Annan Planı’nın muhasebesi

Güncelleme Tarihi:

Annan Planı’nın muhasebesi
Oluşturulma Tarihi: Nisan 04, 2004 00:00

ANNAN Planı’nın ne alıp götürdüğü konusundaki nihai bir değerlendirmeyi yaparken, önce Kıbrıs tarihinin 20. yüzyılın ikinci yarısındaki seyrini kısaca hatırlayalım.Kıbrıs’ta 1959-60 anlaşmalarıyla iki ayrı toplum esasına dayanan bir federasyon kurulmuş, bu düzen adaya barış getirmemiş, Rumların oldu- bittileri ve saldırganlıklarıyla bu düzen 1963’te fiilen çökmüş, bunu 1974’e kadar süren ve Kıbrıslı Türklerin hedef alındığı Bosna benzeri bir etnik temizleme kampanyası izlemiştir.Yunanistan destekli darbe girişimine Türkiye’nin askeri müdahaleyle karşılık vermesi sonucunda, 1974’te adada yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Türkiye, adadaki toprakların yüzde 36.4’ünü kontrolü altına almış, yaklaşık 60 bin Türk güneyden kuzeye geçerken, kuzeydeki 150 bin kadar Rum da güneye göç etmek zorunda kalmıştır. Göç edenler mal ve mülklerini geride bırakmışlardır. Barış harekátından bugüne kadar geçen 30 yıl içinde cephede kazanılan askeri başarının masada hukuki planda bir çözüm çerçevesine oturtulması mümkün olmamıştır. BAĞIMSIZLIK DENEMESİ TUTMADI Türkiye’nin yeşil ışığı ile 1983’te bağımsızlık ilan edilerek, bu sorun kalıcı bir devlet denemesi ile çözüme kavuşturulmak istenmiştir. Kuruluşunda ebedi olarak yaşayacağı hesaplansa da, KKTC’yi tanıyan tek bir devlet çıkmamıştır.Sonuçta, çözümsüzlük Rum ve Türk bölgeleri arasında ekonomik açıdan büyük bir uçurumun belirmesine yol açmış, Rumların AB’ye tam üyelik sürecine girmeleriyle denklem Ankara’nın da aleyhine işleyen bir seyre girmiştir.Bu arada, uluslararası ambargonun etkisiyle KKTC geri kalmışlık çemberini kıramamış, genç kuşaklar gelecekle ilgili umutlarını yitirmişler ve geçen seçimde görüldüğü gibi Türk toplumu sonunda ikiye bölünmüştür.Bu noktada masaya konan Annan Planı, Kıbrıslı Türkleri önümüzdeki 1 Mayıs’ta AB’ye girmek ile mevcut çözümsüzlük ve dışlanmışlık seçenekleri arasında bir tercih yapmaya zorlamıştır. Buradaki yol ayrımı, KKTC kadar Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Makul bir çözüm, Türkiye’nin AB tam üyeliği önündeki önemli bir pürüzü ortadan kaldıracak, ayrıca Türkiye dış dünya ile ilişkilerinde çok daha geniş bir hareket sahası bulabilecektir. 1960 DÜZENİ İLE KIYASLANDIĞINDABu haliyle, verilecek karar yalnızca KKTC’nin değil, 70 milyonluk Türkiye’nin dış dünyayla ve Batı’daki geleceğiyle ilgili çok temel bir tercihi de içinde taşıyor. Bu kararın ciddi riskleri de söz konusu. Çözümün Türk tarafının bugüne dek savunduğu ilkelere dayanması, kamuoyu tarafından bir ‘satış’ olarak görülmemesi, daha da önemlisi uygulanabilir olması esastır.Bu çerçevede baktığımızda, planın Kıbrıslı Türkler açısından 1960 düzeninden çok daha ileri giden kazanımlar getirdiği teslim edilmelidir. İki kesimliliğin gözetilmesi, siyasi eşitliğin tanınması, bunun federal organların oluşumuna yansıtılması bu kazanımlar arasında sayılabilir. Bunun tek istisnası, 1960 düzeninde Kıbrıslı Türklere tanınmış olan veto yetkisinin bu kez zayıf tutulmuş olmasıdır. Veto yetkisinin işleyebilmesi, ancak Senato ve Başkanlık Konseyi’ndeki Türk üyelerin her zaman uyum içinde hareket etmeleri halinde mümkündür. Uyumun bozulması, siyasi eşitliğin Rumlar lehine bozulmasına yol açabilir.KIBRISLI TÜRKLERİN VARDIĞI NOKTAMal ve mülk konusundaki düzenlemelerin büyük ölçüde KKTC’nin önerilerini esas alması, Türk tarafını tatmin eden bir diğer başlıktır. Halen planla ilgili en önemli sıkıntıyı, bu aşamada AB’nin ‘birincil hukuku’ sayılıp sayılmayacağı konusundaki belirsizlik oluşturuyor. Bu statünün tanınmaması halinde Avrupa mahkemeleri yoluyla planın içinin boşaltılması olasılığı hep gündemde olacaktır. Çaresi, anlaşmanın AB üyesi ülkelerin parlamentoları tarafından onaylanmasıdır. Bu onay işlemleri bitmediği sürece Annan Planı tamamlanmış bir metin olarak görülmeyecektir.Bir de, ancak tarihsel bir perspektif içinde okunabilecek kazanımlar söz konusu. Özellikle 1963 sonrasında birbirinden kopuk küçük cepler içinde dağınık bir şekilde var oluş mücadelesi veren Kıbrıslı Türkler, bu kez kuzeyde ada topraklarının yüzde 28.6’sını kaplayan kendi egemen bölgelerinde dünyayla bütünleşmiş bir şekilde yaşayacaklardır. Ayrıca, 1974 öncesinde Erenköy dışında denize çıkışları olmayan Kıbrıslı Türklerin bu kez adanın sahillerinin yüzde 48.52’sini kontrolleri altında tutacak olmaları da bu muhasebede hesaba katılması gereken bir diğer husustur.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!