Öteki Dünya

Güncelleme Tarihi:

Öteki Dünya
Oluşturulma Tarihi: Mart 14, 1999 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

1905’te idama mahkûm edip serbest bırakmıştık

İstanbul'da 1905'in 21 Temmuz günü patlayan bir bomba 26 kişinin hayatına maloldu. Terörün arkasında Ermeni komitacılar vardı, asıl hedef zamanın hükümdarı Abdülhamid'di ve taşeronluğu Joris adında bir Belçikalı yapmıştı. Joris yakalandı ama Avrupa ‘‘Onu sadece sivil hakimler yargılayabilir’’ diye tutturdu. Sivil bir mahkemeye çıkartıldı, idama mahkum oldu ve Avrupa bu defa ‘‘Asamazsınız!’’ diye bastırdı. Çaresiz kalan Babıali inanılmayacak bir karar verdi: Jores serbest bırakıldı ve Avrupa'ya gönderildi.

Biz ‘‘DGM'ler sivilleşsin mi, sivilleşmesin mi?’’ tartışmasıyla meşgulken Çankırı'da ve İstanbul'da bombalar patladı. O sırada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi DGM'lerin tarafsız olmadığını iddia edip İmralı'daki tutuklunun bir başka mahkemede yargılanmasını istedi ve biz bundan üç gün önce Avrupa'ya rapor gönderip ‘‘Tutuklu doktor kontrolündedir, gazete okuyup radyo dinlemektedir, velhasıl keyfi yerindedir’’ dedik.

Bütün bu olup bitenler, bana 90 küsur sene önce yaşadığımız bir başka patlamayı ve mahkemelerdeki asker; hakim tartışmasını hatırlattı.

1905'in 21 Temmuz günü İstanbul'da bir bomba patlamış ve 26 kişinin hayatına malolmuştu. Günlerden cumaydı, zamanın hükümdarı Abdülhamid ‘‘cuma selámlığına’’ çıkmış, yani merasimle cuma namazına gitmişti. Yıldız Camii'nde kılınan namazın tamamlanmasından hemen sonra, caminin yanıbaşına bırakılan bir arabanın içine yerleştirilmiş olan saatli bomba Abdülhamid'in oradan geçmesine birkaç saniye kala patladı. Padişah yara bile almadan kurtuldu, arabasına bindi, dizginleri eline aldı, saraya kedi kullandığı arabasıyla döndü ama patlamada 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış ve merasim için camiye getirilmiş olan atlardan 20 kadarı da telef olmuştu.

Hemen açılan tahkikat hem hadisenin sorumlulularını ortaya çıkarttı, hem de İstanbul'un nasıl büyük bir tehlikeden son anda kurtulmuş olduğunu gösterdi: İşin gerisinde Ermeni komitacılar vardı. Abdülhamid'i öldürdükten sonra Babıali'yi, Tünel'i, Galata Köprüsü'nü, Osmanlı Bankası'nı uçuracak; elçilikleri ve önde gelen resmi daireleri yerle bir edeceklerdi.

Saldırının taşeronu Charles-Edouard Joris isminde Belçikalı bir anarşistti. Bombayı o imal etmiş ve Yıldız Camii'ne o yerleştirmişti. Abdülhamid'in daha önceki cuma selámlıkları titiz bir şekilde gözlenmiş, camiden çıkmasıyla arabasına binmesi arasında 1 dakika 42 saniye bulunduğu belirlenmiş, seksen kilo melinite ile yirmi kilo demir, çelik ve çividen yapılmış olan bombanın saati buna göre ayarlanmıştı. Hükümdarın hayatını Şeyhülislám Cemaleddin Efendi'yle o gün cami kapısında uzun süren bir sohbete dalması kurtardı.

Avrupa: ‘‘Asamazsınız!’’

İstanbul'da hemen bir tutuklama furyası başladı. Avrupa'dan gelen teroristlerin hemen tamamı yabancı bandıralı gemilere binip çoktan Türkiye'den ayrılmışlardı ama Joris'le birkaç adamı hálá İstanbul'daydı ve yakalandılar.

Mahkemeye çıkartılacaklarının açıklanmasından sonra Babıali ve saray yabancı diplomatların baskınına uğradı. ‘‘Joris sivildir, dolayısıyla onu yargılayacak olan hakimlerin de sivil olması ve aralarında askerlerin bulunmaması gerekir’’ diyorlardı. Hükümet elçiliklerin baskısına dayanamayıp sivil bir soruşturma komisyonu kurdu. Başkanlığı bir paşa ama sivil bir paşa, Ticaret ve Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarı Necib Melheme yapıyor; başsavcı Cemal Bey'le bir diğer savcı, Necmeddin Molla ona yardım ediyordu. Sorgulamalar başlar başlamaz Belçika büyükelçisi bastırdı ve Joris'in ifadesi alınırken yanında hazır bulunmayı başardı. Savcılar ‘‘Padişahın canına niçin kastedildiği’’ sorusunun cevabını ararken büyükelçi teroristin haklarının ihlál edilip edilmediğini araştırmakla meşguldü!

Derken, sadece sivil hakimlerin yeraldığı bir mahkeme kuruldu. Teroristler yargılandılar, Joris idama mahkum oldu ama Avrupa bu defa ‘‘Asamazsınız!’’ diye tutturdu. Babıali çaresizdi, baskıların üstesinden gelemedi ve inanılmayacak bir karar verildi: Jores serbest bırakıldı, Avrupa'ya gönderildi ve kamuoyunu yatıştırmak için kısa bir resmi bildiri yayınlandı: ‘‘Kan dökmekten hoşlanmayan zát-ı şahane, yani padişah, canına kasteden katili bile affetme yüceliğini göstermişti...’’

Bundan 94 sene önce yaşadığımız ve tarihlere ‘‘Bomba hadisesi’’ diye geçen terörle hemen arkasından gelen asker; hakim tartışmasının öyküsü işte kısaca böyle. O günlerin gündemiyle bugün yaşadıklarımız arasında siz bir benzerlik kurabiliyor musunuz?

Cemal Paşa, İttihad ve Terakki iktidarının üç liderinden biriydi. 1922'de yayınlanan hatıralarında vicdan muhasebesi yapıyor ve ‘‘İmparatorluğu dünya savaşına neden soktuk, bilmiyorum’’ diyordu. Torunu Hasan Cemal'in geçen hafta çıkan kitabı ‘‘Devrimi çok sevmiştik!’’ diye başlıyor, Hasan Cemal de dedesi gibi açık konuşuyor ve ‘‘Tarih babanın nereye doğru yol aldığını göremedik, akıntıya kürek çektik’’ diye yazıyor.

İkisi de aynı soruyu sordu: ‘‘Nerede hata yapmıştık?’’

Cemal Paşa, İttihad ve Terakki iktidarının üç liderinden biriydi. İmparatorluğu 1918 bozgununa kadar on sene boyunca Enver ve Talát Paşalarla beraber demir bir yumrukla idare etti.

Paşalar 1918 sonbaharında Türkiye'den ayrılıp sürgüne gittiler ve üçü de kurşunlarla can verdi. Enver Paşa Ortaasya'da, Talát Paşa Berlin'de, Cemal Paşa da Tiflis'te katledildi. 1922'nin 22 Temmuz akşamı Ermeni teroristlerin çektiği tetikler Cemal Paşa'yla beraber yaverliğini yapan jandarma teğmeni Süreyya ve bahriye binbaşısı Nusret Beyler'i kanlar içerisinde yere serdi.

İmparatorluğun gerçek hákimiydiler ama beş paraları yoktu. Talát Paşa sadrazamdı ve sadaret konağının masraflarını karşılayamadığı için Sultanahmet'te ufak bir kira evinde yaşardı. Sürgün senelerinde Türkiye'de kalan eski yaveri İsmet Bey'e gönderdiği ve bugün bende bulunan mektupları Cemal Paşa'nın da parasızlıktan illállah dediğini, aklının-fikrinin İstanbul'da bıraktığı ailesinin geçim derdinde kaldığını gösteriyor.

Cemal Paşa'nın sürgünde kaleme aldığı hatıraları 1922'de İstanbul'da basıldı ve sonraki senelerde defalarca yeniden yayınlandı. Paşa yazdıklarında iktidar yıllarının ve kumandası altındaki yüzbinlerce Anadolu evládının canına malolan meşhur Kanal Harekátı'nın vicdan muhasebesini yapıyordu. İmparatorluğu dünya savaşına İttihad Teraki sokmuştu ve hatıraların en önemli tarafı Paşa'nın ‘‘Biz dünya savaşına neden girdik?’’ sorusuna samimi bir cevap aramasıydı.

Sonra aradan 77 sene geçti, geçen haftaya gelindi ve Cemal Paşa'nın torunu Hasan Cemal'in hatıraları çıktı: ‘‘Kimse kızmasın, kendimi yazdım’’. Dedesi gibi o da samimiydi, ‘‘Devrimi çok sevmiştik!’’ diye başlıyor, nerede hata yaptıklarını sorguluyor ama cevap veriyordu: ‘‘Nereye doğru yol aldığını göremedik tarih babanın... Akıntıya kürek çektik’’.

Hasan Cemal'in kitabı, ileriki senelerde dedesinin hatıraları gibi bir döneme kaynaklık edecektir.

Kitap güzel ama yanında bir de ayna vermek lázım

İş Bankası baskısı, káğıdı ve cildi birbirinden nefis bir kitap çıkarttı: ‘‘Candan Cana’’. Kitapta Mevláná Celáleddîn-i Rumi'nin

-Celáleddin değil- bundan 700 küsur sene önce söylediği Farsça rubailerden bazılarının Türkçesi var. Talát Sait Halman, Mevláná'nın bin küsur rubaisinden 131'ini aruzla ve bugünün Türkçesiyle söylemiş; dörtlükler Erol Akyavaş'ın eski hattatların eserlerinin ilhamıyla çizdiği desenlerle bezenmiş ve İş Bankası masraftan çekinmemiş, cild dahil bütün káğıtlar ithal edilmiş, desenler metne áhenkle yerleştirilmiş. Basınımızın güzide kitap yazarları ‘‘Candan Cana’’yı yere-göğe koyamamakla meşguller.

Ama bütün bunlar yapılırken küçük bir husus ihmal edilmiş: Asırlar önce yaşamış hattatların güzelim yazıları sağdan sola gidecekleri yerde soldan sağa çevrilmiş yani tersyüz edilmiş, sözün kısası ters basılmışlar. Kitabın hemen başında, bankanın önsözünün bulunduğu sayfanın üzerinde konan koskoca yazı ters; sayfaları çevirdikçe karşınıza çıkan nesih ve sülüs meşkler ters, ters, ters... Kitabın sonuna kullanılan kağıdın ve harflerin cinsiyle isimlerini yazma lüksünü göstermeyi ihmal etmeyen ama bir yazının ters mi düz mü olduğunu anlamaktan bihaber olan ‘‘tasarımcılar’’ Mevláná'nın rubailerini işte bu hale getirmişler.

Ben, Türkiye İş Bankası'nın milyarlar yatırdığı bu kitabı tarihlere geçmeye láyık böyle bir terslikler belgesi haline getirenlere iki çift söz edeceğinden eminim. Ama ‘‘Candan Cana’’nın yayınlayanlardan küçük bir ricam var: ‘‘Eser’’le beraber bir de ayna hediye ediverin ki, eski harfleri bilenler tersyüz ettiğiniz o güzelim hatların doğrusunu bu ayna vasıtasıyla okuma imkánı bulsunlar.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!