55 yaşında bir çocuk

Güncelleme Tarihi:

55 yaşında bir çocuk
Oluşturulma Tarihi: Aralık 28, 2017 17:12

Bilginin ve aydınlanmanın ışığını sanatın diliyle insanlara ulaştırmaya çalışan Sunay Akın, kurduğu oyuncak müzeleriyle de topluma zekat ödediğini söyledi.

Haberin Devamı

10 parmağında 10 marifet barındıran şair, yazar, gazeteci, araştırmacı, tiyatrocu, müzeci Sunay Akın, 55 yaşında bir çocuk. Cemal Süreya’dan Ahmet Arif’e, Sabahattin Kudret Aksal’dan Can Yücel’e kadar birçok büyük şairle arkadaş olan, anılar paylaşan Akın’ın şiirlerinde de ruhundaki çocuk konuşuyor. Ömrünün 30 yılını verdiği oyuncak tarihi Sunay Akın’ı müzecilik konusunda dünyanın sayılı isimlerinden biri haline getirdi. Hayallerinin peşinden yürüyen bir aydınlanma filozofu olan Akın, hem kitapları, hem gösterileri, hem de kurmayı planladığı yeni müzelerle topluma hizmet etmeyi her şeyin önüne koyuyor. Trabzonlu bir delikanlının Babıali’ye, şiire, sanata, bilgiye, aydınlığa düşen yolu bugün on binlerce insana ışık tutuyor, cesaret veriyor. Sunay Akın yaralı dünyanın umudu.

Haberin Devamı

Şair, yazar, gazeteci, araştırmacı, tiyatro oyuncusu, müzeci gibi birçok kimliğiniz var. Bu kadar geniş yelpazeli bir hayat yorucu olmuyor mu?

Yorulduğumu söyleyemem. Daha çok şey yapmak istiyorum. Yıllardır insanlar elden ele aydınlanmanın ışığını taşıyor. Önemli olan o ışığı taşıyan el değil, ışığın kendisi. Karanlığı gördükçe ışığı genişletme kaygım artıyor. Bütün amacım, bilginin ve aydınlanmanın ışığını sanatın diliyle insanlara ulaştırabilmek. Çünkü politikacılar cepheleştirir ve uçurumları açar. Oysa yaraları iyileştirip toplumları birleştirecek olan sanattır.

55 yaşında bir çocuk

Çok yaralı mıyız şu anda?

Sadece yaşadığımız coğrafya değil, tüm dünya çok yaralı. Ama hep böyle olmuş. Günümüzün teknolojik devrim çağı da hayatımıza yeniliklerle birlikte sancılı, acılı bir dünyayı sokuyor. Mutlaka bugünler atlatılacak ve kazanan yine bilginin ışığı olacaktır. Bilgiyi değil farklı değerleri öne çıkaran toplumların giderek tükeneceğini ve yok olacağını görüyorum. Türkiye bu öngörüyle konumlanmalı. Bir ülkeyi var eden ve ayakta tutan aydın sınıfıdır. 17 bin 500 müzesi ve bir o kadar da kütüphanesi olan Amerika’yı bilgi mabedi oluşu ayakta tutuyor. 

Haberin Devamı

Avrupa’nın savaş müzeleri, devasa gazete kütüphaneleri gibi sizin kurduğunuz müzeler de bu işin bizim anladığımızın ötesinde olduğunu hissettiriyor. Nasıl başladınız?

Bizde müzecilik eski eserlerin depolandığı yer olarak algılanıyor. Oysa müzelerin etkinlikleri, atölyeleri, yayınları vardır. Ben bu eksiği müzecilik konusunda attığım adımlarla gidermeye çalışıyorum. Almanya’nın Nürnberg kentinde ilk oyuncak müzesini görünce çok etkilenmiştim. “Bir ülkenin geleceği çocukların hayallerindedir” diyerek İstanbul’da, Antalya’da, Gaziantep’te ve Samsun’da kurduğum oyuncak müzelerinden önce 5 yıl boyunca arşivleri karıştırarak oyuncak tarihine çalıştım. Sonra oyun müzesi, masal müzesi ve Barış Manço Müzesi’ni de kurdum. Ben de zekatımı böyle ödüyorum topluma.

Haberin Devamı

Örnek de oldunuz. Kaleiçi’nde kurduğunuz müzeden sonra Antalya’da bir oyuncak müzesi daha açıldı. Kepez’deki müzeyi gördünüz mü?

Çocuk için yapılan her şey çok doğrudur. Keşke her ile, her ilçeye müzeler kurulsa. Ama Kepez’deki müze kurulurken beni kimse aramadı. Çünkü ukalalığıma verin, ama Türkiye’de bu konuyu benim kadar iyi bilen, araştıran kaç kişi var? Ben hiçbir şey beklemeden, gönüllü olarak seve seve bilgimi paylaşırdım. Oyuncak tarihi dediğimiz çok uzun ve geniş bir konu. Ben 30 yıldır oyuncak tarihi konusunda çalışma yapıyorum. Hiç kolay bir konu değil. Çıraklıktan kalfalığa yeni geçtiğimi söyleyebilirim. Her eskiyle müze olmaz. Simit sarayları ne kadar saraysa, orası da o kadar müze olur. Kepez Belediyesi’nin “Evdeki eskilerinizi getirin. Müze kuracağız” diye bir gazete ilanını görmüştüm. Müzecilik bu değil. Bunun, “Bir resim müzesi kuracağız, evdeki tablolarınızı getirin” demekten farkı yok. Aralarında Picasso, Dali, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Osman Hamdi Bey var mı? Üstelik olanlar getirip sana verir mi? Oyuncak müzesi de budur. O müzede bir Lehmann, Gunthermann, Fleischmann var mı? Müzeyi geliştirmek adına bilgi almak isteyen olursa seve seve anlatırım.

Haberin Devamı

Kapatılan Soba Müzesi’nde de sizin imzanız vardı. Nasıl karşıladınız kapanmasını?

Ben müzeleri Türkiye’ye kurdum, partilere değil. Politik olarak sizden olmayanların döneminde açıldı diye müzeleri kapatmak çok karanlık bir düşünce. Sobacılar Çarşısı’na kurduğumuz o müzeyle Toroslar’ın soba kültürünü yaşatarak Antalya’nın hafızasına sahip çıktık. Orada anlatılan sadece soba değildi. Orada soba etrafında dinlenen masallardan kıraathane kültürüne, Cumhuriyet’in gelişiminin tarihsel sürecini verdik. 12 Eylül darbesinde nice kitap sobalarda yakıldı. O karanlık günleri de anlattık Soba Müzesi’nde.

Kelime oyunlarına ve ironiye dayalı, alaycılık ve şaşırtma içeren bir şiiriniz var. Hayata karşı da alaycı mısınız?

Haberin Devamı

İroni gülümsemenin zekasıdır aslında. Benim için şiirde önemli olan dize değil, şairin dize gelmemesidir. Az sözcükle çok şey anlatabilmeyi seviyorum. İroni öyle yakalanıyor. Çok büyük şairler olan Nazım Hikmet, Orhan Veli, Atilla İlhan ve Cemal Süreyya’nın birbiriyle hiç ilgisi olmayan şiirleri var. Matematiğin ‘Pi’ sayısı var; ama şiirin ‘şi’ sayısı yok. Rodin’in güzel heykelleri nasıl yaptığı sorusuna yanıtı gibi: Aslında güzel heykeller taşın içinde var. Mühim olan fazlalıkları atmak.

Cemal Süreyya’nın sizin için yazdığı bir şiir var. O günlerden nasıl anılarınız var?

Cemal Süreyya’yı çok özlüyorum. Onunla baba oğul gibiydik. O zamanlar genç bir şair yazardım. Sanıyordum ki, Yaşar Kemal, Can Yücel, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday, Attila İlhan, Ahmet Arif Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi güzel insanlar hep olacak hayatımda. O büyük entelektüellerden sonra, benim kuşağımda birbirini hırpalayan, çeteleşen bir kitleyle karşılaşmak büyük hayal kırıklığı... Onların bize teslim ettikleri bayrağı iyi koruyamadık. Şimdi ben o ışığı Zülfü Livaneli’de görüyorum.

Cemal Süreyya’nın sizin için yazdığı bir şiir var. O günlerden nasıl anılarınız var?

Cemal Süreyya’yı çok özlüyorum. Onunla baba oğul gibiydik. Sanıyordum ki, Yaşar Kemal, Can Yücel, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday, Attila İlhan, Ahmet Arif, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi güzel insanlar hep olacak hayatımda. O büyük entelektüellerden sonra, benim kuşağımda birbirini hırpalayan, çeteleşen bir kitleyle karşılaşmak büyük hayal kırıklığı... Onların bize teslim ettikleri bayrağı iyi koruyamadık. Şimdi ben o ışığı Zülfü Livaneli’de görüyorum. Cemal Süreyya’yı kaybettiğimizde naaşını Haydarpaşa Numune Hastanesi’nden aldık. Cenaze için Boğaziçi Köprüsü’nden Şişli’ye geçecektik. Aklıma büyük ustanın son yazdığı şiirlerden birindeki “Gömmeden önce biraz gezdirin beni” dizesi geldi. Şoförü sahil yolundan gitmeye ikna ettim. Kız Kulesi’nin önünden geçirdim Cemal Süreyya’yı. Can Yücel bir görse diye düşünürken Kuzguncuk’ta karşıdan elleri arkasında Can Yücel yürüyordu. Hiç unutamadığım bir anı da eşim benim için düzenlediği sürpriz doğum günü partisinden. O gün Yaşar Kemal’e eşi, “Gideriz ama sen 3 kat merdiven çıkamazsın. Gitmeyelim” demiş. Yaşar Kemal aşağı kapıda oturuyor diye haber geldi. Hemen inip elini öptüm. Unutulmaz bir şey söyledi: “Bana diyorlar ki Sunay’a gidemezsin. Ben de dedim ki Sunay’ın kapısında oturamaz mıyım?” Bundan daha büyük ödül var mı? Bunu gördüm ya başka bir şey istemem hayatta.

Sırada yeni bir kitap var mı?

Var, önümüzdeki yıl çıkacak. Uzun süredir peşinde olduğum bir kitap. Bu kitapta hep kaleciler olacak. Ama futbol kitabı değil. Kurmak istediğim müzelerden biri de kaleci müzesi. Ben kaleciydim ve hayatım boyunca kaleci öyküleri, objeler biriktirdim.

Noel Baba müzesi kuralım

Noel Baba, ayaklarına kadar inen kalın bir palto, kürkle çevrili kapşonu başında biri.Antalya’da bu kıyafetle dolaşırsan pişik olursun. 3 Ocak 1863 tarihli bir gazetede Thomas Nast tarafından ilk kez çizilen Noel Baba siyahiydi. Sanıldığı gibi Aziz Nikolas değildi. Kuzey Avrupa ülkesinde çizilmiş bu karakterin elindeki kukla ise, Güney eyaletlerinin Amerika Konfedere Devletleri’nin köleliği savunan başkanı Jefferson Davis’ti. Kuzey Avrupa’da evler ortadan kesilmiş futbol topu şeklindeydi ve o yıllarda yaban hayvanlarından korunmak isteyen insanlar kapıları kenara değil evin üstüne yaparlardı. Antalya’da bir Noel Baba Müzesi kurulursa, oraya vereceğim. Gelin Noel Baba’yla ilgili bütün bilgi birikimini Antalya’da bir müzeye dönüştürelim.

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!