Gözlerin göze gelen dünyası
İlk infra-red portu olan notebook’u 1997’de kullanmaya başladım. Bu harika (!) aleti görmemişin bilgisayarı gibi kullanırken, ofisten bir arkadaşım yanıma geldi. Kendi notebook’unu masama koydu. “Şimdi sana bir resim vereceğim” dedi. “Tabii ki” dedim.
Ben bilgisayarından disket çıkartıp, benim bilgisayarıma “save” edeceğim bir dosya beklerken o anda ekranımd
Masaüstünde kızılötesi porttan alınan dosya işareti belirdiğinde ne kadar şaşırdığımı anlatamam. “Nasıl yani” dedim. “Bayağı yani” dedi. İşte böyle. “Yolluyacağım işte”. Ve yolladı da. O güne kadar bütün dosya transferlerini network kabloları veya disketler marifetiyle yapan ben, (cehaletimi bağışlayın ama) o gün ilk kez karşılıklı iki bilgisayarın hem de kablosuz bir şekilde birbirine veri aktarmasına şahit oluyordum.
“Peki nasıl oluyor bu” diye sordum. “Basit” dedi dostum. “Bilgisayarlar göz göze geliyor ve iş bitiyor”, hepsi bu.
Göz göze gelmek. Çocukluğumun en çok duyduğum sözlerinden birisiydi bu. Büyükler (özellikle de babam) bir şey istemeyi
Yaramazlık yaptığımızda da göz göze gelirdik, büyüklerimizle. Eğer uslu durmamız isteniyor ve hala gevezelikten taviz vermiyorsak, gözgöze gelmemiz yeterdi. O çakmak çakmak gözlerde “evde görüşürüz” ifadesi belirdiği anda, tüm yaramazlıklar biter, göz göze gönül gönüle akıllı uslu bir şekilde yuvarlanıp giderdik.
İlk çocukluk ve gençlik aşklarımızda da göz göze gelmek ifadesinden epey bir nasibimizi aldık. Ne de olsa gözler kalbin aynasıydı. Ve göz göze gelince, sa
Okul yıllarımızda da göz göze gelmek kavramından epey bir nasibimizi aldık. Yazılı kağıtlarına gömüldüğümüz sınavın en can yakıcı anlarında, öğretmenle göz göze gelmek “taammüden kopya çekmeye tam teşebbüsten” kağıdınızın alınması ve koca bir sıfır verilmesi anlamına gelirdi.
Ama sonuçta bunun adı hayattı ve en güzel anlarını göz göze gelerek yaşadık. Ama yaşam bize göz göze geçen anların çok çabuk göze geldiğini öğretti. Ve göze gelmemek için yaşamın bazı tatlı anlarını gözlerden uzakta bir yerlerde yaşamak gerektiğini öğrendik. Ne zaman gözler önünde mutlu bir yaşam emaresi belirse, “aman göze gelmesin” diyordu büyüklerimiz. Ve gözlerden saklanıyordu, gülücükler. Özellikle de kem gözlerden. “Elemterefiş, kem gözlere şiş” lafını çokça söylüyorduk. Özellikle de gözü kem olduğu tecrübeyle sabit kişileri gördüğümüzde.
Kaş göz ederek yaşamayı öğrendik. Bazı şeylere göz diktik. Göz diktiklerimize göz ettik. Göz değdirdik. Bazen göz doldurduk, aslında boş gözlerle bakarken
Ayaklarımızla gezdiğimiz yetmedi, bir de göz gezdirdik,
Hayatın en önemli maçlarından birine çıkarken, kendi
Bazen göz kırpmadan, bazen uzaktan göz kırparak kestik
Gözden düşmemek için gözden geçirdik her şeyi. Gözden kaçan her detay, geleceğe takoz oluyor, başınıza iş açıyordu. Ve problemleri halledemez bir duruml
Gözümüz gençlik yıllarında açıldı. Kırkından sonra gözü açılan, bizimkilerin gözünde azmış kabul ediliyordu. Ve daha varken faltaşı gibi açtık gözlerimizi gençlik yıllarının o gözleri çakmak çakmak yıllarında. Gün oldu gözlerimiz doldu. Dolu dolu gözlerden çakmak çakmak şimşekler çaktı. Gözümüz döndüğünde, gözümüz kan çanağına dönüyordu. Ve hatta gözlerimiz evinden ve yuvasından fırlıyordu.
Gözlerinden okumaya çalıştık
Ve biz gözlerimize inanamıyorduk. Gözümüz gönlümüz açılsın diye, niye illa bir yerlerimizin açılması gerektiğini uzun yıllar çözemedik. Şu garip dünyanın mide savaşında, bazıları mideyle yetinmeyip gözlerini de doyurmaya çalışıyorlardı. Ve ahh gözü doyasıcalar lakabını takmıştık onlara. Ama gittikçe kararan gözleri doyacak gibi değildi.
Gözü gibi sevmek gerek
Şöyle bir göz ucuyla tarttık geleceği. O göz bebeğimiz gibi sevdiğimiz kara sevda, adamın gözünün içine baka baka uzaklaşıyordu sa
Gözü çıkasıca derdik çocukluğumuzda, kızdığımız kişilere. Gözü çıkasıca. Çocukluk, gençlik ve yolun yarısında şimdi, yine göz gözü görmez oldu ülkemde. Gözü çıkasıcalar taladı her yeri. Ve birileri göz yumdukça daha. Daha çook gözü çıkasıcalar çıkacak gibi.
Gözü çıkasıca. Gözlerin göze gelen dünyasında, gençlerin rüyasını karartmadan gözün aydın Türkiye, ne zaman diyeceğiz? Ve ne zaman gözü aydın bir Türkiye göreceğiz? Gözlerin şu göze gelen dünyasında, birilerinin gözüne batmadan, ne zaman birilerinin gözüne gireceğiz?
Münir Arıkan