Sezer'in konuşmasının tam metni

Güncelleme Tarihi:

Sezerin konuşmasının tam metni
Oluşturulma Tarihi: Nisan 13, 2007 17:42

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ”Kuruluşundan bu yana Cumhuriyetimizi sinsi bir gölge gibi izlemiş olan gerici tehdit, bugün ulaşmış olduğu boyutlarla kaygıya neden olmaktadır. Türkiye'nin laik düzenini ve Cumhuriyet'in çağdaş kazanımlarını hedef alan etkinlikler ile dini politikaya yansıtma çabaları toplumsal gerginlikleri artırmaktadır “dedi.

Sezer, Harp Akademileri'nde verdiği konferansta, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin, kalıcı bir barışın sağlanması yolunda dünyada yarattığı iyimserlik, 11 Eylül terör saldırılarından sonra yerini kaygan, belirsiz ve istikrarsız bir uluslararası ilişkiler ortamına bıraktığını ifade etti.

Cumhurbaşkanı Sezer, bunun sonucu stratejik düşüncelerde bir değişim süreci başladığını, tehdit ve buna bağlı olarak güvenlik kavramlarının temelden sarsıldığını dile getirdi.

Bugün, dünyada büyük güçler arası konvansiyonel bir savaş olasılığı giderek azalırken, bölgesel, etnik ve dinsel kökenli savaşların tehdit olma niteliğini koruduğunu ve küresel gerginliği artırdığını belirten Sezer, şöyle devam etti:

“Terörizm, uluslararası alanda tüm ülkelerin siyasal, toplumsal, ekonomik ve moral yapıları üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta, aynı zamanda ülkelerin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü de tehdit etmektedir. Terörizm, temel hak ve özgürlüklerin ve demokrasilerin yıkılmasını, istikrarın bozulmasını ve çoğulcu sivil toplumların etkisiz kılınmasını hedef almaktadır.

Öte yandan, uluslararası terörizm ve kitle yoketme silahlarının yayılması, dünyada kalıcı bir güvensizlik algılaması yaratan başlıca etkendir. Terör eylemlerinde kitle yoketme silâhlarının kullanılma risk ve olasılığının artmış bulunması, nükleer teröre karşı kimi küresel savaşım girişimlerinin başlatılmasına yol açmaktadır.

Bu durumda, silahlı kuvvetlerin bir yandan konvansiyonel savaş olanak ve yeteneklerini korurken, diğer yandan savaşı ve terörle savaşımı uzun süre birarada yürütebilecek yeteneklere de sahip olması gerekmektedir.”

Sezer, 21. yüzyılın başında yeni bir dünya düzeninin oluşum aşamasında bulunduğunun gözlendiğini belirterek, bu düzenin meşruiyete ve bunun temeli olan uluslararası hukuka dayanmasının asıl olduğunu ifade etti. Sezer, “Tersi durumda, kültürler arasında derin uçurumlara ya da başat bir gücün egemenliğine yol açma riski bulunmaktadır” dedi.

Dünyada çeşitli bölgesel güç odaklarının ortaya çıkması sürecinin Türkiye tarafından yakından izlenmesinin sürdürülmesi gerektiğine işaret eden Sezer, geçen yüzyılda ivme kazanan küreselleşmenin olumlu sonuçlarının yanı sıra, toplumlardaki dengeleri bozabilen, eşitsizlikleri arttıran ve tehdit kaynaklarını çoğaltabilen yönlerinin giderek daha iyi anlaşıldığını söyledi.

Cumhurbaşkanı Sezer, şöyle konuştu: “Yoksulluk, açlık ve salgın hastalıklar gibi küresel sorunların çözümü için yeterli dayanışma oluşturulamamıştır. Bu durum, 'karşılıklı anlayış ve hoşgörü' eksikliğini artırmış, terörizm başta olmak üzere pek çok küresel sorunu da birlikte getirmiştir.

Küreselleşme sürecinde, düşüncesizce atılan kimi adımlar ve hoşgörüden yoksun yaklaşımlar, tarihsel önyargıları öne çıkararak uygarlıklararası çatışma kuramlarını gündeme getirmiştir. Kültürel kaynakları çok çeşitli olmakla birlikte, bireylerin özgürlük ve eşitliği ile barış ve hoşgörüyü temel alan uygarlık, tek ve evrenseldir.

Böyle bir ortamda, çevremizde ülkemizin kalkınma ve ilerleme çabalarını artırarak sürdürebilmesine elverişli koşulların yaratılması, istikrar ve güvenin sağlayacağı olanaklardan yararlanılması, ulusal çıkarlarımız yönünden başlıca hedefi oluşturmaktadır.”
   
TERÖRİST EYLEMLER TEHDİT KONUMUNU SÜRDÜRÜYOR
     
Cumhurbaşkanı Sezer, jeostratejik konumu yönünden dünyadaki uluslararası bunalım alanlarına yakın olan Türkiye'nin, terörizm, kitle yoketme silahlarının yayılması ve bölgesel sorunlardan kaynaklanan çok yönlü ve artan, ağır iç ve dış tehdit ve risklerle karşı karşıya olduğunu belirtti.

Türkiye'nin bütünlüğüne ve ulusal birliğine yönelik bölücü terörist eylemler ve gerici etkinliklerin, birincil tehdit konumunu koruduğunu dile getiren Sezer, Türkiye'ye yönelik her türlü tehdit ve risklerin, tüm ulusal güç ögeleriyle caydırılması ve gerektiğinde etkisiz duruma getirilmesinin, güvenlik politikasının temelini oluşturduğunu kaydetti. Sezer, “Ayrıca, Türkiye'nin çevresinde bir 'Barış ve Güvenlik Kuşağı' oluşturulması, böylece ülkemize yönelik tehdit ve risklerin azaltılması hedef alınmaktadır. Bu çerçevede, kara suları, hava sahası, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı gibi konularda Türkiye'nin güvenliğini tehlikeye düşüren güncel uygulamalar, ulusal hak ve yararlarımızı gözetecek biçimde yakından izlenmektedir” dedi.

Sezer, Türkiye'nin, bulunduğu coğrafyadaki sorunların çözümüne yardımcı olmak amacıyla tüm birikimini ve gücünü kullanması gerektiğini kaydederek, “Bu yönde etkin girişimlerle bölgesine yönelik gündemi belirlemeli, siyasa ve çözümler üretmeli, bunları biçimlendirmelidir” diye konuştu.
   
“SİNSİ GÖLGE”
     
Cumhurbaşkanı sezer, terörizmin artık küresel bir boyut kazandığını, belirli ülkelerin ya da bölgelerin sorunu olmaktan çıktığını, uluslar ve sınırlar ötesi özelliğinin belirginleştiğini belirtti.

Terörden en çok zarar gören ülkelerden biri olarak Türkiye'nin, terörizmle uluslararası savaşımı ve bu konuda işbirliğini ve dayanışmayı desteklediğini vurgulayan Sezer, şöyle devam etti:

“Türkiye, karşılaştığı bölücü terörü tümüyle yok edebilmek için yasalar çerçevesinde büyük bir kararlılıkla savaşımını sürdürmektedir. Ülkenin ve Ulus'un her türlü tehdit ve tehlikeye karşı korunup savunulması en büyük hakkımız ve sorumluluğumuzdur.

Türkiye, bir yandan Irak'ın kuzeyinden kaynaklanan terörist tehdidin etkisiz kılınması konusundaki kimi ortak çabalara katkılarını sürdürürken, uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru savunma hakkını saklı tutmaktadır.

Siyasallaşmaya çalışan bölücü terörle savaşımda ulusumuzun gösterdiği birlik ve beraberliği, tüm güvenlik güçlerimizin sergilediği özverili ve kahramanca çabayı beğeniyle karşılıyor, aziz şehitlerimize Tanrı'dan rahmet diliyor, gazilerimizi gönül borcuyla anıyorum.

Kuruluşundan bu yana Cumhuriyetimizi sinsi bir gölge gibi izlemiş olan gerici tehdit, bugün ulaşmış olduğu boyutlarla kaygıya neden olmaktadır. Türkiye'nin laik düzenini ve Cumhuriyet'in çağdaş kazanımlarını hedef alan etkinlikler ile dini politikaya yansıtma çabaları toplumsal gerginlikleri artırmaktadır.

Cumhuriyet'in demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliğinin, ulusu ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğünün sonsuza kadar korunması ve kollanması Devlet'in hak ve görevidir.

Cumhuriyet'in temel değerlerine ve anayasal ilkelere inanmayanların, aydınlanmayı ve çağdaşlaşmayı içine sindiremeyenlerin, ülkenin geleceğine ilişkin kötü niyet taşıyanların laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'ne ve kurumlarına yönelik saldırıları, ulusumuzu ve devletimizi yolundan geri döndüremeyecektir.”

Haberin Devamı

Sezer, Harp Akademileri'nde verdiği konferansta, Anayasa'nın 117. maddesi gereğince, TBMM'nin manevi varlığından ayrılmayan Başkomutanlığı temsil görevinin yakında sona ereceğini kaydederek, “Dünyanın en büyük ve en kahraman ordularından birinin başkomutanlığını temsil görevini, yaşantımın en mutlu ve onurlu anılarından biri olarak hep koruyacağım” dedi.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yüksek bir caydırıcı güç olma niteliğinin, bölge barışının en önemli etkeni olduğunu
kaydeden Sezer, “21. yüzyılda da Silahlı Kuvvetlerimizin çağdaş ve güçlü durumda tutulmaya devam edilmesi, Devletimizin ve rejimin geleceğinin en önemli güvencelerinden biri olacaktır” diye konuştu.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Türk Ulusu'nun gönlünde, her zaman üst düzeyde yer aldığını, bunda gücünü ve ruhunu ulustan almanın büyük payı bulunduğunu belirten Sezer, “Türk Ordusu, başta her düzeydeki komutanları olmak üzere, geleneksel olarak çok iyi eğitilmiş, günümüzdeki teknolojik gelişmeleri yakından izleyen ve yetenekleri üst düzeyde personelden oluşmaktadır” dedi.

Silahlı Kuvvetlerin en önemli desteklerden birini kapsamlı, çağdaş ve ulusal nitelikteki savunma sanayii alt yapısından aldığını kaydeden Sezer, bu nedenle, Türk savunma sanayiinin güçlendirilmesine yönelik çabaların aralıksız sürdürülmesinin yaşamsal önem taşıdığını söyledi.
Sezer, “Silahlı Kuvvetlerimizin yüreğini oluşturan Harp Akademilerinde subaylarımıza verilen eğitimin her yönden en üst düzeyde olduğuna inancımız sonsuzdur” dedi.
   
ANAYASA İLE VERİLEN GÖREVLER
     
Devletin ve ülkenin geleceği yönünden çok önemsediği bazı konuları bir kez daha vurgulamak istediğini kaydeden Sezer, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Sistemi eleştirmek ve değiştirilmesini istemekle mevcut kuralları uygulamak zorunda olmak çok ayrı şeylerdir. Anayasa Mahkemesi Başkanı iken, Anayasa'yla öngörülen Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetkilerinin, parlamenter demokrasinin gerekleriyle bağdaşmadığını söylemiştim. Bu düşüncemi bugün de koruyorum.

Ancak, Cumhurbaşkanı'nın, kurallar değişmedikçe Anayasa ile verilen görevleri yerine getirmesi, yetkileri kullanması zorunludur. Üstelik, laik Cumhuriyet rejimini, Anayasa'nın uygulanmasını gözetme bağlamında koruyup kollama görevi, bu zorunluluğu kimi zaman daha da artırmaktadır.

Anayasalar, devletlerin temelini oluşturan kurucu düşünceyi kurallaştırarak somutlaştıran, devlet rejimini belirleyip siyasal sistemi kuran toplumsal sözleşmelerdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temeli, ilkeler ve değerler bütünü olan Atatürkçülük ideolojisine dayanmaktadır. Anayasamızda, Devlet rejimini belirleyen temel ilkelere ve bu ilkeleri belirginleştirecek kurallara yer verildiği ve bu kuralların bağlayıcılığının sağlandığı görülmektedir.”
   
DEVLET REJİMİNİN KORUNMASI
     
Anayasa'nın 11. maddesinden söz ederek, Anayasa kurallarının, yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetimi, özel ve tüzel kurum ve kuruluşları, seçilmiş ya da atanmış tüm görevlileri ve tüm yurttaşları, kısaca herkesi bağladığını kaydeden Sezer, aynı maddede yasaların Anayasa'ya aykırı olamayacağının belirtildiğine dikkati çekti.

Sezer, Anayasa'nın 148. maddesi ile Anayasa Mahkemesi'ne, yasa, yasa gücünde kararname ve TBMM İçtüzüğü'nün Anayasa'ya uygunluğunu denetleme görev ve yetkisi verildiğini vurgulayarak, yasama işlemlerinin Anayasa'ya uygunluğunun da mahkemenin denetimine bağlı kılındığını kaydetti.

Anayasa Mahkemesi'nin bu görev ve yetkisinin, aynı zamanda anayasal devlet rejiminin korunması yükümlülüğünü de içerdiğini kaydeden Sezer, şöyle devam etti:

“Anayasal rejimin korunup sürdürülmesi yönünden görev ve yetki verilen bir başka organ Cumhurbaşkanlığı'dır. Anayasa'nın 104. maddesinde, Devlet'in Başı sıfatıyla Cumhurbaşkanı'na, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Ulusu'nun birliğini temsil etme, Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme görev ve yetkisi verilmiştir.

Cumhurbaşkanı'na ve Anayasa Mahkemesi'ne verilen görev ve yetkiler, siyasal iktidar gücünün, dengelenip frenlenerek 'çoğunluk diktatörlüğüne' dönüşmesinin önlenmesi ve Anayasa'da somutlaşan Devlet rejiminin korunması yönünden çok önemlidir.”
   
“CUMHURİYET'İN İLKELERİNDEN YANA TARAF”
     
Anayasa'nın başlangıç bölümünde, “Türk Yurdu ve Türk Ulusu'nun sonsuza uzanan varlığı ve Yüce Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünün kabul edildiğini” ifade eden Sezer, bu bölümde, hiçbir etkinliğin, ulusal çıkarlar, Türk varlığı, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esası karşısında korunma göremeyeceğinin belirtildiğini de vurguladı.

Sezer, Anayasa'nın 2, 3 ve 4. maddelerini de hatırlatarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Görüldüğü gibi Anayasamızda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş düşüncesi, tek Ulus ve ulusal devlet, tekil devlet, laik devlet, demokratik devlet, sosyal devlet, hukuk devleti ilkelerine dayandırılmış ve bu ilkeler kurallarla anayasal belirginliğe kavuşturulmuştur.

Anayasal kuralların bağlayıcılığı yanında, içtiği ant ve Anayasa'nın uygulanmasını gözetme görev ve yetkisi, Cumhurbaşkanı'nı, yukarıdaki ilkeleri özümseyerek uygulamak ve uygulatmakla yükümlü kılmaktadır. Başka bir anlatımla, uzlaşma ve uyum ancak anayasal rejim çerçevesinde olanaklıdır. Bunun dışında bir uzlaşma aramak anayasal kuralları savsaklamak anlamına gelecektir.

Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet'in ilkelerinden ve anayasal içeriklerinden yana taraftır, Anayasa'nın buyurucu kuralları karşısında taraf olmak zorundadır. Başka ve güncel bir deyişle, bu ilkeler ve onların anayasal içerikleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti rejiminin 'kırmızı çizgileri'dir. Yürürlükteki anayasal kurallar uyarınca, başta aynı doğrultuda andiçen milletvekilleri olmak üzere tüm yurttaşlar da Devlet rejimini oluşturan anayasal kurallar çerçevesinde bu ilkelere uymak zorundadırlar.

Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığı siyasal tarafsızlıktır. Anayasa'nın 101. maddesinin son fıkrasında, 'Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir' denilerek, Cumhurbaşkanı'nın siyasal yönden tarafsız olması gerektiği açık biçimde belirtilmiştir.”
   
ÖNEMLİ FARK
     
Bu özelliğin cumhurbaşkanı ile siyasal liderler arasındaki önemli bir farkı oluşturduğuna dikkati çeken Sezer, “Asıl önemli fark ise, Anayasa'nın 104. maddesine göre, Cumhurbaşkanı'nın devletin başı, 112. maddesine göre ise, Başbakan'ın, bir siyasal organ olan Bakanlar Kurulu'nun başkanı olmasıdır. Başbakan, yürütme görevinde, ancak ilişkin bulunduğu siyasal görüşü temsil edebilir. Oysa, Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Ulusu'nun temsilcisidir” diye konuştu.

Sezer, temelinde Atatürk ilke ve devrimleri bulunan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ideolojisinin, tüm yurttaşların taraf olması gereken bir devlet ideolojisi olduğuna işaret ederek, şöyle devam etti:

 “Cumhurbaşkanı, anayasal devlet rejimine egemen olan değerleri savunurken toplumun çeşitli kesimleriyle birlik içinde olabilir. Cumhurbaşkanı'nın anayasal ilkelerden yana taraf olması, siyasal taraflılık biçiminde yorumlanamaz.

Atatürkçü Cumhuriyet rejiminin temel ilkelerine karşı ortaya konulan eylem ve uygulamalara karşı çıkmak ve engel olmak, Cumhurbaşkanı'nın içtiği andın ve anayasal görevinin gereğidir. Bunun 'siyasal muhalefet' görevi ile karıştırılması son derece yanlıştır.”
   
“KİMSE HUKUKUN ÜSTÜNDE DEĞİLDİR”
     
Anayasal zorunluluğa bağlı olarak, Anayasa'ya, hukukun evrensel ilkelerine ve kamu yararına uygun görülmeyen yasalar ya da kimi maddelerin, bir kez daha görüşülmesi için TBMM'ye geri gönderildiğini, TBMM'de aynen kabul edilen Anayasa'ya aykırılık içeren yasalar için de Anayasa Mahkemesi'nde iptal davası açıldığını söyledi.

Sezer, “Anayasal kuralların özüne, hukuk devleti niteliğine, onun gereği olan liyakat ve kariyer ilkelerine, hukuka, kamu yararına ve hizmetin gereklerine uygun olmayan kararname taslaklarının da imzalanmayarak geri gönderildiğini” kaydetti.

Seçildikten sonra 16 Mayıs 2000 tarihinde TBMM'de yaptığı konuşmada, “Kimse hukukun üstünde değildir; hukukun üstünlüğü ilkesi herkesi bağlamalı, Anayasa'nın, yasaların ve hukukun gereği her zaman ve herkese karşı yerine getirilmelidir. En büyük felaketin, hukuka ve adalete duyulan güvenin yitirilmesi olduğu unutulmamalıdır” dediğini hatırlatan Sezer, “Tüm meslek yaşamımda olduğu gibi Cumhurbaşkanlığım döneminde de bu düşüncenin uygulayıcısı, izleyicisi ve gözeticisi olmaya çalıştım” dedi.

Haberin Devamı

Sezer, Harp Akademileri'nde verdiği konferansta, Türk ulusunun, birlik ve bütünlüğünün ve bunun yarattığı ulusal devletin temel kavram olduğunu vurguladı. Yüce Atatürk'ün, “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” anlatımıyla ulusun adını açıkça vurguladığını, içeriğini belirlediğini kaydeden Sezer, Atatürk ulusçuluğunun, bu anlatımda da görüldüğü gibi ırk, dil, din, mezhep temeline değil, birleştirici, bütünleştirici temele dayandığını ifade etti. Sezer, bunun doğal sonucu olarak Anayasa'da, “Türk Devleti”ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin “Türk” sayıldığını, bunun da, ülke bölünmezliğini sağlayan bir ulusal kimlik olduğunu söyledi.
   
HEPİMİZİ MUTLU ETMELİ
     
Sezer, şöyle konuştu:

“Çok kültürlü toplumlarda 'birlik' ulusal devletle sağlanmış ve 'tek ulus' ilkesi bu birliği sağlayan ve pekiştiren en önemli öğe olmuştur. Toplumu oluşturan yurttaşların tek ulus çatısında toplanması, laiklikte olduğu gibi, farklılıklar korunarak birlikte yaşamanın en etkili yoludur. Bu gerçeği göremeyen devletlerin tarihsel süreci çok kısa olmuştur.

Anayasa'daki egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk ulusunundur kuralı, 'Türk Ulusu' kavramının çoğunluk-azınlık ya da din, dil, ırk, mezhep ayrımı yapılmadan yurttaşların tümünü kapsadığını göstermektedir.

Bayrağımızın dalgalandığı bu topraklarda yaşamak hepimizi mutlu etmeli, bağımsızlığımızın sembolü İstiklal Marşı'nın okunması hepimizi coşkulandırmalı, duygulandırmalı, her kademede ayrım yapılmaksızın bu ülkeye hizmet etme, hepimize düşen görev ve sorumluluk olmalıdır.

Ülke ve ulus birliğine zarar verecek, tekil ve ulusal devleti bozmaya kalkacak hiçbir eyleme izin verilmeyeceği asla akıllardan çıkarılmamalıdır.

Türkiye'yi çağdışı rejime sürüklemek isteyenlerin demokrasiden söz etmelerinin bir oyun olduğu görülmelidir. Huzur ve iç barış olmadan siyasal istikrarın, ekonomik kalkınma ve toplumsal gelişmenin hiçbir anlamının olmayacağı anlaşılmalıdır. Temeli Atatürkçü düşünceye dayalı çağdaş Cumhuriyet'te huzur da denge de istikrar da ancak laiklik, bölünmezlik ve ulus devlet yapısı güvenceye alınıp sürdürülerek sağlanabilecektir.

Unutulmamalıdır ki, bu ülkeye ve rejimimize en büyük kötülük, aymazlıktan gelmektedir ve bundan kurtulmak rejimi korumanın koşuludur.

Anayasamıza göre, seçme ve seçilme hakkını da kapsayan temel haklar ve özgürlükler, bireyin topluma, ailesine ve diğer bireylere karşı ödev ve sorumluluklarını da içermektedir. Yurttaşların oy kullanmaları aynı zamanda topluma karşı ödevi ve sorumluluğudur.”
   
“SİYASAL REJİM TEHLİKE İLE KARŞI KARŞIYA”
   
Türkiye'de siyasal rejimin, Cumhuriyet kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmadığını belirten Sezer, ”Laik Cumhuriyet'in temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler, bu konuda aynı amaç doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir” dedi.

Haberin Devamı

Sezer, şöyle devam etti:
“Dış güçler, Türkiye'nin İslam ülkelerine model olabilmesi için öncelikle siyasal rejiminin 'laik Cumhuriyet'ten, 'demokratik Cumhuriyet' adı altında, 'Ilımlı İslam Cumhuriyeti'ne dönüştürülmesini öngörmektedirler. Ilımlı İslam, Devlet'in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeninin din kurallarından belli ölçüde etkilenmesi anlamına gelmektedir. Bu niteliğiyle Ilımlı İslam modeli, İslam'ı kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da, Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle, 'irticai' bir modeldir. Türkiye bölge için ancak laik, demokratik hukuk devleti niteliği ile örnek oluşturabilir; bu yöndeki deneyimlerini paylaşmaya hazırdır.”
   
“ULUSAL DEVLETLER”
   
Cumhurbaşkanı Sezer, ülkelerin yönetim sistemlerinin değiştirilmesine direnen en önemli ögelerin, ulus devletler olduğunu belirtti. Sezer, “Bu nedenle, ulus devletlerin parçalanıp yok edilmesi ya da bölünüp siyasal denetime alınması küresel sistemin başarısı için gerekli görülmektedir. Bunun için de ulusal ülkü, ulusal bilinç ve ulusal dilin zayıflatılması, bu yolla ulusal benliğin yok edilmesine çalışılmaktadır. Kimi ülkelerin düşün önderlerinin son yıllarda Atatürk'e ve Atatürkçü düşünce sistemine yönelttikleri yoğun eleştirilerin anlamı ve amacı açıktır” dile konuştu.

Haberin Devamı

Sezer, işin dikkat çekici yanının, Türkiye Cumhuriyeti rejimini ılımlı İslam'a dönüştürmek için dış ve kimi iç odakların çıkar birliği yapmaları ve bunu demokratikleştirme adı altında gerçekleştirmeye çalışmaları olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Sezer, şunları kaydetti:  “Oysa bu odakların bilmesi gereken üç önemli gerçek vardır: Birincisi, ister 'ılımlı', ister 'köktenci' olsun, din devleti ile demokrasinin yan yana getirilmesi, tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır. İkincisi, ılımlı İslam'ın çok kısa sürede radikal İslam'a dönüşmesi kaçınılmazdır. Üçüncüsü de Türkiye Devleti, rejim seçimini, Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte 84 yıl önce yapmıştır. Bu rejim, Atatürk ilke ve devrimleri ile Atatürk ulusçuluğuna bağlı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti temelinde biçimlenen aydınlanmacı ve çağdaş bir rejimdir.

Haberin Devamı

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi, siyasal yönden tekil devlet yapısını ve tam bağımsızlık ilkesini, yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini, ekonomik, sosyal, kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir.
Türk Devrimi'nin genel amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır.”
   
“STRATEJİK KURULUŞLARIN ÖZELLEŞTİRİLMESİ”
   
Cumhurbaşkanı Sezer, küresel sistemin üzerinde durduğu bir başka alanın ülkelerin doğal kaynakları ve üretim araçları olduğunu belirterek, sistemin, özelleştirme uygulamaları ile bu kaynak ve araçları ele geçirmeye çabaladığını söyledi. Sezer, bunun ayırdında olan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerin, ulusal güvenlikle doğrudan ya da dolaylı ilgili stratejik şirketlerin yabancı sermayeye satışını önlemek için koruyucu önlemler aldığını, Rusya ve Latin Amerika ülkelerinin ise stratejik şirketleri yeniden devletleştirmek için yoğun çaba içinde olduklarını anlattı.

Sezer, “Türkiye'de de stratejik konu ve kuruluşların özelleştirilmesinden vazgeçilmelidir” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Sezer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye'nin henüz tam olarak küresel sistemin egemenliğine girmemiş olması, sistem ülkelerini rahatsız etmektedir. Bunun nedeni, tüm çabalara karşın hala sağlam bir Atatürkçü yapının sürüyor olması ve Cumhuriyet'in anayasal kurumlarının ulusal çıkarlardan ödün vermeyen sağlam bir duruş sergilemeleridir.

Ulus devletin, ulus birliği ve ülke bütünlüğünün, tekil devlet ve laik Cumhuriyet'in koruyucusu ve güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri de, ilk kez iç ve dış odakların hedefi durumuna gelmiştir. Bu odaklar niyetlerini açıkça sergileyerek işi 'hesap sorma' söylemine kadar vardırmışlardır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, anayasal rejimin korunması yönünden, tüm anayasal organ ve kurumlar gibi görevli ve taraftır. Orduyu yıpratarak etkisizleştirmek için, zamanlaması ayarlanmış bir oyun oynanmaktadır.

Oysa, özellikle bölgesel karışıklıkların yoğunlaştığı ve küresel güçlerin Ülkemiz üzerindeki planlarının açığa çıktığı günümüzde Ordumuzu yıpratmak, bu planlara destek olmak amacı taşımıyorsa, hiç düşünülmemesi gereken bir olgudur.”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!