Nasıl terörist oldu

Güncelleme Tarihi:

Nasıl terörist oldu
Oluşturulma Tarihi: Haziran 12, 2008 16:00

‘Politik psikolojinin dehası’ Prof. Dr. Vamık Volkan, hapistesi PKK lideri Abdullah Öcalan’ı kendi sözleri üzerinden inceledi. Volkan’ın, Öcalan’ın çocukluğu ve cinsel kimliği ile ilgili çarpıcı önermeleri var

Haberin Devamı

Bahçeşehir Üniversitesi’nin akademisyen kafeteryasındayız. Karşımızda, dünyanın önde gelen psikiyatri profesörlerinden Vamık D. Volkan oturuyor. Prof. Dr. Volkan’ın yeni kitabı ‘Kıbrıs: Savaş ve Uyum, Çatışan İki Etnik Grubun Psikanalitik Tarihi’yle ilgili. Bizse başka bir şey için buradayız. Yaklaşık 10 yıl önce kaleme aldığı ‘Kan Bağı - Etnik Gururdan Etnik Teröre’ adlı kitabı. Kitabın, ‘Mağdurdan Gaddara’ başlıklı bölümünde, Apo’nun psikanalitik biyografisini oluşturuyor Volkan.

Kitap İngilizce, Almanca, Japonca ve son olarak Türkçe yayımlandı. Fakat bu kadar önemli bir analiz, bugüne değin hiç ‘röportaj konusu’ olmadı. Volkan, “Bu konuyu benimle ayrıntılı konuşan ilk gazeteci sizsiniz” diyor.

/images/100/0x0/55ea8551f018fbb8f88561a0
40 kitabı ve 400’ü aşkın makalesi olan Volkan, üç kişinin psikanalitik biyografisini yazdı. Atatürk,  ABD eski Başkanı Richard Nixon ve Abdullah Öcalan... Volkan, teröristler üzerine doğrudan psikolojik araştırma yapmanın neredeyse imkânsız olduğunu söylüyor: “Psikanalistten randevu alan bir terörist düşünebiliyor musunuz? Fakat Abdullah Öcalan’ın, 1993’te Yalçın Küçük ile yaptığı uzun konuşmanın yer aldığı ‘Kürt Bahçesinde Sözleşi’ adlı kitap (416 sayfa), Öcalan’ın psikanalitik yapısını değerlendirmemiz için yeterince detaylıdır.

Haberin Devamı

Öcalan’ın kendi ağzından hayat hikâyesini değerlendirerek fikrimi bildirdim.” Volkan, Öcalan’dan önce, yaşayan kimsenin psikanalitik biyografisini yazmadı. Fakat Türkiye’de sayısız insanın canını yakan terör hareketinin ‘lideri’ olan bu kişinin anlatılacağı bir çalışmanın faydalı olacağını düşündü. Prensibini bozdu. “Bu çalışmada Kürtlerin ne lehine ne de aleyhineyim” diyen Volkan, Öcalan’ın Yalçın Küçük’e söylediklerini bir psikiyatr olarak tercüme ettiğini söylüyor.

BASKIN ANNE, SİLİK BABA

Ruh sağlığı yerinde bir kişiden terör örgütü lideri olur mu? Volkan’ın cevabı oldukça net: “Aslında durum çok tipik: Çocukluk döneminde büyük bir travma yaşanıyor. Öcalan’da da aynı şey olmuştur, Usame Bin Ladin’de de... Fakat terörist liderler arasında, kişisel kimlik sorunları baskın olsa da, çoğu zeki insanlardır. Yaralanmış kişisel kimliklerinden dolayı, etnik kimliklerini kendilerinin birincil kimliği olarak kullanırlar.”

Haberin Devamı

Prof. Volkan’ın, Öcalan’ın çocukluk dönemi analizi kitapta şöyle başlıyor: “Ailesi çok fakir. Evdeki baskın figür, bölgesel geleneğin aksine anne. Abdullah Öcalan’ın annesi, çocuklarının önünde kocasını aşağılıyor. Öcalan’ın anlattığına göre babası, köydeki en silik insan. Öcalan, çocukluk anısında, anne ve babasını, ‘Annem olağanüstü kavgacıydı... Her gün komşularla, babayla ve benimle kavga... Babayı akrabaları bile hiç ciddiye almazlar’ diyerek anlatır.

Evdeki gerginlikten uzaklaşmak için genç Abdullah, yakındaki bir dağın tepesine kaçar. Köyün en çok alay edilen kişisi olan babası da aynı yere gider. Amacı dağa çıkıp, köylülere söyleyemediği öfkesini haykırmaktır. Genç Abdullah’ı da orada görünce, onu da öfkesini ‘kusması’ için kışkırtır. Öcalan’ın annesi de kışkırtma konusunda babadan farklı değildir.

Haberin Devamı

Öcalan bir anısında, ‘Köyümde, çocuklarla olan kavgamda kafam kırılmıştı. Eve gelip ‘Beni dövdüler’ diye hüngür hüngür ağlıyordum. Annem eve gelir gelmez beni korumak, himaye etmek yerine, ‘Ya gidip intikamını alacaksın ya da seni bu eve koymam’ diye beni evden kovdu. Annem bu ilkesinde çok zorlayıcıydı. Daha sonra, zorla da olsa ilk eylemlerime onun bu dayatması altında başladım. Ben de saldırıya geçtim. Birkaç çocuğun kafasını kırdım’ der.

İLK EYLEMİNİ ANNESİ YAPTIRDI

/images/100/0x0/55ea8551f018fbb8f88561a2
Öcalan, evdeki en büyük çocuktu ve zayıf bir babası olduğu için, ailesinin şerefini şiddet yoluyla koruyan kişi olması gerektiğini düşünüyordu. Ebeveynlerinden her ikisi de Abdullah’ı saldırgan bir tutum sürdürmesi için teşvik etti. Eğer saldırgan olursa, kimse ona saldırmayacaktı! Bunun bir sonucu olarak, genç Abdullah köyde yılan katili olarak ün yaptı. Öcalan, ‘Köylüler yılan gördüklerinde ilkin bana haber yollardı’ demektedir. Oysa o, yılanlardan korkar. Diğer çocuklar tarafından sevilmez. Ama onları nasıl etkileyeceğini öğrenir: ‘En büyük tutkularım, günlük olarak bir çocuğu alıp dağa çıkarmaktı. Ona haydi gidip yılan öldürelim, kuş tutalım, kartal yuvasına ulaşalım derdim.’

Haberin Devamı

(….) Öcalan, Yalçın Küçük ile yaptığı konuşmada, iki kız kardeş ve iki erkek kardeşten bahseder. Çocukluğu sırasında büyük kız kardeşi Havva’nın başlık parası ile satılıp başka bir köye gelin gitmesi, onun için travmadır. Çünkü Havva onun için anne gibidir.
Abdullah’ın psişik yaşamındaki bir dönüm noktası ergenliği sırasında olur. O, bunu ‘ilk isyanı’ olarak niteler. Bir gün erkek kardeşi Osman ile kavga ederler. Osman eve gelip babasına kavgayı anlatır. Yaşlı adam, evin dışına çıkıp lanetler yağdırarak Abdullah’a taş atar. Abdullah dövüşerek kendini savunur. ‘Köylüler başımıza dikilmiş, benimle babamın kavgasını seyrediyorlar. Oldukça hırpalandım, çok çok da öfkelenmiştim.’ Bu olaydan sonra Abdullah, babasından para çalıp, köyden kaçar. Nizip kasabasına, kız kardeşinin yanına gider.”

Haberin Devamı

Kitabındaki bu satırları bizimle tekrar okuyan Prof. Dr. Volkan, Abdullah Öcalan’ın köyünden kaçmasının çok önemli olduğunu söylüyor: “Çocuk gelişiminin ilk altı-yedi yılında kimliğiniz belli olur. Fakat hayat bize ikinci bir şans daha verir; ergenlik. Öcalan’ın ise her iki döneminde de derin problemleri var. Baba ve anne, olması gerektiği gibi değil. İkisi de travmatik. Her erkek çocuk, erkeklik kimliğini geliştirene kadar birçok basamaktan geçer. İlk bir yıl çocuk, babayı, annenin bir uzantısı olarak görür. Çocuğun kafasında ‘baba’, annelerinin uzantısı gibidir. İki-üç yaşlarına geldiğinde çocuk, anneden ayrılmaya başlar. Anne ve babanın ayrı fonksiyonları olduğunu idrak eder. Ve eğer psikolojik olarak sağlıklı bir gelişme yaşarsa, ‘Tamam, ben erkeğe aidim’ der. Ama Apo, bunu yapamadı. Babasıyla, erkeklik kimliği ile olan özdeşimini tamamlayamadı. Biz buna fiksasyon diyoruz.”

Bu gözlem, Volkan’ın kitaptaki makalesinde şöyle ifade ediliyor: “Öcalan, her ne kadar bir yetişkin olarak bıyık bıraksa da geleneksel köylü maço imajına sahip ve bıyık bırakan erkekleri sevmediğinden bahsetmiştir. Çocukluk düşlerinde, sevgisiz cinsel birleşmeyi düşündüğünde, Abdullah duygusal olarak şiddetli bir tiksinti yaşıyordu. Kız kardeşinin evden ayrılması, Apo’nun yaşadığı cinsel ikilemin nedenlerinden biri olabilir. Bir diğeri, onu annesinin reddetmesi ve babasının iyi bir erkek rol modeli olmaması olabilir. Çocukken Abdullah, kızların yanında kendisini çok rahat hissediyormuş ve kendisini, cinselliği konusunda ‘aşırı kontrole’ sahip Mahatma Gandi’ye benzetiyor.”

Volkan’a, Öcalan’ın kendi sözlerini ‘okuyarak’ yaptığı bu değerlendirmeyi soruyoruz. Hocanın bu konudaki yorumu şöyle: “Gandi evliydi. Fakat ‘Seks yapmayacağım’ diyen bir kişiydi. Çocuklukta, saldırganlık ve seks iç içedir. Çocuk büyüdükçe seks ve saldırganlığın aynı şey olmadığını keşfeder. Fakat söylediğim gibi çocuk, erkek kişiliğinin gelişimini tamamlayamamışsa, ne tarafa gideceğine karar veremez.”

SİLAH VE BIÇAK FOBİSİ VAR

Öcalan, aslında askeri bir okula ya da Mısır’daki ünlü El Ezher gibi bir dini üniversiteye gitmek ister. Prof. Volkan’a göre bu durum, ‘otorite, baba’ figürü arayışıyla yakından ilgilidir: “Abdullah Öcalan, ne askeri okula gitti ne de dini eğitim aldı. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin öğrencisi oldu. 20’li yaşlarda, sol hareketin içinde yer almaya başladı. Solcu bir öğrenci olarak tutuklanıp yedi ay cezaevinde yattı. Ardından Kesire ile evlendi. Evliliği sorunluydu. Karısı Kürt kökeniyle övünüyor ve eşini sıradan bir köylü olarak algılıyordu. Yaklaşık 10 yıl sonra evlilik sona erdi. Öcalan, evliliğini şöyle tanımlamaktadır: 'Ben evlilikten kaçtım. Ve hâlâ kaçıyorum.'”

Vamık Volkan’ın, aynı gözlemi 10 yıl önce yayımlanan kitabına yansıttığı bölüm, Öcalan’ın kendi sözleriyle başlıyor:
“Bu ızbandut gibi adam üzerine çökerken, sen bunu nasıl kaldırıyorsun? Gerçi kendimi bir kadın yerine koymuyorum ama zaman zaman, ‘Bunlar böyle erkeklerle yaşamı nasıl paylaşıyor?’ diye tasarlıyorum. Açıkçası çirkin buluyorum. Benim yaşantım göz önündedir, çirkin bulduğum bir şeye bulaşmak istemiyorum. Kendimi çok temiz tutmaya çalışıyorum.”

Volkan’a göre, bu sözler ‘bir itiraf’ niteliğinde. Peki neyin itirafı? Volkan’dan dinleyelim: “Anne ve babasının ilişkisinden dolayı kafası karışık. Anne, erkek gibi. Üstelik saldırgan. Baba zayıf bir karakter. ‘Ama anne, babayla yatıyor. Bu ne biçim şey?’ diye düşünüyor. Öcalan, anılarının bir yerinde şöyle der: 'Bir eşe sahip olmak kötü bir şey değil, ancak benim için içsel savaş bunun nasıl idare edileceği... Baba olma havalarına girer, onunla gurur duyabilirsiniz ama ben bundan biraz sıkılıyorum. Yani babalar beni biraz mazur görsün, halen 44 yaşında bir çocuğum.'”

Prof. Volkan tam burada büyük bir parantez açmak gerektiği fikrinde. Sebebini şöyle açıklıyor: “Ben 44 yaşında bir çocuğum, cümlesini dikkatli okumak gerek. Öcalan, çocukluğunu değiştirmek istiyor. Bunu da Kürtlükle uğraşarak yapıyor. Onun derdi Türklükle değil, kendine göre kötü çocukluğunu temsil eden Kürtlükle. Köylülerin saygısını kazanmak ve kendisini ‘korkak’ babasından ayırmak için, korktuğu halde yılanları öldürdü. Kürt kökenli vatandaşları öldürerek de babayı, anneyi, kendi benliğini öldürmeye çalıştı. Ve bunun yanında Kürtlüğü idealize etmeye çalıştı.

/images/100/0x0/55ea8551f018fbb8f88561a4
Aslında çıkış noktası yeni bir ‘aile’ kurmaktı. Bunu ‘yeni bir Kürtlük’ oluşturarak yapacaktı. Ama saldırganlığının yönü değişmedi. Kürt Kökenli olan kadınları, çocukları, sıradan köylüleri yok etme ve öldürmeye yöneldi. Bu insanlar, onun sevilmeyen çocukluk benliğini temsil ediyorlardı. Neden olduğu dehşet ve insanların ölmesinden suçluluk duymadı. ‘Bizim güzellik kraliçemiz savaştır’ dedi. Ama işin tipik tarafı şuydu: Apo’nun ateşli silahlara ve bıçaklar gibi kesici aletlere ilişkin bir fobisi vardı.” L

YAKALANINCA ‘BABA’SINA KAVUŞTU!

Prof. Dr. Vamık Volkan, “Abdullah Öcalan, yaşamı boyunca güçlü bir baba arar. Bilinçaltındaki ‘baba’, onun saldırganlığından memnun olacaktır” diyor. Öcalan’ın yakalandıktan sonraki ilk fotoğrafını da şöyle yorumluyor: “Aradığı baba figürünü sonunda buldu! İçi rahatladı. Ellerini önüne kavuşturdu. Babasının, yani devletin önünde uslu bir çocuk gibi oturdu.”

/images/100/0x0/55ea8551f018fbb8f88561a6
Hemen araya girip soruyoruz: “Bütün derdi baba bulmak mıydı?” Volkan’ın cevabı açık: “Abdullah Öcalan, görkemli bir benlik duygusunu desteklemek için kendini Hz. Muhammed’e bile benzetmiştir. Bu özdeşleştirme ile çocukluktaki yaralarını ve kusurlarını kapatmak istemektedir. Güçlü baba meselesine gelince, elbette ideolojik nedenlerle de terörü başlattı. Fakat bilinçaltında her zaman o güçlü baba, yani devletle çatıştı.”
Volkan, Abdullah Öcalan’ın kişilik organizasyonunun yanında, Türkiye’de oluşan başka gerçekleri de göz önüne almak gerektiğini söylüyor. Ve ekliyor: “Burada yalnız Kürt sorununun kısıtlı bir kesiminden söz ettik. Fakat gurur duymalıyız ki Türkiye’den ırkçılık çıkmadı.”

VAMIK VOLKAN KİMDİR?

Volkan, psiko-politik teorileri ve dünyanın sorunlu birçok yerinde yaptığı barış çalışmalarıyla üç kez, 27 ülke tarafından, Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Dünya onu, ‘politik psikolojinin dehası’ olarak tanımlıyor. Halen Virginia Üniversitesi’nde psikiyatri profesörü ve ‘Zihin ve İnsan İlişkileri Merkezi’nin yöneticiliğini yürütüyor. Ayrıca Washington Psikanaliz Enstitüsü’nde öğretim görevlisi. Bahçeşehir Üniversitesi Sürdürülebilir Barış Merkezi Onur Başkanlığı’nı da yapan Volkan halen ABD’de yaşıyor.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!