Ben olsam, rektörlüğe bir oy alanı atardım

Güncelleme Tarihi:

Ben olsam, rektörlüğe bir oy alanı atardım
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 17, 2000 00:00

Haberin Devamı

YÖK'ün babası İhsan Doğramacı, rektör seçimindeki tartışmaya, ‘‘seçim kaldırılsın’’ diyerek katıldı. Bir oy alan adayın sadece bir kişiye angaje olduğunu belirten Doğramacı, ‘‘Bu yüzden ben olsam, onu rektör yaparım’’ dedi.

HACETTEPE ve Bilkent Üniversiteleri'nin kurucusu, YÖK eski Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, YÖK'ün Dokuz Eylül Üniversitesi'ndeki rektör seçiminde en düşük oy alan adayları Cumhurbaşkanı'na sunmasıyla başlayan tartışmayı değerlendirdi.

Prof. Dr. Doğramacı, ‘‘Ben olsam bir oy alan adayı rektör tayin ederdim. Çünkü bir kişiye angaje olmuştur. En az o taviz vermiştir’’ dedi.

Rrektörlerin seçimle iş başına gelmesi sistemini ‘‘Bunun sonu kargaşa olur’’ diyerek, 13 Temmuz 1992'de YÖK Başkanlığı'ndan istifa eden Doğramacı, 9 Eylül Üniversitesi'nde en az oy alan adayın rektör olarak atanması gerektiğini savundu.

Doğramacı, ‘‘İdari özerklik olmazsa akademik özerklik de olmaz’’ iddialarının temelsiz olduğunu belirtti.

SEÇİM KALDIRILSIN

YÖK Yasası'nda 1992 yılında yapılan değişiklikle getirilen seçim sisteminin kaldırılması gerektiğini vurgulayan Doğramacı, ‘‘Yasa ilk çıktığı şekle dönüştürülmelidir’’ dedi. Doğramacı, şunları söyledi:

‘‘Hocalar seçimi kazanabilmek için birbirleriyle yarışırlar. Kulisler yapılır, tavizler verilir. Göreve gelen rektör beğenmediği dekanları cezalandırır, istifaya zorlar. Üniversitelerde denetim esastır. Eğer denetçi, denetleyenler tarafından seçilirse iş sarpa sarar.’’

Özgürlüklerin Anayasa'nın 26. ve 27. maddeleri ile YÖK Kanunu tarafından teminat altına alındığını bildiren Doğramacı, ‘‘Üniversitelerde özgürlük ayrı şey, yönetim ayrı şeydir’’ dedi.

6 yıl Avrupa Rektörler Birliği Yönetimi Kurulu'nda bulunduğunu hatırlatan Doğramacı, bu süre içinde Avrupa ülkeleri ve ABD'deki üniversite yönetim sistemlerini inceleme olanağı bulduğunu da anlattı.

BATI'DA SEÇİM YOK

ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İsviçre gibi çağdaş ülkelerin hiçbirinde rektörlerin seçimle göreve gelmediğini söyleyen Doğramacı, ‘‘Bu ülkelerde, öğretim üyelerinin oyuyla yetki sahibi bir yöneticinin göreve getirildiği bir üniversite yoktur’’ diye konuştu.

Doğramacı'nın verdiği bilgiye göre, İngiltere'de ‘vice chancellor’ olarak adlandırılan üniversite yöneticisi, atamayla göreve geliyor. ABD'de ise ‘president’ olarak adlandırılan üniversite yöneticisi, hükümetin etkisinin bulunduğu mütevelli heyeti tarafından seçiliyor. Almanya'da ise öğretim üyesi, idari personel ve öğrenci temsilcilerinin oluşturduğu komite rektör seçiyor. Rektör sadece akademik kararlar alabiliyor. İdari ve mali yetkileri ise eğitim bakanı tarafından atanan ‘kanzler’ elinde elinde bulunduruyor. İsviçre'nin Lozan ve Zürih üniversitelerinde yöneticileri merkezi hükümet, kantonlarda ise eğitim bakanı belirliyor.

9 Eylül Üniversitesi'ndeki tartışmayla yeniden gündeme gelen ‘demokratik üniversite’ kavramına da açıklık getiren Prof.Dr. Doğramacı, ‘‘Demokratik üniversite öğrencilere söz hakkı vermektir’’ dedi. Doğramacı, Bilkent Üniversitesi'ndeki Öğrenci Konseyi'ni bu anlayışa örnek gösterdi.

Doğramacı, ayrıca uluslararası ün sahibi Prof.Dr. Celal Şengör'ün ‘‘Uygar alemde hiçbir üniversite, hele de parası devlet tarafından ödenenler, yalnızca öğretim üyelerinin oyu ile yönetilmezler’’ sözlerini de hatırlattı.

Atama verimi artırıyor

PROFESÖR İhsan Doğramacı, 1933 yılında her alandaki gelişmelere karşın Darülfünun'da (İstanbul Üniversitesi) bilimsel araştırmanın yok denecek az olduğunu farkeden Atatürk'ün, büyük bir reform gerçekleştirdiğini anlatıyor. Atatürk'ün direktifiyle İsviçre'den davet edilen Prof. Dr. Malche'nin hazırladığı rapor doğrultusunda, Darülfünun kapatılarak İstanbul Üniversitesi kuruluyor, rektörü de Milli Eğitim Bakanı'nın tavsiyesi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor.

Dekanların da rektörün önerisiyle Milli Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. Bu sistem 1946'ya kadar yürürlükte kalıyor. ‘‘Bu dönem, Türk yüksek öğreniminde altın bir çağ olarak yaşandı’’ diyen Doğramacı, araştırma sayısının hızla arttığına ve eğitim düzeyinin yükseldiğine dikkati çekiyor.

1946 yılında çok partili rejime geçilmesiyle birlikte seçim sisteminin getirildiğini, 1961 Anayasası ile de anayasa hükmü haline getirildiğini belirten Doğramacı, ‘‘Ondan sonra eğitim durakladı. Araştırmalar son derece yavaşladı. Çağdaş yüksek öğrenime ayak uyduracak öğretim üyesi sayısı çok azdı’’ diyor.

Doğramacı, 1981 yılında çıkarılan YÖK Kanunu ile birlikte rektörlerin üçte birinin üniversiteler, üçte birinin hükümet, üçte birinin de Cumhurbaşkanı tarafından belirlendiği sisteme geçildiğini anlatarak, bunun sonucunda araştırmaların hızlandığını, Türk akademisyenlerinin uluslararası bilimsel dergilerde yayınlanan makale sayısının 300'den 5 bine ulaştığını savunuyor. Doğramacı, okullaşma oranının da yüzde 6.3'ten yüzde 28'e çıktığını belirtiyor.

Seçim yüzünden istifa etti

Doğramacı, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a istifasını vermesine yol açan gelişmeleri de anlattı. Demirel'in başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinin küçük ortağının isteğiyle seçim sistemine dönüldüğünü hatırlatan Doğramacı, şunları söyledi: ‘‘Kanun Meclis'e sevkedilince Sayın Demirel'i Güniz Sokak'taki evinde ziyaret ettim. ‘Bunun sonu kargaşa olur' dedim. ‘Koalisyon ortağımız bu değişikliği istiyor. İleride değiştiririz' dedi. Eğitim Komisyonu'nda da durumu anlattım. Getirilmek istenen değişiklikle YÖK aradan çıkarılıyor, üniversite iki aday öneriyor, Cumhurbaşkanı birini seçiyordu. ‘Orta yol bulalım' dediler. Üniversitenin altı aday göstermesi, YÖK'ün üçünü eleyerek Cumhurbaşkanı'na sunması sistemini getirdiler. Bunun üzerine 13 Temmuz 1992'de Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a istifamı sundum. Kalmam için çok ısrar etti. ‘Sonu hiç iyi olmayacak. Onun için kalamam' dedim.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!