Ah şu lanetli yanımız

Güncelleme Tarihi:

Ah şu lanetli yanımız
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 31, 2003 00:00

İnsan bavuluna kendisini de koydu mu, isterse tatile Timbuktu'ya gitsin; nafile... Tebdil-i tabiatla seyahat etmek bir gün mümkün olur mu acaba? İstiyorum ki olsun...Ayıptır söylemesi, Mars'ın 60 bin yılın ardından Dünya'ya en yakın selamını çaktığı gece, saat 02.30'da, Çeşme, Ilıca plajında, denizin içindeydim. Sandım ki Samanyolu, çiğ halinde tepemize yağacak. Su, ılıktan öte, sıcaktı ve plajda beni bekleyen, canım cankuşum, ikinci annem, dostum Aytiş'im vardı. Mutlu muydum? Mutluydum elbet. Fakat bir de salak mıydım? Bittabii ki... Zira anın tadını çıkarmakla yetinmeyip, vır vır vır düşünüyordum.Babaocağı burası, çocukluğu, ilkgençliği gömdüğümüz, ilk aşkımıza düştüğümüz yer. Hesaplaşma, tefekkür biter mi? Bitmez elbet...Geldiğimden beri, bizim meslek hakkında da düşündüm kendimce az buçuk...Misali Necmi'nin (Mısırlıoğlu) trafik kazasındaki vefatını manşet yapan Yeni Asır ve habere imzasını atan Yusuf Çınar...Nasıl bir gazetecilik etiğiyse sahip olduğu -ya da olmadığı mı deseydik?- ikiye bölünmüş otomobilin içindeki cansız Necmi'nin fotoğrafını göbekten basmış.Necmi'nin kardeşi Mert, gazeteye yolladığı e-mail'de diyor ki: ‘‘Acımızı katladığınız, gülerken hatırlamak istediğim abimi bu şekilde beynime kazıdığınız için teşekkür ederim. Ne zaman onu düşünsem gözümün önüne o resim geliyor.’’Vardır herhalde o muhabirin, editörün, yazı işleri müdürünün de bir ailesi... Allah onların canını, onların başkalarınınkini yaktığı kadar yakmaz umalım...Gazetecilik... Şu üslup meselesi var sonra... Benim Hala Umudum Var'da Mazhar Alanson'un dediği gibi ‘‘Seviyorlar bazen, soruyorlar...’’ Kimileri de sevmeden soruyor tabii: ‘‘Kardeşim neden Türkçe konuşmuyorsun, Öztürkçe yazmıyorsun? Nedir o kullandığın kelimeler, Osmanlıca’’ diye...Pardon, diyeceğim. Tamam, bu bir gazetedir ve yüz binlere ulaşmaktadır. Fakat ben de sormak isterim: Bu kelimeler sözlükte var olan, yaşayan kelimelerdir. Dimağınıza üşünmeyip, kolaycılığa kaçmayıp, bir zahmet sözlüğe baksanız olmuyor mu?Ömrü billah 500 kelime kullanarak yaşayan insanlar var diye, ben niye merakıma mucip olduğu için öğrenmeye gayret ettiğim kelimeleri paylaşmayayım?Canınız sağolsun; eleştirilmek iyi bir şey. Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı'nda der ki: ‘‘Kesintisiz olumluluk üretiminin korkunç bir sonucu vardır. Çünkü olumsuzluk kriz ve eleştiriye gebeyse, abartılı olumluluk da homeopatik dozlarda kriz ve eleştiriyi süzme yeteneksizliğiyle felakete gebedir. Tohumlarını, basillerini, parazitlerini, biyolojik düşmanlarını kovalayan ve eleyen her yapının metastaz ve kanser tehlikesiyle, yani kendi hücrelerini yutan bir olumluluk ya da bundan böyle işsiz kalan kendi antikorlarınca yutulma tehlikesiyle karşı karşıya olması gibi, kendi olumsuz öğelerini kovalayan, kovan, def eden her yapı da tam bir biyolojik değişimin getireceği felaket tehlikesine maruz kalır.Kendi lanetli yanını temizleyen her şey kendi ölümünü imzalar. Lanetli yan teoremi böyledir.’’Böyle yani... Bu da benim lanetli yanım. Saygılar sunarım...Ve photoshop kadını yarattı Bir photoshop geyiğidir gidiyor. TeleVole mevzuya kendisi yeni uyandı ya, tartışmayı da yeni ilan etti tabii. Halbuki Kate Winslet'in İngiliz GQ'ya kapak olduğundan beri neredeyse bir yıl geçti. Benim Aktüel'de çalıştığım dönemdi. Mevzu üzerine ‘‘En iyi arkadaşım photoshop’’ başlıklı bir konu yapmıştık. Ayıptır söylemesi, yazıyı da bizzat ‘‘bu satırların yazarı’’ kaleme almıştı. Büyük ‘‘piyanist,’’ kültür ve düşünce insanı, iyi ve zengin aile evladı ve ses ''sanatçısı'' Seren Serengil, photoshop'un ne olduğunu izah ediyor: ‘‘Yani selülitli biri selülitsiz çıkıyor mesela.’’ Fotoğraf çekimlerini ayna karşısında yaptıran, fotoğrafçılara saç baş yoldurtmasıyla ünlü Serengil bilmeyecek de kim bilecek: Photoshop selülitliyi selülitsiz kılmakla kalmaz. Estetik cerrah marifetiyle bel inceltir, basen yontar; dermatolog gibi cilt düzeltir. Photoshop, iyidir...Nazar Nazar Kaç Yazar? Ben de kendimi sakar bilirdim. Tuğba Özay ile karşılaştırınca, benim performansım var ya, jonglör gösterisi sayılır. Özay, son olarak, elbette ki etrafta bol bol kameranın bulunduğu bir ortamda, havuz merdivenlerine takılıp düşmüş. ‘‘Ben Türkiye'nin en çok konuşulan kadınıyım’’ beyanatını verir vermez... Ardından da diyor ki: ‘‘Böyle bir şey olamaz, herkesin gözü üstümde. Nazar değiyor. İlk fırsatta kurşun döktüreceğim.’’ Oldu... Birilerinin herhalde Tuğba Hanım'a her fırsat ve ortamda (Bkz: Kameraların mevcut olduğu yerler) ‘‘kazara’’ askısını düşürüp göğsünü sergilemesi halinde, daha çoook nazarlara geleceğini hatırlatması gerekiyor. Yok, hanımefendinin derdi hem bol bol bakılıp, konuşulup, bunun yanında iki ayağının üzerinde durabilmekse; kim bakıyor diye sağına soluna bakınmak yerine, önüne bakması yeterli olacaktır sanırız...Gerilim filmi gibi haber bültenleri geliyorReha Muhtar'ı özleyenlerin -varsa öyle bir güruh- gözü aydın. Malum ‘‘sanat’’ camiamızın büyük bir kısmının menajerliğini yürüten Seyhan Sapmaz, namı diğer Sisi, önümüzdeki hafta Flash TV'de akşam haber bültenlerini sunmaya başlıyor. ‘‘Dişi’’ Reha Muhtar olma iddiasındaki Sisi'de icraat bitmez, bilirsiniz. Bundan yıllar evvel bir ‘‘dergi projesi’’ için öngörüşme yaptığımızda varmıştık bu idraka... Esquire'a çıplak kapak olmak gibi ‘‘fikir’’leri vardı. Evinde yaptığımız görüşmede cebindeki birkaç projeyi daha saymış, dökmüş, bu arada benim gibi pembe-beyaz ‘‘balıketi’’ tiplerden hoşlanan Antalyalı arkadaşı olduğunu, dilersem tanıştırabileceğini belirtmişti! Evden ayrılırken yanağımı ısırdığında, artık kulağımda Alacakaranlık Kuşağı'nın jenerik müziği çalıyordu. Sıkı durun yani, her nerede yaşıyor ya da artık ne yapıyor, yapılıyorsan canım Türkiyem. Gerilim filmi gibi geçeceğini tahmin ettiğimiz haber bültenleri geliyor.Tevazunun içinden Daha önce de mükerrer seferler yazdım. Ama bu öyle bir söylem ki, fay hattında nükseden deprem misali düzenli aralıklarla sinir sistemimi sarsmayı başarıyor. Ne hikmetse modası geçmek nedir bilmiyor. En son Çocuklar Duymasın dizinin Çaycı Hüseyin'i olarak tanınan Alparslan Özmol buyurmuş: ‘‘Ben halkın içinde olmayı daha çok seviyorum.’’ Biliyorsunuz, bu güya mütevazı söylem, esasta halkın adını koymuş olmayı, kendi ulvi şahsını da mertebe itibarıyla o halkın tepesinde bir yerlere konuşlandırmış olmayı gerektirir. Bir lütuftur yani... Halk olarak kıymetini bilelim, nasıl bir iltifata maruz kaldık anlayalım, sevinelim isterim.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!