Türkiye Avrupa'dan uzaklaşmamalı

Güncelleme Tarihi:

Türkiye Avrupadan uzaklaşmamalı
Oluşturulma Tarihi: Mart 11, 1998 00:00

Haberin Devamı

Aralık ayında yapılan Lüksemburg Zirvesi'nin sonuçları büyük ölçüde rahatlatıcı olmuş, Konsey, Avrupa'nın geleceğini belirleyici kararlar almıştır. Para Birliği'nin üçüncü aşamasındaki ekonomi politikalarının koordinasyon araçlarını güçlendirmiş ve topluluk modelininin Orta ve Doğu Avrupa ile Akdeniz ülkelerine genişlemesini başlatmıştır.

Ancak bu noktaları takdir etmiş olmamız, 15'lerin aldığı diğer kararlardaki yetersizlik ve uzak görüş eksikliği karşısında sessiz kalmamızı gerektirmez. Hatta, Avrupa'nın bir bölümünde elde edilen bu başarı, diğer bölgelerin geleceğinin nasıl bir belirsizliğe terk edildiğini daha iyi anlamaya yardımcı oluyor.

Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin AB'ye katılım sürecinin başlaması, diğerlerine göre geçmişte daha fazla gerginlik, istikrarsızlık ve dengesizliğe maruz kalmış olan bu bölgede refah ve barışın temellerini atmaktadır. Avrupa Birliği ve Atlantik İttifakı'nın paralel bir şekilde genişlemesi bu ülkeleri Avrupa'nın diğer ülkeleriyle uzlaştırmaktadır. Bu politika, tarihin söz konusu ülkelerden yüzyıl süren çatışmalar ve trajedilerle aldığını onlara geri vermektedir.

İşte bizim Türkiye'ye uygulanan muamele karşısında duyduğumuz tatminsizlik tam da bu noktadan kaynaklanmaktadır. Zirve Türkiye'nin Avrupa vokasyonunu teyit etmiştir. Ama bunu yapmış olmasına rağmen Türkiye'yi genişleme sürecine daha iyi bir şekilde dahil edebilirdi.

TÜRKİYE'YE HAKSIZLIK

Ayrıca Zirve bütün ülkeleri, çok farklı zaman dilimlerinde olsa bile, aynı katılım perspektifi ile birleştirmesi gereken Avrupa Konferansı'na girmesi için Türkiye'nin önüne koşullar sürmekten ve ayrımcılık yapıldığı izlenimi vermekten kaçınabilirdi. Çünkü Konferans, işbirliği ve uyumu sağlamaya, yeni bölünmeleri önlemeye ve Avrupa vokasyonu olan bütün ülkeleri Avrupa Birliği'ne yaklaştırmaya yönelik ortak bir araçtır; Avrupa Birliği'ne tam üyelik görüşmelerinin yapıldığı bir organ değildir.

Ayrıca zirve, Avrupa Konferansı'na daha güçlü bir içerik verebilirdi.

Zirve, Türkiye için öngörülen özel ilişkiyi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerininkine benzer hale getirebilirdi. Bu noktalar üzerinde İtalya Lüksemburg'da güçlü bir savaş vermiş, buna rağmen teklifimizle ilgili görüşbirliğine varmak ve konsensus sağlamak mümkün olmamıştır.

Bizim zirve sonuçlarıyla ilgili rezervlerimiz sadece, NATO içinde müttefikimiz olan ve Avrupalı özelliklerini çok önceden kabul ettiğimiz Türkiye'nin meşru beklentilerinden kaynaklanmıyor. Rezervlerimiz, Akdeniz'de denge ve istikrar için şart gördüğümüz daha genel jeopolitik ihtiyaçlardan kaynaklanıyor. Barış ve güvenlik her yönde gelişmelidir. Bunun için Avrupa Birliği'nin genişleme geometrisine dikkat etmek gerekir.

Tabii ki herkesin çıkarınadır ama sadece Orta Avrupa'nın güvenlik ve istikrarından söz etmek yeterli değildir. Sürenin daha uzun olacağını ve kriterlerin, diğerlerine uygulananlardan daha az sert olmayacağını bilsek bile Avrupa yapısının kurumları ve değerlerinde birleşmeyi destekleyerek, entegrasyonu Birliğin güney sınırlarına da yaymak gerekir, bölünmeyi değil.

Lüksemburg'daki Avrupa Konseyi sonuçlarına ilişkin benim hoşnutsuzluğumun ölçüsü ve anlamı işte bunlardır. Üstelik bu durum sadece İtalya'ya da mahsus değildir. Benim değerlendirmelerim Avrupa Birliği'nin kendi global jeopolitik menfaatlerini koruyacak biçimde genişlemenin zamanlamasını ve stratejisini belirlemedeki beceriksizliği ile ilgilidir.

DİYALOG KESİLMESİN

Bununla birlikte Avrupa'da birçok kişi Türkiye'nin Lüksemburg Zirvesi'nin sonuçlarına aşırı tepki gösterdiğini düşünüyor. Tekrar ediyorum, Lüksemburg Türkiye'ye kapıyı kapatmamış tam tersine Birliğe katılımı için özel bir yol çizmiştir. Verilen mesaj şu olmuştur: Türkiye Birliğin genişleme sürecinin bir parçasıdır, kendisini Avrupa Konferansı'na davet ediyoruz, fakat Kopenhag kriterlerine-gecikmeden- uymasını temenni ediyoruz.

Öte yandan, 40 yılı aşkın Avrupa tarihi bize geçmişle ilgili sitemlerde bulunmanın yanlışlığını öğretti. İleriye bakmak, hataları ve geçmişteki yetersizlikleri aşmaya çalışmak daha iyidir. Bu Türkiye için de geçerlidir; hayalkırıklığını hafifletmeli, bugünkü anlaşmazlığın şimdiden hesaplanması mümkün olmayan sonuçlara yol açabilecek kesin bir kopmaya dönüşmemesi için hem AB, hem de üye ülkelerle diyaloğu sürdürmelidir. Bunun için AB Dönem Başkanı İngiltere çalışmalarını sürdürmekte, İtalyan Hükümeti de bunun için çaba sarf etmektedir.

AB'ye katılım kapısı Ankara için hala açıktır. Bu amaçla Türkiye'yi, müzakere forumu olmamakla birlikte bir danışma forumu niteliğini taşıyan ve 12 Mart'ta Londra'da gerçekleşecek Avrupa Konferansı'na davet etmiş bulunuyoruz. Konferans'a Türkiye hiçbir önkoşul konmaksızın davet edilmiştir. Avrupa diyaloğu kesintiye uğratmak istememekte, tam tersine daha sıkı ve yapıcı bir diyalog kurulmasını arzu etmektedir. Temennimiz, Türkiye'nin kendisini Avrupa Birliği'nden uzaklaştıran katı bir tutum içine kapanmamasıdır.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!