Başıma bir şey gelse bile bu iş bitmeyecek

Güncelleme Tarihi:

Başıma bir şey gelse bile bu iş bitmeyecek
Oluşturulma Tarihi: Şubat 13, 2005 01:06

Önce FBI’nın, ardından Condoleezza Rice’ın yalanını ABD Senatosu önünde ortaya çıkardı. FBI’daki istihbarat skandalıyla ilgili iddiaları, 11 Eylül saldırısının dört ay önce bilindiği yolundaki açıklamaları raporlarla kanıtlandı.

FBI’ya açtığı işe iade davası ‘devlet sırrı’ gerekçesiyle kapatıldı. Açıklama yapması mahkeme kararıyla yasaklandı. Sibel (Deniz) Edmons şimdi bir yandan davasını devlet sırrı kapsamından çıkarıp özgürce konuşmak için mücadele ediyor, diğer yandan Amerikalı ve Avrupalı ifşaatçılarla dayanışma platformu kuruyor. ‘Türkiye bağlantılı nükleer madde ve uyuşturucu kaçakçılığını açıkladım. Ne Türk devleti ne de basını merak etti’ diyor.

11 Eylül sonrasında, ifşaatlarıyla dünya kamuoyunu sarsan üç önemli istihbaratçıdan birisiniz. İngiliz Hükümet Haberleşme Merkezi’nden Katherine Gun, kamuoyu desteğine karşın 10 ay sorgusuz sualsiz hapis yattı. Sonra mahkemede aklandı. Siz sadece mahkeme kararıyla susturuldunuz, kendinizi korumayı nasıl başardınız?

- Önce Amerikan Senatosu’ndan Demokrat ve Cumhuriyetçi birer senatöre konuyu aktardım. Senatörler FBI’ya sordu, iddialarım doğrulandı. Basına onlar açıkladı. FBI devlet sırrı kalkanını kullanamadı. Ayrıca basına bilgi açıklayıp suç işlemedim. Tüm iddialarım belgeliydi. Bunları sadece Adalet Bakanlığı ve senatoya verdim. Kamuoyu desteği 2004 Mayısı’nda başladı, öncesinde yalnızdım.

Eşinize, yakınlarınıza tehdit gelmedi mi?

- Eşim büyük bir firmada finans müşaviri. Bir baskıya uğramadı. Sadece, 30 yıllık en iyi arkadaşlarından birini kaybetti. Ordu ihalelerine giren bu kişi baskı üzerine dostluğunu kesti.

Sistemle savaşıyor ve saklanmıyorsunuz. Yarın sabah yurtdışına tatile gidiyorsunuz. ‘Ecel nerede olsa yakalar’ kaderciliği mi, yoksa ‘Başıma bir şey gelirse, kasa açılır ve belgeler dökülür’ rahatlığı mı?

- İkisi birden... Ayrıca ne yapabilirim ki; muhafız mı tutayım? Teknoloji çağında herkesi bulmak mümkün. Başıma bir şey gelirse belgeler kamuoyuna yansır, ayrıca bu mücadele bitmez.

FBI’da 6 ay çalıştınız, 35 aydır hukuk mücadelesi veriyorsunuz. Ne kazandınız şimdiye kadar?

- Daha işin başındayım. Küçük kazanımlar elde ettim. Adalet Bakanlığı, açıkladığı iki raporla iddialarımı doğruladı. Artık FBI, Senato’ya doğru bilgi vermek zorunda. FBI’ya açtığım işe iade davası, Adalet Bakanlığı’nın haddini aşarak konuyu devlet sırrı kapsamına sokması nedeniyle, reddedilmişti. Bakanlık, sadece üst düzey CIA görevlilerini susturmak ya da operasyonların basına yansımasını engellemek için başvurulan yasal hakkını kullandı. Geçmişte bu kararın temyizi talepleri hep reddedilmiş. İlk kez çok tartışmalı bir durumda bu yetki kullanıldı. Temyizi kazanırsam tarihe geçecek. 1948’den bu yana Yüksek Mahkeme’ye yansıyan ilk devlet sırrı davası olacak. Davam 9 büyük sivil toplum örgütü ve 11 Eylül kurbanlarının ailelerince destekleniyor. Suçladığım ABD Hava Kuvvetleri nükleer silah uzmanı Binbaşı Douglas Dickerson ve eşi Melek Can Dickerson hakkında Adalet Bakanlığı, iddiaların başka kaynaklarca da desteklendiğini belirten bir rapor verdi. FBI, Melek Can’ın bilgi sızdırdığı gerekçesiyle soruşturma geçirdiğini açıkladı. Bu soruşturma başlar başlamaz Binbaşı Dickerson’ın kozmik sırlara ulaşma yetkisi iptal edilmeliydi. Şimdi Senatör John Warner’la bu konuyu takip ediyoruz.

Davayı kazanıp FBI’ya dönseniz bile en fazla kapıda güvenlik görevlisi yaparlar sizi. Hukuk profesörlerini kıskandıracak tecrübe kazandınız, bu birikiminizi nasıl kullanacaksınız?

-Amacım sadece FBI’ya geri dönmek değil, bu konunun mahkemede gündeme gelmesi ve gerçeklerin Amerikan halkına sergilenmesi. Beni bir sivil toplum hareketinin içine koşullar sürükledi. John N. Cole, Collin Ralley, Robert Rigt, John Winstent gibi 15 FBI ifşaatçısıyla bir dayanışma grubu kuracağız. Her hafta CIA, Savunma Bakanlığı, Sivil Havacılık Müdürlüğü’nden birileri katılıyor aramıza. İngiltere’den Katherine Gun, Danimarka’dan Doug Rabbal’la bağlantımız var. Kamuda yolsuzluklara tanık olup, açıklamak isteyenlere destek olacağız.

Filmi geri saralım: Her şey FBI Çeviri Bürosu’nda Melek Can Dickerson’la karşılaşmanız, onun ilişki içinde olduğu bazı yasadışı kişilerle ilgili istihbarat bilgilerini önemsiz damgası vurup bir köşeye attığını saptamanızla başladı. Ayrıca eşiyle evinize gelip size FBI’nın takibi altındaki kişilerle işbirliği önerdiğini açıkladınız. Kim bu Melek Can?

- 2001 Ekimi’nde, benden bir ay sonra FBI Çeviri Bürosu’nda göreve başladı. Onun şefiydim. Önüne gelen birçok dosyaya önemsiz damgası vurduğunu, bu bilgileri getiren ajan fark etti. Dosyaları incelediğimizde çok önemli bilgiler içerdiğini gördük. Konuyu FBI İç Güvenlik Birimi’ne aktardık. Araştırmada Dickerson’ın, takip altındaki bir örgütten iki kişiyle sürekli ilişkisi saptandı. Üstelik iş başvurusunda geçmişte çalıştığı kuruluşları yazmamıştı. Şimdi FBI takibinde olan bu kuruluşlarla ilgili istihbarata ‘önemsiz’ damgası vuruyordu. Skandal örtülmek istenince direndim, işten atıldım. FBI, 2002’de Senato’da olayı kabul etti.

Melek Can’ın görmezden geldiği, sizin yakaladığınız veriler ışığında ABD’de açılmış dava var mı?

- Olay ortaya çıkınca Melek Can’ın bağlantıda olduğu iki önemli kişi hemen ABD’den ayrıldı. Soruşturma yarım kaldı. Hükümetin ‘ABD’nin müttefikleriyle ticari, siyasi ilişkilerini zedeleyeceği’ yolunda görüş bildirmesi üzerine konu kapatıldı.

EN BÜYÜK ÖZLEMİM TÜRKİYE

Babam İran Azerisi diş hekimi, annem Türk. 1970’te İran’da doğdum, Şah devrilince Türkiye’ye geldiğimizde 11 yaşındaydım. İran’da konservatuvarda piyano eğitimi almıştım. Ataköy Lisesi’nde okudum. Hayalim gazeteci olmaktı. Bahçelievler Çocuk Esirgeme Kurumu Yurdu’nda gönüllü olarak çalıştım. 1988’de otelcilik eğitimi için Amerika’ya geldim. İlk işim Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’ne katılmak oldu. Düzenlenen etkinlikler kapsamında Aziz Nesin’i Amerika’ya davet etmiştik. 2001’e kadar yılda en az üç kez Türkiye’ye gelirdim ve her gelişte Çatalca’daki Aziz Nesin Vakfı’na uğrar, çocukları ziyaret ederdim. 1992’de evlenince Amerika’da kaldım. Eşim Virginia’lı. Otelcilikten sonra Washington Üniversitesi’nde Suç Hukuku ve Suçlu Psikolojisi eğitimi aldım. George Mason Üniversitesi’nde kamu yönetimi dalında yüksek lisans yaptım. En büyük hobim boş zamanlarımda sahafları dolaşıp kitap toplamak. Klasiğin yanı sıra blues ve Türk Halk Müziği dinliyorum. En büyük üzüntüm Türkiye’ye gelememek, Türkiye özlemi...

BİR MİLYON DOLAR TEKLİF EDİLDİ

Son altı ayda Hollywood ve yayınevlerinden sayısız teklif aldım. 1 milyon dolar teklif edildi. Kabul etmedim. Çünkü kamuoyunun karşısına her çıktığımda reklam yaptığım düşünülecekti. Ayrıca Adalet Bakanlığı’nın davamı devlet sırrı kapsamına sokmasına karşı başlattığım temyiz girişimi karara bağlanmadı. Nisanda temyiz sonucuna göre karar vereceğim. Kazanırsam kitapla başlayacağım. Sonra amacım ifşaatta bulunan tüm kamu görevlileri için bir platform oluşturmak. Açtığım www.justacitizen web sitesine Türkiye’den bile destek mesajı geliyor.

24 Saat dizisine tepki gösteren Türkiye neden CBS’deki 60 Dakika’ya sessiz kaldı?

Röportajlarda şunu söylediniz: Türkiye’yi ilgilendiren bir skandalla karşı karşıyayız. Mafya, ABD’deki yarı resmi kuruluşlar ve görevlileri yardımıyla Türki cumhuriyetlerle bağlantılı silah, uyuşturucu kaçakçılığı yapıyor. Madem isim veremiyorsunuz, Türkiye’nin neden tehlikede olduğunu açıklayın.

- Diyelim ki ABD’de kültürel veya ticari alanda faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri var. Bunların içindeki bazı kişiler Orta Asya’dan Türkiye, Avrupa ve ABD’ye uzanan yasadışı işler yapıyor. Kuruluşun isminden yararlanıp resmi görevlilere ulaşıyor, onları kullanıyor. Ortada büyük parasal güç olduğu için ilgili ülkelerin yetkilileri olayları görmezden geliyor. Türkiye’nin prestijini zedeleyecek bu olayda Dickerson’ların önemli rolü var.

Türkiye’den kapınızı çalıp ‘İddialarını anlat, araştıralım, işlem yapalım’ diyen oldu mu?

- Hayır. Resmi kurumlar bilgi isteseydi Türk halkının, Türkiye’nin güvenliği için verirdim. Zaten bunlar resmi kanallardan da alınabilir. Ben kamuoyu önünde sadece Dickerson çiftine dikkat çektim. Başka isim vermedim. CBS’in ‘60 Dakika’ programında, Amerikan Türk İş Konseyi’nin (ATC) adı geçti. Türk büyükelçiliğinin görüntüleri eşliğinde resmi yetkililerden bahsedildi. FOX TV’deki 24 Saat dizisine tepki gösteren devlet sessiz kaldı. Türk medyası, ne oluyor, diye sormadı. Neden bu sessizlik?

45 haftadır yazışıyoruz, röportaj için yerine getiremeyeceğim birçok önkoşul ileri sürdünüz. ABD’deki Türk gazetecilerle konuşup Türkiye’den gelen talepleri reddettiniz. Neden?

- Haberler Türkçe’ye çevrilirken bilinçli tahrifat yapıldı. FBI yerine CIA görevlisi oldum. Senatörlerin beni destekleyen ifadeleri metinden çıkarıldı. Söylemediğim halde, MİT’in FBI’ya sızdığı yazıldı. Melek Can’ın ismi saklandı. Konuyu 2002’de ABD Senatosu’na taşıdığımda Türkiye’deki ailem hatırlatılarak uyarılmıştım. Kardeşlerim ABD’ye yerleşmek zorunda kaldı. Doğal olarak korktum. Ayrıca Adalet Bakanlığı’nın raporunu bekledim.

Tanıklığınızı masal gibi anlatıyorsunuz. İsim açıklamasanız bile somut bilgi verebilir misiniz?

- Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan bağlantılı bir şebeke var. Uyuşturucu mücadelesini sokaktaki satıcı düzeyinde sürdüren Amerika, uluslararası bağlantılara bakmıyor. Çünkü yönetenlerin bazıları Amerika’da; dokunmak mümkün değil. Siyasetle, seçim kampanyalarıyla bağlantılılar. Yoksa, ABD içindeki suçları araştıran FBI’yı Adalet Bakanlığı ‘Bu konu çok hassas uluslararası ilişkileri zedeleyebilir’ gerekçesiyle neden engellesin? İçişleri Bakanlığı böyle istiyor.

Yoksa 11 Eylül’ü araştıran FBI, İran-Kontra skandalı gibi Türkiye bağlantılı bir olayın üstüne mi bastı?

- Büyük bir resmin küçük parçalarını gördüm. Tümünü bilmiyorum. Çabam olayın ABD Senatosu’nda kamuoyuna açık olarak yeniden soruşturulması. 8 bin imza topladım, 15 bine ulaşmam lazım. Benden ayrıntı istiyorsunuz. Ama mahkeme kararıyla susturulmuş durumdayım. Gazetelere bakmanız yeterli: Savunma Bakanlığı, Melek Can Dickerson hakkında Amerikan Türk İş Konseyi’nden (ATC) bilgi istedi. Haberi veren UPI Haber Ajansı, ATC’den yorum isteyince ‘Melek Can’la hiç ilişkimiz olmadı’ cevabını aldı. Sonra Melek Can’ın onlarla bir süre çalıştığını, eşinin mail grubunda bulunduğunu açıkladı.

Hálá net bir noktaya varamadık. Bir çiftin ilişkilerini, bir kuruluşla bağlarını anlatıyor, arasına mafya, silah, uyuşturucu sözlerini serpiştiriyorsunuz. Örneğin o silah nedir? Kırmızı civa, Kalaşnikof...

-Uluslararası nükleer madde karaborsasından bahsediyorum. Los Angeles Times, Financial Times’ın son bir yıllık haber arşivini tarayın, göreceksiniz: Geçenlerde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı El Baradei, AP haber ajansına nükleer silah kaçakçılığına karışan 20 şirketten bahsetti. İçlerinde Amerikan firmalarının bulunduğunu açıkladı. Bunlardan biri GIZA Technologies. Sahibi Zeki Bilmen, mayıs ayında L.A Times’a konu olmuştu. Haziran ayında da Libya’ya nükleer silah malzemesi satışında Selim Algadis’in adı geçti. Neden Türkiye hiçbir şey yapmıyor?

Belki de Türk işadamları ve Dickerson çifti nükleer silah kaçakçılığı zincirini ortaya çıkarmak için bu organizasyonlara sızmıştır ve siz farkında olmadan her şeyi deşifre ediyorsunuz...

- ABD Senatosu önce bunu araştırdı. Böyle bir şey olmadığı görüldü. Zaten soruşturma açılması bu ihtimali çürütüyor. Basın da araştırsın: Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan’ı ilgilendiren işlerle uğraşan nükleer silah uzmanı Binbaşı Douglas Dickerson ve eşi Melek, 1990-96’da Ankara’da, sonra iki yıl Almanya’da ne yaptı? Resmi sıfatını kullanıp suç işlemiş olabilir mi? Banka hesapları ne alemde?

İRANLI MUHBİR 11 EYLÜL’Ü FBI’YA BİLDİRMİŞTİ

Alaturka değil ‘a la FBI’

Çevirmen olduğunuz halde, 11 Eylül’den dört ay önce El Kaide üyelerinin ABD’de saldırıya hazırlandığı yolunda FBI’ya ulaşan kozmik gizlilikteki raporları okumuşsunuz. FBI raporların ortada dolaştığı alaturka bir kurum mu?

- Alaturka değil ‘a la FBI!’ El Kaide olayı basında açıklandığı için ayrıntı verebilirim: FBI, 1992’den bu yana Amerika’da yaşayan bir İranlı ajandan bilgi alıyor. Geçmişte SAVAK’ın Afganistan sorumlusuymuş, hálá geniş bilgi ağına sahip. 2001 Nisanı’nda bir başka olayı aktarırken ‘Bu arada Afganistan’daki kaynaklarım El Kaide lideri Bin Ladin’in ABD’ye terör saldırısı emri verdiğini aktardı. Üç, dört ay içinde Chicago, L.A, Washington, New York’ta uçak kullanarak saldırı yapılacak. Eylemciler şu anda Amerika’da’ diyor. 2 FBI ajanı bilgiyi aynı gün acil olaylarda kullanılan 302 Formu’yla terörle mücadele bölümünün başkanına bildirdi. Temmuz ayında İranlının ikinci uyarısı da aktarıldı. 302 Formu doğrudan Beyaz Saray’daki haftalık ulusal güvenlik toplantısına gider. Ben bu formları FBI’da gördüm, yazan ajanlarla konuştum. Nitekim daha sonra İranlı ajan formlarla birlikte iki senatöre, 11 Eylül Komisyonu’na, Adalet Bakanlığı’na resmi ifade verdi. 2004 Nisanı’nda Condoleezza Rice, ‘Saldırı istihbaratı almadık’ dediğinde bunun büyük bir yalan olduğunu açıkladım. İki hafta sonra Rice, senatoda ifade verirken özür diledi. ‘Bilmeyen bendim, diğerleri değil’ dedi. Komisyon olayı kurcalamadı, raporunda olayları örttü. Şimdi yeniden gündeme gelmesi için uğraşıyoruz.

Sizin gibi yasadışı olaylara tanık olan, vicdanını dinleyip bunları açıklamak isteyen kamu görevlilerine ne önerirsiniz?

- Önce belge toplayın. Sonra bütün yasal yolları deneyin, kesinlikle önce basına başvurmayın. Ben, 2.5 yıl sonra, en son basına konuştum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!