Ben kardeşiniz Serkis İmas böyle doğup böyle büyüdüm

Güncelleme Tarihi:

Ben kardeşiniz Serkis İmas böyle doğup böyle büyüdüm
Oluşturulma Tarihi: Ekim 30, 2008 00:00

Serkis İmas, 1915’teki tehcir sırasında Askeri Doktor Sami Bey tarafından evlatlık edinilen Şuşan’ın oğlu.

Bir gün dedesinden, annesinden dinlediklerini ve kendi yaşadıklarını yazmaya karar veriyor. 15 küçük defter dolduruyor kırık bir Türkçe ile. Sonra bu defterleri, arkadaşımız Faruk Bildirici’ye gönderiyor. Faruk da, káh e-maille, káh telefonla konuşarak eksiğini gediğini tamamlıyor Serkis İmas’ın hatıralarının. Ne var ki, bir kez bile yüzyüze gelemeden Serkis İmas çekiliyor dünyamızdan. "İşte böyle. Ben kardeşiniz Serkis İmas. İşte böyle doğup böyle büyüdüm" diyerek...

"YEDİ yaşındaki annem Şuşan ve üç yaşındaki erkek kardeşi Antranik’e de neneleri bakıyormuş. Jandarmanın sevkiyat için köye geldiği sırada evdelermiş üçü de. Dedeme haber verecek fırsatları bile olmamış. Gerçi haber verseler de elinden bir şey gelmezdi.

Köydeki bütün Ermeni kadın ve çocuklarla birlikte onları da sıraya dizip Maden’e doğru yola çıkarmış jandarmalar. Zavallılar, eli silahlı bu zorbalara karşı en ufak bir direniş bile gösterememişler korkudan.

70 yaşını çoktan geçmiş olan büyükannem, akşama doğru yürüyemez hale gelmiş. Asker başlamış dipçikle vurmaya. ’Yürü be kadın yürü. Sen benim başımın belası mısın?’ diye bağırıyormuş bir yandan da. Büyükannem de başlamış jandarmaya yalvarmaya. ’Ne olur beni öldür de kurtar oğul bu ızdıraptan.’

Bu insanlara karşı nasıl nefretle doldurulmuşsa en ufak bir acıma göstermemiş asker. Yere çökmüş kendisine yalvaran yaşlı kadının karnına saplamış kasaturasını. O kanlar içinde yere kapaklanırken, başucunda ağlayan iki küçük çocuğa da aldırmayan asker, konvoyla birlikte çekip gitmiş."

Bir büyük trajedi

/images/100/0x0/55eb0be9f018fbb8f8a78a80
Ermenilerin "Ermeni sevkiyatı" diye adlandırdığı 1915’teki tehcir sırasında yaşananların kendisiyle ilgili bölümünü böyle anlatıyor Serkis İmas. Bunları gözleriyle görmemiştir elbette, işte orada, yaşlı kadının cesedinin başında duran ve daha sonra annesi olan Şuşan’dan dinlemiştir olup biteni. Olup biten, kelimelerin zor tanımlayacağı bir büyük trajedidir elbette. Bu topraklar üzerinde yaşayan hemen herkesi etkilemiş bir trajedi.

Bir süre sonra çocukları bulan iki Kürt eşkiya, gözünü kırpmadan Antranik’i derede boğacak, Şuşan’ın da elinden tutup Askeri Doktor Sami Bey’e satacaktır. Böylece Şuşan, Hrant Dink’in yıllar sonra bu satırların yazarına anlatacağı 300 bin şanslı Ermeni çocuktan biri olarak hayatta kalacaktır. Tabii ismi ve dini değiştirilecek, Şuşan, Suzan olarak devam edecektir bir süre hayatına.

"Kendisini satın alan Sami bey bir askeri doktordu, Adamlara ’Sizler dolaşıyorsunuz, şayet şöyle yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu bulursanız bana getirin. Size para veririm’ diye önceden sipariş vermişti. Sami beyin asıl niyeti, üç yaşındaki kızı Semiha’ya bir yoldaş bulmak, hem de üzüntüyle izlediği ’Ermeni vurgunu’na maruz kalanlardan bir canı kurtarmaktı."

Serkis İmas, Allah Sami Bey ve onun gibi düşünen kullarından rahmetini esirgemesin" diyecektir bütün samimiyetiyle. Hakikaten, Sami Bey gibi insanlar, bu büyük utancın yükünü bir parça olsun hafifletecek, vicdanlardaki merhamet duygusunun o kan ve ateş atmosferinde bile ölmediğini bütün dünyaya gösterecektir:

"Doktor beyin evinde beş altı sene kaldı, ona her zaman iyi davrandılar. Ne bir kötü söz söylediler, ne bir fiske vurdular. Sadece adını değiştirmeleri üzdü onu. Aslında bunu da Şuşan’ın iyiliği için yapmışlardı. Ermeni olduğunun fark edilmesini, bu yüzden başına bir şey gelmesini istemiyorlardı. O da bunun farkında olduğu için itiraz etmedi bu isim değişikliğine. Gerçek adı olan Şuşan yerine Suzan diye çağırıyorlardı. Zamanla alıştı yeni ismine. Hatta zamanla asıl adını unuttu bile."

Kavuşma sahnesi

Bütün bunlar olup biterken, Değirmenci Asadur da hayatta olup olmadıklarını bile bilmeden çocuklarını aramaktadır elbette. Aradan yıllar geçmiş, ölen öldüğüyle kalmış, kurtulanların önemli bir bölümü Anadolu’yu terketmiştir. Doğup büyüdüğü toprakları terketmeyen bir avuç Ermeni kalmıştır geride. Bunlardan birisi de Değirmenci Asadur’dur. Asadur, yaşı kızının yaşına, kaşı kızının kaşına benzeyen Suzan isimli bir genç kızın Maden’de yaşadığını öğrenince işte bunun için heyecanlanır.

"Çok beklemeden hemen Maden yoluna düşen Asadur, Şuşan’ı görmeden doğru Sami beye gidip kendini tanıttı, ayaklarına kapanıp yalvardı. ’Beyim sen de bir babasın. Benim hayatta bu kızımdan başka kimsem kalmadı. O da sizin sayenizde sağ kaldı. Ne olur beyim zavallı ve aciz bir babayı evladından ayırma. Ne olur beyim beni diri diri mezara koyma.’

Asadur’un sicim gibi gözyaşı döktüğünü gören Sami beyin yüreği sızladı. ’Senin adın neydi?’ diye sordu önce. ’Asadur, beyim’ cevabını verip heyecanla arkasından ne geleceğini bekledi. Sami bey, ’Peki. Ama bir şartla. Şimdi ikimizin de kızı olan Suzan’ın yanına gideceğiz ve ona seni soracağım. Doğru söylüyorsan kızını sana veririm’ deyince minnetle ellerine sarıldı.

Her zaman eve yalnız giden Sami bey, babasıyla birlikte içeri girince Şuşan’ın gözleri yuvalarından fırladı. Geçmişte kaldığını düşündüğü, nicedir görmekten umut kestiği yakışıklı babası karşımdaydı. ’Hayrik hayrik’ diye fırlayıp ona sarıldı. Babasıyla kızın sevinçten ağladığını gören Sami bey ve eşi de gözyaşlarına engel olamadı."

Daha önce de ifade edilmeye çalışıldığı gibi, kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerler vardır hayatta. 1915’te yaşananların tarih kitaplarının kuru anlatımından çıkıp ete kemiğe büründüğü hemen her yerde böyle bir manzara çıkıyor karşımıza. Değirmenci Asadur, binlerce babadan bir baba, Şuşan da, binlerce Ermeni çocuğundan bir çocuk...

Serkis İmas’ın final cümleleri ise Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si, Süryani’si, Laz’ı, Çerkes’i, Gürcü’sü, Rum’u, Yahudi’si, Arap’ı ile sadece Anadolu topraklarında yaşayan insanlara değil, bütün yeryüzüne bir çağrı, bir mesaj, bir elveda gibi:

"İşte böyle. Ben kardeşiniz Serkis İmas. İşte böyle doğup, böyle büyüdüm. Bazen mutlu, bazen üzüntülü günler yaşadım. Bilmeden hata yaptıysam, üzdüğüm herkesten özür dilerim. Ben de beni kıran bütün insanları affettiğimi, beni duymaları dileğiyle buradan söylemek istiyorum."

Yazarın masasına gelen zarf

Maskeli Leydi’de Tansu Çiller’i, Hanedan’ın Son Prensi’nde Mesut Yılmaz’ı, Yemin Gecesi’nde Leyla Zana’yı anlatan Faruk Bildirici, biyografi konusunda tecrübeli bir gazeteci. Serkis Bu Toprakları Sevmişti de bunu ortaya koyuyor zaten. Bildirici kitapla ilgili heyecanını, yazdığı önsözde şöyle anlatıyor:

"Postacı, Almanya’dan gönderilen kocaman bir sarı zarf bıraktı masama. Belli ki, gönderen için çok değerliydi içindekiler. Hava dolu naylon baloncuklarla desteklenmişti zarfın iç kısmı. Özenle hazırlanmıştı. Adresler düzgün bir el yazısıyla yazılmış, pullar bile nizami bir şekilde yapıştırılmıştı. Gönderen kısmında ’Serkis İmas’ yazıyordu.

Nicedir merakla beklediğim zarftı bu. Onu 28 Ekim 2004’te gönderdiği mail’le tanımıştım. ’İsmim Serkis Imas, Almanya’dan ariyorum. benim ve ailemin hayat öyküsünü yazdim. Bunlari yazmak benim 4 senemi aldi, sayet isterseniz bunlari size göndermek istiyorum.’"

YARIN Almanya’ya giden tren...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!