Nazi Onur Öymen bölücü Ahmet Kaya

Güncelleme Tarihi:

Nazi Onur Öymen bölücü Ahmet Kaya
Oluşturulma Tarihi: Kasım 17, 2009 13:58

Hükümetin demokratik açılım süreci, toplumda uzlaşmanın değil, yeni çatışmaların önünü açtı. Belki de kalıcı bir çözümün anahtarı, siyasete değil, kültüre odaklanmaktır. Hem (siyasi bir linç kampanyası sonucu bugün Türkiye’de en çok nefret uyandıran isim haline gelen) Onur Öymen’i, hem de (aynı akıbete yıllar önce uğramış olan) Ahmet Kaya’yı savunmak mümkün değil mi? TBMM’deki aşiret ağaları ve 12 yaşında öldürülen Erzurumlu Musa Kang, ‘Postmodern Türkiye’nin boğuştuğu bu denklemin neresinde?

Haberin Devamı

ekizilkaya@hurriyet.com.tr

 

CHP Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in, PKK’ya karşı silahlı mücadelenin sürmesi gerektiğini savunurken, 70 yıl önceki Dersim isyanının şiddetle bastırılmasını örnek göstermesi büyük tepki çekti.

Öymen’in geri adım atmadığı TV röportajını bugün izledikten hemen sonra, Ahmet Kaya’nın dokuzuncu ölüm yıldönümünü anmak amacıyla, onun şarkılarını dinlemek üzere geçiyorum bilgisayarın karşısına.

Günün anlam ve önemini katmerlesin diye, ‘Dersim Dört Dağ İçinde’yi dinliyorum önce.

Kaya, bu konser kaydında şarkıya tok sesiyle şöyle başlıyor: “Dersim dört dağ içinde/Gülüm var dağ içinde...

* * *

DÖRT DAĞ İÇİNİ VURAN UÇAKLAR

/images/100/0x0/55ea5de3f018fbb8f87b49ac
Aslında bu iki dize, yıllar evvel olup bitenlerin başlangıcına dair ipuçları taşıyor.

Haberin Devamı

İlk mısra, “gerçekçi” tespitlere gebe:

Dersim, tam da “dört dağ içinde” olduğu için, özellikle de teknolojinin henüz yeterince gelişmediği çağlarda, merkezi herhangi bir hükümetin kolayca kontrol edebileceği bir yer değildi.

Ortaçağa özgü feodal bir yapının hâkim olduğu bu coğrafyada köklü aşiretler, lojistik sorunların elini kolunu bağladığı “uzak” hükümetlere karşı (ister Akkoyunluların veya Timurilerin, ister Osmanlı’nın veya Cumhuriyet’in olsun)  doğal bir özerkliğe” yüzyıllar boyunca sahip olageldiler.

Tâ ki 1930’lara kadar...

Bu dönemde, bu topraklarda ilk kez kurulan bir ulus-devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş yıllarının ardından sonunda siyasi ve askeri yapısını güçlendirdi.

Özellikle Batı’da (sadece Almanya veya İtalya değil, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde de) toplumsal isyanların askeri yöntemlerle bastırılmasının “moda” haline geldiği bir dönemde, Ankara da aynı yöntemi benimsedi.

Bu dönemde –örneğin- savaş uçaklarının etkin bir biçimde kullanılmaya başlaması, içinde olduğu “dört dağın” Dersim’i korumasına yetmiyordu artık...

* * *

Haberin Devamı

Bu noktada, şarkının ikinci mısrası canlanıyor gözlerimin önünde:

Herkesin bir gülü vardı, dağ içinde.

Evet, Dersim’de birçok ağa ve onlara bağlı binlerce aşiret mensubu, devlete karşı eline silah almıştı.

Ama merkezden o kadar uzak, dört dağ içindeki o yerde, devlet “caniyâne ölçüde orantısız bir güç” kullanırken, gökten yağan bombalar, silahlı-silahsız ayırt etmeden vurdu halkı...

Bu ayıpla yetinmeyen devlet, silah bırakmaya ikna edilen Zaza aşiret reislerini, verilen sözlere rağmen ipe gönderdiği gibi, aileleri de parçalayarak ülkenin dört bir yanına dağıttı.

Devlet zorlamasa bile, o perişan insanlar, cinayet mahallinde kalırlar mıydı ki?

Sanmam; zira kimsenin, aşiretten hiçbir delikanlının “bir gülü” kalmamıştı artık dağ içinde.

Haberin Devamı

 Ağam, burdan gidelim / Bu yerler viran oldu,” diyorlardı.

* * *

DERSİM, ÖYMEN’E TEŞEKKÜR ETMELİ, DEVLETTEN ÖZÜR İSTEMELİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin, Dersim isyanı ve onun bastırılışını tüm ayrıntılarıyla ortaya koyacak resmi bir Hakikat Komisyonu kurmasını ve geç de olsa, o dönemde can veren veya hayatı kararan onca Dersimli’den resmen özür dilemesi gerektiğini düşünüyorum.

Buna karşın, bugün Türkiye’de hemen kimsenin yapmadığı bir şeyi yapıp bir yandan da Öymen’i savunacağım. Çünkü bir haksızlık yapıldığını düşünüyorum ve Dersimlilerin hakkının yenmesi ne kadar yanlışsa, bu da o kadar yanlış.

Öymen’in meclis kürsüsünde sarfettiği sözlere karşı hemen parlayan Tuncelili/Alevi vatandaşların “duygusal” tepkileri anlaşılabilir olsa da, bu sözlerde ne kastedildiği, ancak Öymen’in daha sonra yaptığı açıklamalarla kavranabiliyor.

Haberin Devamı

Öymen, Dersim isyanına devletin tepkisini sadece “ilkesel” olarak yerinde buluyor; dünya yüzünde hangi devlet olursa olsun, kendisine karşı silaha sarılan bir topluluğu (Zaza veya Alevi olmasının burada herhangi bir önemi yok)–en azından ilk aşamada- silahla kontrol altına almaya çalışacağını savunuyor.

Öte yandan Öymen, harekete geçtiği ilk anda “meşru” bir zeminde bulunduğunu söylediği Celal Bayar hükümetinin, bu aşamadan sonra “büyük hatalar” yaptığını, bir “trajediye” neden olduğunu, zira masum birçok vatandaşın canının yandığını da kabul ediyor.

Öymen, toplumsal bir travmayı ucuz bir siyasi söylem uğruna depreştirmiş olabilir; ama “düşünce özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmesi gereken sözlerini, ek açıklamalarla rasyonalize etmesine rağmen süren linç kampanyası, hem CHP içinde, hem de diğer partiler açısından kendisi aleyhine bir takım “siyasi hesapların” bulunduğunu gösteriyor.

Haberin Devamı

Aslında Dersimliler, toplumsal açıdan hiç de sağlıklı olmayan bir biçimde yıllarca bastırılmış (mesela 12 Eylül işkenceleri de böyledir) tarihi bir travmayı yeniden gündeme getirdiği için Öymen’e teşekkür bile edebilirler.

Bu sayede bir yandan muhalefetin bu tarihi vaka konusunda resmi tutumunu netleştirmesini isterken, hükümete de baskı yapmalı ve devletin resmen özür dilemesi için tam zamanı olduğunu vurgulamalılar.

* * *

ÇÜRÜK EKONOMİDEN SAĞLAM KÜLTÜR DOĞMAZ

Ancak Öymen’in sığ bir siyasi çerçevede hareket ettiğini, devlete karşı bir kalkışmanın “askeri mücadele mi, yoksa siyasi müzakere ile mi bastırılması gerektiği” sorusunun ancak kısa vâdede önem teşkil ettiğini unutmamamız gerekiyor.

Çünkü bir millet için uzun vâdede önemli olan, kültürel yönelimdir.

Peki bu perspektiften Dersim bugün nasıl görünüyor?

MP3 formatında dinlediğim Ahmet Kaya, meşhur türkünün sözlerini değiştirip “Harput’un altı kelek/Dersim’e gidek gelek/Elin elimde olsun/Kapı kapı dilenek” diyerek aslında iki önemli tespit yapıyor.

Orijinal türküdeki Pertek yerine Harput isminin, Harput yerine ise Dersim’in konmasının nedeni, baskın kültüre “fazla entegre olan” Elazığlı Kürtlerin eleştirilirken, herşeye rağmen buna “direnen” Tuncelililerin övülmesi.

Ama asıl anahtarı, aşıkların “kapı kapı dilenmesi” veriyor bize.

Dini/kültürel farklıların korunmasına, hatta devlet tarafından koruma altına alınmasına bugün aşırı sağcılar hariç kimse karşı çıkmadığına göre, meselenin özü, insanların dilenecek kadar yoksul kalmasına izin vermemekten, her bölgeyi eşit şekilde kalkındırmaktan geçmiyor mu?

* * *

AŞİRET DEMOKRASİSİ, BİRLEŞTİRMEZ, BÖLER

Öymen nasıl haksız bir biçimde “Nazi” diye yaftalanıyorsa, Ahmet Kaya da bir dönem “bölücü” diye etiketlenmiş, hatta bu yüzden ülkesini terketmek zorunda bırakılmış ve tam dokuz yıl önce Fransa’da hayatını kaybetmişti.

Oysa Kaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak bu ülkeyi “Edirne’den Ardahan’a kadar çok sevdiğini” söyleyen, dahası bu ülke kültürüne en hakiki Türk milliyetçisinden daha fazla katkıda bulunmuş bir isimdi.

Dersim Dört Dağ İçinde’nin ardından, yine Kaya’nın yorumuyla Kurtuluş Savaşı Destanı’nı, Sivastopol Marşı’nı, Yemen Türküsü’nü, Alevi semahlarını ve Süryani ezgilerinden etkilenen bestelerini dinlerken bunu düşünüyorum.

Sonra da aklıma şu sorular geliyor:

Siyasette kalıcı çözümler için ekonomik altyapının güçlendirilmesi ve kültürel gelişimin desteklenmesi gerekiyorken, Dersim’in 72’inci, Ahmet Kaya’nın 9’uncu ölüm yıldönümünde, Öymen’in sözleri ve ona gelen tepkiler, meselelere hâlâ ne kadar “sığ” baktığımızın kanıtı değil mi?

Her tür kültürel gelişimin önünde en büyük engel olan aşiretler, bugün de Doğu’da bir numaralı “iktidar” değiller mi?

TBMM’de, kimisi İslamcı, kimisi Kürtçü kisvesi altında onca aşiret ağası yok mu?

Bir demokrasi için temel bir problem olan bu durumu kaç kişi, hangi liberal aydınlar bir sorun olarak tanımlıyor, gündeme getiriyor?

* * *

KOLEKTİVİZME KARŞI EVRENSEL BİREY

Hoparlörlerimden bu kez, “Büyüdün Bebeğim” adlı şarkısını söylemeye başlıyor Ahmet Kaya.

Parçanın başında, bir oda orkestrasının icra ettiği, çoksesli Batı müziği tarzında nefis bir uvertür var.

Kaya’nın yönetimindeki yaylılar, sadece 20 saniye içinde, Vivaldi, Paganini ve Mendelssohn gibi klasiklerden geri kalmayacak bir “evrenselliğe” ulaştıktan sonra, ezgiyi harikulade bir biçimde “yerele” bağlıyorlar.

Kaya, “Büyüdün yavrum sen de,” diyerek, sevdiklerinden ayrılmak zorunda bırakılan insanlara dair, tamamen bu topraklara ait şarkısını söylüyor sonra...

Umutlu olmak için neden var mı?

Etnik gerilimleri ulus-devletten taviz vermeyecek biçimde çözmeye uygun uluslararası bir konjonktörün mevcut olduğu bugünlerde, kendi içimizde ve komşularımızla olan sorunlarımızı halletmek için yalnız ABD’nin “bölgesel enerji çıkarlarına” göre hareket eden bir hükümet varken...

Bu hükümeti zorlamaktan tek anladığı, negatif milliyetçilik yaparak kolaya kaçmak, dahası insanları daha da fazla bölebilecek riskli söylemler kullanmaktan çekinmemek olan beceriksiz bir muhalefete sahipken...

Bu kısır düzenin Ahmet Kaya gibi “bireyleri” yok edip, toplumsal ilerlemeyi baltalayan aşiretleri ve tarikatları “sivil toplum örgütleri” gibi sunarak parlattığı postmodern Türkiye’de, umutlu olmak zor. Çünkü ne yazık ki “büyüyen bebekler” de aynı şartlar içinde yetişiyorlar.

Bireysel özgürleşmeye” imkân tanımayan bir çevrede doğan aşiret çocukları dün nasıl tarlalarda çalıştırılıyorsa, yarın da farklı bir şey olmayacak gibi...

İşte, internet üstünden oynadığı bir bilgisayar oyunundan binlerce lira kazanan ve çetelerin esiri olduktan sonra 12 yaşında öldürülen Erzurumlu Musa Kang...

2050 yılında Doğu illerinde bir ailenin, “en az üç çocuğunu” henüz ilkokulda internet kafeye gönderip, bilgisayar oyunundaki sanal tarlaları sürdürerek geçimlerini sağladığını hayal edemiyor musunuz?

Yine de, Çetin Altan iyimserliğiyle, enseyi karartmayalım.

Ne diyor Ahmet Kaya:

Akşamlar döner geceye
Geceler gebe gündüze
.”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!