GeriSeyahat Ana-evlat-torun karşılaşması…
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Ana-evlat-torun karşılaşması…

Ana-evlat-torun karşılaşması…

HAYVANLAR ALEMİ (34) - Masume’nin rüyalarının son zamanlarda sıklaşması hiç iyiye alamet değildi. Masume “Bunda bir iş var ama nedir?” diye kafa yoruyordu. Günlerdir kaybolan Benek’in ölmüş olabileceğini düşünebilirdi ama yaşadığını üstelik 4 yavru doğurabileceğini aklının ucundan geçirmiyordu. Hiç olmazsa hamilelik dönemimi farkederdi. Benek doğurana kadar hamileliğini nasıl gizleyebildi bilinmez ama Masume “Sadece Cızırtı ile kalmak beni kahrediyor” diyordu. (Sezai BAYAR / ANKARA)

Benek ise anasının karalar bağladığı günlerde, kraliçeler gibi yaşadığı otel evinde yavrularını büyütmeye çalışıyor, her birinin eşit süt emmesi için gayret gösteriyordu.

 

Koruyucu aile olarak bizler, Masume’nin aşı zamanının geldiğini farkedince bir sürpriz hazırlamayı planladık.

 

Masume, aşı için veteriner Yudum Hanım’a götürülecek, orada Benek ve yavruları ile karşı karşıya gelecekti.

 

Eşim ve ben “Çok iyi düşündük. Bakalım hasret sahnesi nasıl gerçekleşecek?” diye merak ediyorduk.

 

Ertesi gün Masume bir sepete konarak veterinerin oteline doğru götürülürken, Cızırtı’nın annesine bakışını görmek, tüm insani duyguları altüst eden bir tabloyu ortaya çıkarıyordu. Cızırtı, çevresinde gamsız, duygusuz, sevgisiz biri olarak tanıyordu ama öyle değilmiş meğer. Duygularını açığa vuramadığı anlaşılan Cızırtı’nın bakışları ve gözlerinden düşen yaş, sadece annesine olan düşkünlüğünü değil, yalnızlığın acısını da dışa vurumuydu adeta. Gözyaşı damlalarını sağ patisiyle silerken, sağ patisini sallayıp annesini uğurluyordu Cızırtı. Acaba annesinin gidişini nasıl yorumluyordu, bilinmez ki.

 

Masume otel kapıısından içeri getirilip salonda bir köşeye konduğunda veteriner hanım “ karşılaşma seramonisini aşıdan sonra yapalım” diye bir teklif getirince, uygun gördük.

 

Masume biraz sonra Yudum Hanım’ın kucağında aşı olacağı bölüme yollandı.

Yudum’un yardımcısı ise iki dakika sonra Benek ve yavrularını salona alıyordu. Yavrular oldukça büyümüşlerdi. Yine ana kuzusu hepsi. Gözleri açık ve artık ortalıkta zıplamaktan bıktıracak kadar da hareketlenmişler. Anne Benek oldukça yorgun görünüyor. Gerçi toparlamış kendini ama ne de olsa lohusalık sonrası dönemi bu.

Tabii Benek annesi Masume’den habersiz. Yavrular ise ilk defa anneannelerini, yani ninelerini görecekler.

 

Biz oturduk karşılaşma anını bekliyoruz. Biraz sonra aşısı ve sağlık incelemeleri yapılmış olan Masume salona getiriliyor. Masume bir ara heykel gibi donuyor. Sonra kuyruğunu sağa-sola savurarak sevincini gösteriyor. Şaşırmış vaziyette haliyle. Nasıl şaşırmasın ki… Yavrusunun öldüğüne kendisini inandırmaya başlamış bir ana, karşısında canlı canlı evladını görünce ne yapar?

 

Tabii ki sevinir. Tabii ki çığlık atar. Tabii ki hayret eder…

 

Masume de kuyruğunu iki üç kere diyagonal biçimde salladıktan sonra, sağ patisiyle gözlerini ovuşturmaya başlamıştı.

 

Bu da “gözlerime inanamıyorum vallahi” demek anlamına geliyor olmalıydı kedi alfabesinde.

 

Evet kedilerin, köpeklerin, tavşanın, balığın, karganın, çekirgenin, yunusun konuşma dilleri, yani her bir cinsin kendisine uygun birer alfabesi neden olmasındı?

 

Kızımın odasında yaşayan ve içi renkli taşlarla süslenmiş, su dolu fanusu içinde sık sık ses çıkaran su kaplumbağası Necati’nin de konuşmasına tanık oluyordum. Yanına gittiğimde, laf attığımda hemen hareketleri ile tepki veriyor, ön patisiyle cama tırmanmaya çalışıp kimbilir neler söylemeye çalışıyordu anlamak zor.

 

Necati’nin konuşma dilini bilemedik, öğrenemedik ama müzik sesine karşı öylesine açık ruhlu olduğunu keşfettik ki. CD’den gelen yüksek volümlü müzik sesine karşı başını kabuğunun içine sokan Necati, mesela hafif Latin müziğinin notaları karşısında mest oluyor. Hatta üzerine çıktığı taş parçasına iyice yerleşiyor, suyun üstünden sesin geldiği yere doğru bakışlarını zımbalıyor, sonra da dakikalarca kımıldamıyor.

Küba parçaları ise Necati’nin ruhunu dinlendirenlerin başında geliyor. İbrahim Ferrer’in La Chica del Granizado’su, Omara Portuondo’nun Mucho Carazon’u, özetle The Stars Of The Buenavista albümündeki ünlü parçalar Necati’yi adeta Hind Okyanusu’na sürüklüyor olmalı. Kimbilir hangi hayalleri kuruyordur bu parçaları dinlerken. Belki de kendisini Küba sahillerinde sanıyordur.

 

Ama bizler bilemeyiz. Çünkü kaplumbağa alfabesinden haberimiz yok. Olsa bile bize kim çevirecek bu alfabeyi, kimlerden öğreneceğiz hayvanların gerçek dilini ve konuşmalarını.

 

Necati’ye dalınca, Masume’nin torunlarıyla karşılaşma anını unuttuk sanmasın kimse.

 

Esas olay Masume’nin torunlarını tanımak istememesi.

 

Acaba neden?

Sevgiler,

 

Sezai

False