış nasıl doğruya dönüşür?
Bu sorunun yanıtını almak için Başbakan
Ecevit'in Başkent Üniversitesi Hastanesi'nden ayrıldığı 27 Mayıs gününe dönelim.
Ecevit'in hastaneden çıktığı dakikalarda bir TV kanalının flaş olarak geçtiği
‘Başkent Hastanesi Ecevit’e çalışabilir raporu verdi' haberi ortalığı karıştırdı.
Neredeyse tüm TV’ler teyid aramadan haberin üstüne atladılar. Aynı tablo, akşam haberlerinde de tekrarlandı.
Başkent Üniversitesi yetkilileri hiçbir açıklama yapmayınca,
haber doğru kabul edilip, ertesi gün bütün gazetelerin birinci sayfalarını da işgal etti. Gerçek sonradan anlaşıldı. Başkent Rektörü Prof.
Mehmet Haberal ve Prof.
Turgut Zileli, Ecevit'e
‘1 ay evde istirahat’ raporu vermişlerdi. Bununla da yetinmemişler,
Ecevit'in 24 saat hekimler heyetinin yakın gözetimi altında tutulmasını salık vermişlerdi. Ayrıca Prof.
Haberal, raporun kopyasını Başbakanlık Müsteşarı
Ahmet Şağar'a göndermişti.
Gerçeğin er geç ortaya çıkmak huyu, Türk medyasının bu toplu hatasını sonradan gün ışığına çıkardı.
Bir zamanlar sakalı koyvermiştiBİR zamanlar fırtınalar estirirdi
Hüsamettin Özkan. Akşam gazetesinin Açık Hava Tiyatrosu'nda düzenlediği dans yarışmasında çaça, twist ve çarlistonda birinci gelmiş, ancak akşam elinde kupayla eve gelince babasından
‘‘Bu ne kepazelik, bizim ailede dansçı olmaz’’ diye ağır bir zılgıt yemişti.
O yıllarda zamanın modasını takip ederdi. Gerçi hippi olmamıştı, ama saçı ve sakalı uzatıvermişti. Fotoğrafta evliliğinin ilk yıllarında eşi
Çiğdem Hanım'la birlikte bir cemiyet faaliyetinde görülüyor. DSP kulislerinde
Özkan'ın
Rahşan Hanım'ın kendisine uyguladığı ambargoyu protesto etmek için, yeniden sakal bırakabileceği konuşuluyor.
DSP tüzüğü kayıp
BAŞBAKAN Ecevit'in liderler zirvesine gidememesi üzerine kimin
‘Vekil’ olacağı tartışmasına son noktayı Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer koydu:
‘‘DSP'nin tüzüğüne bakarız.’’
İşte bu noktada DSP milletvekilleri, parti tüzüğünü unuttuklarını anımsadılar. Hemen hemen hiçbirinin elinde parti tüzüğü yoktu.
Vekalet sistemi nasıl işler, genel başkan ayrılırsa ne olur, kurultaya nasıl gidilir gibi hassas sorulara yanıt bulmak isteyenler, tüzük için önce DSP'nin internet sitesine girdiler.
DSP'nin sitesinde tüzük yoktu.
Milletvekilleri daha sonra grup yönetimine başvurdular. Bu, grup yönetimi tarafından şüpheli faaliyet kategorisinde yorumlandı. Verilen yanıt şu oldu:
Ne yapacaksınız ki tüzüğü?
Olaydan haberdar olan gazeteciler de tüzüğün peşine düştüler. Bir parti yöneticisi, tüzüğü soran gazetecilere çıkıştı:
Tüzük bizim aile içi meselemiz. Gazetecilere neden verelim ki?
Sonunda bir gazeteci, çekmecesinin derinlerinde kalmış, eski tarihli bir tüzüğün fotokopisini buldu. DSP'yi izleyen gazeteciler ve milletvekilleri
‘dayanışma’ halinde bu tek fotokopiyi kullanmaya başladılar.
Ama tüzüğün neresi, ne kadar değişti bilinmiyor. Şeytan ayrıntıda gizli olduğu için tüzüğün son şeklini bulmak için TBMM'de seferberlik sürüyor.
TBMM kulislerinde yapılan esprilerden biri, tüzüğü bulan gazeteciye
‘yılın gazetecisi’ ödülünün verilmesi.
Gazeteciler, son çare polise başvurmayı düşünüyorlar. Çünkü, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün siyasi partiler masasında bir tane tüzük bulunması gerekiyor.
HAKLISIN AMCA! TÜRKİYE ile Kıbrıs arasındaki yakın ilişkiler, iki hafta önce Kıbrıs'ta heyetlerarası resmi toplantıdaki
‘akraba’ bir diyalogla, katılanlara kahkahalı anlar yaşattı. KKTC Cumhurbaşkanı
Rauf Denktaş ile Dışişleri Bakanı
İsmail Cem'in başkanlık ettikleri heyetlerle yapılan toplantıya, Dışişleri eski bakanlarından Prof.
Mümtaz Soysal ile Dışişleri Özel müşaviri
Engin Soysal da katıldı.
Prof.
Mümtaz Soysal, Denktaş'ın Anayasa danışmanı olarak KKTC heyetinin içinde yer aldı.
Engin Soysal ise Dışişleri Bakanı
Cem'in özel müşaviri olarak Türk heyetinin içinde.
Denktaş'ın kısa konuşmasının ardından Prof.
Soysal, KKTC'nin tezlerini anlatarak, Ankara'nın desteğinin daha da artmasını istedi.
Cem'in konuşmasını takiben, söz
Engin Soysal'a geçti.
Cem'in sağ kolu
Engin Soysal, Ankara'nın KKTC'ye tam desteğini seslendirdikten sonra
Mümtaz Soysal'a dönerek,
‘‘Amcamın görüşlerine katılıyorum. Haklısın amca’’ dedi.
Engin Soysal'ın bu sözleri üzerine salon kahkaya boğuldu.
Prof.
Mümtaz Soysal, Engin Soysal'ın öz amcasıydı.
Amca
Soysal, AB'ye muhalefeti ile tanınıyor. Yeğen
Soysal ise sıkı bir AB'ci olan
Cem'in en yakın çalışma arkadaşı olarak amcasına eleştirel bir çizgide duruyor. Rivayet olunur ki, amca, arada bir amcalık hakkını kullanarak yeğenine AB konularında iğneyi batırmaktan kendini alamıyor.
Peki
‘‘Haklısın Amca’’ sözünü KKTC Lideri
Rauf Denktaş nasıl karşıladı?
Denktaş, gülerek şöyle dedi:
,
‘‘Normal canım, olacak o kadar. Amca demeyip de, ne diyecekti?’’ Protokol kusuru DYP Lideri
Tansu Çiller, Cumhurbaşkanı
Sezer'in topladığı
‘Çankaya zirvesi’ne
‘‘Başbakan katılmazsa ben de katılmam’’ diyerek katılmadı. Ama asıl
‘sorun’ bu değil.
Çiller katılmayacağını Cumhurbaşkanlığı'na bildirmemiş. Oysa devlet protokolünde, hele ki
‘doruk toplantısı’ söz konusuysa, bu durumun, hatta gerekçenin Cumhurbaşkanı katına sözlü ya da yazılı olarak bildirilmesi geleneği vardır. Ötesi, eskiden başbakanlık yapan bir liderin, devlet protokolünü iyi bilmesi gerekir.
Sezer’in kişiliğini bilenler, onun
Çiller'in bu tavrını
‘kolay kolay unutmayacağını’ belirtiyorlar.
Sezer'in cuma günü İstanbul'da,
‘‘Çiller'
in katılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?’’ sorusuna verdiği yanıt ve yüz ifadesi de, konuyu belleğinde kayda aldığını gösteriyor:
‘‘Ona sorun, kendisi bilir...’’Bizim federaller geliyorABD polisiyelerinin en kritik sahnelerinde kapı, bir tekmeyle ve
‘‘Freeze, ef-biy-ay’’ (FBI) uyarısıyla açılır.
‘‘Dön, öylece kal, kıpırdama’’ anlamındaki bu uyarı, aynı zamanda FBI'ın
(Federal Bureau of Investigation-Federal Soruşturma Bürosu) ‘olay yerinde olduğu ve olaya el koyduğu’ anlamına gelir.
FBI ajanı, silah namlusu gibi parlayan metal rozetli
‘Special agent’ kimliğini gösterdiğinde, akan sular durur. Hollywood filmlerinde
Clint Eastwood'un defalarca canlandırdığı
‘eski tüfek’ polis memurları, şefleri ve kasaba şeriflerinin, kısaca
‘fed (federaller)’ olarak anılan FBI'cılara
‘diklendikleri’ sahneler eyalet polisleri ile federaller arasındaki kıskançlığı gösterir. Çünkü, federaller merkeze bağlıdırlar ve eyalet makamlarının üstünde yetkiye sahiptirler. Federaller gelince, eyalet polisine çekilmek ya da fed'lere yardımcı olmak düşer. Ayrıca, federaller biraz havalıdırlar, diğerlerine tepeden bakarlar.
Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı'nın FBI modeline göre yeniden yapılandırılmasının ardından, bakalım bu tür kıskançlıklar Türk polisinin yaşam ekranına da girecek mi? Çünkü, Asayiş Daire Başkanlığı
(ADB), aynen FBI’daki gibi ülke genelinde operasyon yapma yetkisiyle donatılmış
bir tür federal dedektif ekipleri oluşturdu. Bizim federaller de öncelikle faili meçhul cinayet dosyalarını yeniden araştırmaya başladı.