İlker Kaleli: Şöhret gitse bile umurumda değil

Güncelleme Tarihi:

İlker Kaleli: Şöhret gitse bile umurumda değil
Oluşturulma Tarihi: Ekim 28, 2016 15:16

“Poyraz Karayel”in başrol oyuncusu İlker Kaleli’yle ilk kez oturup uzun uzun sohbet ettim. Paraya pula değil kendi değerlerine, hırsa kariyere değil kendi iç yolculuğuna önem veren birini buldum karşımda. Poyraz’ı severdim, İlker’i çok daha fazla sevdim. “Yarın şan şöhret gitse bile umurumda değil, zaten buradan beslenmiyorum ki” diyen kaç genç oyuncu var ki...

Haberin Devamı

◊ Bebek Lucca’da kaç yıl önce müzik çalıyordun?
- 2003-2007 yılları arasında. Lucca’da garsonluk yaptığım şeklinde haberler çıktı ama ben Lucca’nın müzik direktörüydüm. Hoş garsonluk da yapabilirdim, hiç gocunmam ondan da...

◊ Neler çalıyordun?
- Çok geniş bir skala vardı. Caz ve Latin çalıyordum genelde. Ara sıra hareketli şarkılar da katarak duygu geçişleri yakalamaya çalışıyordum.

◊ Hâlâ özel gecelerde, arkadaşlarınla filan buluştuğunda çalar mısın?
- Niyet oluyor da vakit bulamıyorum çok fazla... Şaşırtmayı seviyorum ben. Belli bir ritmi alıp sürdürmeyi değil de şaşırtmayı seviyorum. 32 yaşındayım ve hâlâ kendimi anlamakla ilgili mesai harcıyorum aslında. Belki de bu da onunla ilgilidir... Poyraz’la da oradan bir ortaklığımız var aslında.

◊ Seni Londra’ya sürükleyen neden eğitim miydi?
- İstanbul’daki hayatımdan sıkılmıştım.

◊ Sıkılıp tekrar Londra’ya gidebilirsin o halde?
- Artık o yaşları geçtik. O dönemleri bilirsin; 20’li yaşlar işte... “Şimdi benim hayatım bu mu, bunun için mi doğduk” gibi hepimizin zaman zaman takıldığı sorular beni Londra’ya sürükledi o dönem. Tabii eğitim ön plandaydı ama asıl kendine bir isyandı bu. “Burada doğduğum için hayatımın geri kalanını burada yaşamak zorunda mıyım?” diye sordum kendime. Bir tane hayatım var, şimdi bunu yapmayacaksam ne zaman yapacağım diye düşünmüştüm. Kalktım Londra’ya gittim...

Haberin Devamı

İlker Kaleli: Şöhret gitse bile umurumda değil



◊ Oyunculuk var mıydı kafanda?
- Elbette... Oyuncu olmak istediğimi çok iyi biliyordum o dönem. Nereden başlamam ve nasıl yapmam gerektiğiyle ilgili çok sorularım oldu. Kendi kendime çok egzersizler uydurdum. Lucca’da çalışırken insanları çok gözlemledim. Araştırdım ve bu işin İngiltere’de yapıldığını gördüm. Nasıl yaparım, nasıl ederim derken Londra Müzik ve Drama Sanatları Akademisi LAMDA’yı keşfettim. Zaten Haluk Bilginer’in oradan eğitim almış olması dikkatimi çekmişti. Üniversitedeki hocam Kürşat Alnıaçık da yurtdışına gitmem gerektiğini söyleyip duruyordu. Sınava girmeme az bir zaman kala işi de bıraktım. “Bakalım başımıza ne gelecek” diyerek uçurumdan atlama durumuydu yani.

◊ Londra pahalı bir yer. Yaşamak, ev kiralamak kolay değil...
- O kadar gözümü karartmıştım ki...

◊ Birikimin var mıydı peki, yoksa orada çalıştın mı?
- Başka planlarım vardı benim. Zorda kalırsam ünlü işadamlarının filan kapılarını çalıp, “Bana burs verir misiniz?” demeyi düşünüyordum.

◊ Ama gerek kalmadı herhalde?
- Evet. Bir şekilde çözüldü. Babam da o dönem sağ olsun çok yardımcı oldu.

◊ Baba ne iş yapıyor?
- Ticaret adamı.

◊ Anne?
- Eskiden Bolluca Çocuk Köyü’nün Türkiye ve Kıbrıs koordinatörüydü. Daha sonra başka sektörlere girdi.

◊ Kaç kardeşsiniz?
- İki kardeşiz.

◊ Nasıl bir çocuktun?
- Boşanmış bir ailenin çocuğuyum.

◊ Nerede geçti çocukluğun?
- İstanbul’un birçok yerindeydim.

MENAJERİME “ASLA DİZİ YAPMAM” DEMİŞTİM

◊ Peki Londra yıllarına dönelim... Orada 4 yıl kaldın. Seni nasıl keşfettiler? Türkiye’ye dönüşün nasıl oldu?
- Buraya yaz tatiline geldiğim süreçte şimdiki menajerim Zeynep’le tanıştık. Durumumu anlattım ona ve asla dizi yapmayacağımı söyledim. Türkiye’ye dönmeyi düşünmediğimi, Londra’da tiyatro yapmak istediğimi anlattım. Ama olur da çok ilginç bir film ya da kısa dönemli bir şey çıkar diye tanışmış olalım dedim. Sonra “Kayıp Şehir” teklifi gelince, o bana direkt telefon açıp “Biliyorum dizi yapmak istemiyorsun ama bu çok ilginç bir şey, bir bak istersen” dedi. Gerçekten de çok hoşuma gitti.

◊ Londra’da DJ’lik, garsonluk gibi işler yaptın mı?
- Yeni açılacak bir barda çalacaktım ama olmadı. O dönem inşaat halindeydi. Garsonluk yapmadım ama o barın inşaatında çalıştım.

◊ Londra’ya giden İlker’le geri dönen İlker arasında ne gibi farklılıklar vardı? Döndükten sonra hem ekonomik olarak hem de hayat tarzı olarak bambaşkaydın herhalde...
- Çok değiştiğimi düşünmüyorum. En azından hayata bakış açım ve hayat tarzımda bir değişim olmadı. Çünkü hiçbir zaman dış etkenlerden beslenen biri olmadım. Daha çocukluk yıllarımda dış etkenlerin beni etkilemesine kendimi kapatmışım zaten. Köklerimi saldığım yer dış odaklı değil. Daha iç odaklı. Tabii ki yaşadıklarımdan dolayı minnettarım. Ama bunun sebebi şan ve şöhret değil. İnanmış ve adanmış olduğum şeyin bir şekilde karşılığını görüyor olmam. Bugün “Poyraz Karayel” vesilesiyle buradayız ama “Poyraz Karayel”in öncesinde de bir İlker vardı ve bir şeyler yaşıyordu bu hayatta.

◊ Manevi yanın güçlü müdür?
- Çok güçlü. Tamamen bilimsel bir merak dürtüsüdür ama bu...

Haberin Devamı

İlker Kaleli: Şöhret gitse bile umurumda değil

20’LERİMDE DAHA ATEŞLİ  DAHA MUHALİFTİM

◊ Kendini nasıl tanımlıyorsun? Mesela 20’li yaşlarında daha mı serttin, şimdi daha mı köşelerin kırıldı?
- Evet 20’li yaşlarımda daha ateşli ve daha keskindim. Ve daha muhaliftim. Muhalifliğimden hiçbir şey eksilmedi ama onu ifade etme şeklim değişti.

◊ Ülkenin durumunu göz önüne alırsak tanınmış birçok isim çekip gitmeyi düşünüyor. Ne düşünüyorsun?
- Kimseyi yadırgamıyorum. Şimdi kızıp tepki gösteriyorlar gitmeyi düşünenlere. Sen doğru bulmuyorsan gitme o zaman. O onu doğru buluyorsa gitsin. Tabii ki hepimizin arzu ettiği şey bugünleri bu şekilde yaşamamak. Keşke bu ülke içerisinde anlayışlı ve toleranslı olabilsek, birbirimizi yine de sevebilsek, beraber yaşamayı becerebilseydik. Kutuplaşma çok arttı. Bu kadar büyük kitle iletişim araçları, keşke daha birleştirici olsaydı...

Haberin Devamı

15 TEMMUZ HANGİMİZİ ETKİLEMEDİ Kİ?

◊ Kolundaki dövmenin anlamı nedir?
- Etki tepki anlamına geliyor. Benim için ise “İnsan ne olursa olsun içinde bulunduğu sebep-sonuç, etki-tepki ilişkisinden kaçamaz” gibi bir anlamı var. Doğduğumuz zaman benim hayatım, benim seçimlerim gibi bir şey olmadığını hatırlatan bir şey. Buna kader diyebiliriz.

◊ Bu kadar çok film çekilirken sinema neden yoksun?
- Diziden dolayı yokum.

◊ Birçok oyuncu dizilerin yoğun set ortamında çalışıyor ama sinemaya da zaman ayırıyor. Son dönemin parlayan oyuncusu olarak senin olmaman ilginç...
- Çok zor, çok tüketici bir iş yapıyoruz. “Poyraz Karayel”, ikinci sezonda çok yorucu ve çok tüketici oldu. Sezon finalinden sonra 1,5 ayda kendime gelebildim. O dönemde de üstümüzden F16’lar geçti, kaldık burada. Yaşananlara da ayrı üzüldük tabii. Öte yandan film teklifleri var, benim de çok içinde olmak istediğim şeyler var. Ama ben o işe bir şey katamayacaksam, bir değer getiremeyeceksem, benim ölü halimin kimseye bir faydası olmaz. Çünkü yorgunum ve bitiğim. Duygularım, aklım, bedenim tükenmiş durumda. Filmde sadece fiziksel bir görüntü olmaktansa olmamayı tercih ederim. Önceliğim her zaman elimdeki iş neyse onu hakkıyla yerine getirmek.

◊ Fiziksel yorgunluğun üzerine o üzerimizden geçen F16’lar ruhsal yorgunluk yaşattı mı sana?
- 15 Temmuz hangimizi etkilemedi ki? Çok acayip bir dönem yaşıyoruz hepimiz. Tarihi böyle son 30 senenin tarihi gibi ele almıyorum. Birkaç bin yılın tarihi olarak baktığımda çok acayip şeyler oluyor şu an. Ruhsal anlamda çok canım yanıyor gerçekten olan bitenden dolayı.

Haberin Devamı

PARA BENİM HAYATIMDA AMAÇ DEĞİL ARAÇ

◊ Para pul konusunda nasılsın? Anlar mısın yatırım ya da ticaretten?
- Anlamam ve hiç de ilgimi çekmiyor açıkçası. Para amaç değil, araç hayatımda.

◊ Araba tutkusu filan?
- Yok hiç arabacı değilim. 16 yaşımdan beri motor kullanıyorum. Beğendiğim motorlar oluyor bazen, ona da böyle kırk kere bakıyorum, bin kere düşünüyorum filan. Artık dayanamayacağım seviyeye geldiyse o zaman gidip alıyorum yani.

◊ Hayal ettiğin yerde misin?
- Galiba. Net bir hayalim yoktu. Ama hayal ettiğim yöne doğru gitmekte olduğumu düşünüyorum. Öyle olduğuna inanmak istiyorum. Ama şu ana kadar her şey öyleymiş gibi gidiyor. Bırak hayat aksın, sıkı sıkı tutma her şeyi...

◊ Hayat aksa ve başına şöhretini kaybetmek gibi bir şey gelse, sudan çıkmış balığa döner misin?
- Dönmem. Zaten bundan beslenmiyorum ki... Hayatımın merkezi o değil. Ben sadece iyi bir oyuncu olmaya çalışıyorum.

◊ Şanslı mısındır?
- Şanslıyım evet.

◊ Hayatında şu anda şans olarak tanımladığın ne var?
- Şu an yaşadığım hayat. Oyuncuların hep zor şartlarda çalıştığından bahsederler ya, bence bütün gün sette kablo taşıyan adamın hayatı zor aslında. Oyuncular ne kadar ağır şartlarda çalışırlarsa çalışsınlar, iş başarılı olduktan sonra maddi manevi karşılığını alıyorlar. Tabii kötü olduğunda da karşılığını alıyorlar. Dedikodusuyla, eleştirileriyle... Büyük resme baktığımızda çok başka bir hayat yaşayabilirdik şu an.

◊ Paylaşımcı biri misin?
- Evet, fazlasıyla.

Haberin Devamı

Anti kahramanı oynamayı seviyorum

◊ Poyraz geçen sezonun son bölümünde ‘öldü’. Sezon finalinde oyuncuyu öldürmek, yeni sezonda çok zam istemesin diye yapılırdı. Yoksa sen de bu yüzden mi öldün?
- Hiç öyle bir şey yok. Ama eskiden yapıyorlarmış bunu gerçekten. Ben de yeni öğreniyorum. Oyuncular zam istemesin diye sezon finalinde bir bomba patlatıyorlarmış, bir kaza sahnesi koyuyorlarmış. Bizde hiç öyle bir şey yok. Ne bizim yapımcımız öyle biri ne de ben öyle biriyim. Pek işim olmaz o işlerle. Hikaye ne gerektiriyorsa odur her zaman için. Sezon finali de önceden planlanmış bir şeydi zaten. Poyraz’ın nasıl öldürüleceği ve sonrasında nasıl canlanacağı, tıbbi gerekçelere dayandırılarak bir açıklaması vardı.

◊ Nasıl öldü peki Poyraz?
- Hikaye şu aslında; sezon finalinde Poyraz’a ateş eden, yani Ruslardan olan adam aslında çok iyi nişancı. Vücutta ‘batın bölgesi’ denilen bir bölge var, kalbin 3 cm kadar altında kalıyor. Kurşun oradan delip arkadan çıktığı zaman bir kanama oluyor. Oraya 6-7 dakika içerisinde müdahale edilirse, hasta ilaçla belli bir durumda tutulabiliyor. Çok ince bir ayar tabii. Milyonda bir ihtimal... Poyraz’ın başına da o ihtimal geldi. Nişancı, Poyraz’ı batın bölgesinden vurdu...

İlker Kaleli: Şöhret gitse bile umurumda değil



AYŞEGÜL VE POYRAZ’I ZOR SINAVLAR BEKLİYOR

◊ Bu sezon hikaye daha çok neyin çatışması üzerinden gelişecek?
- Yeni sezonda 2 sene sonrasından açtık hikayeyi. Tabii burada değişmiş olan bir dünyaya döndü Poyraz. Aklı belli bir seviyede olan herkes, döndüğünde bıraktığı dünyayı bulamayacağını bilir. Ama Ayşegül’ün evlenmiş olması çok büyük bir sürpriz oldu Poyraz için. Poyraz geçirdiği 2 sene boyunca onu düşünerek işkencelere katlandı. Ayşegül’e ve oğluna tekrar kavuşma hayalini kurarak ayakta kaldı. Ve döndüğünde karşılaştığı manzara, çok büyük bir şok oldu onun için. Katlanması çok zor bir manzara ve çok derin bir hayal kırıklığı her şeyden önce. Tabii aslında teknik olarak Ayşegül, Poyraz’ı aldatmış veya ona ihanet etmiş değil ama bu durum galiba sezonun en büyük çatışması olacak.

◊ Poyraz’ın tutkuları önemli elbette...
- Biraz kadın-erkek, biraz tutku-mantık, biraz büyük aşk veya biraz “aaa öyle miymiş” üzerine gelişecek hikaye. İçinde bir sürü tartışma ve çatışma var. Önümüzdeki bölümlerde daha da ilginçleşecek durum. Çünkü koşulların ikisini bir arada bulunmaya iteceği zamanlar olacak. İkisini de çok zor sınavlar bekliyor.

◊ Üçüncü sezonda genelde metal yorgunluğu başlar dizilerde. O kilidi açmak için anahtarlarınız neler?
- Dizide yeni bir dünya kuruldu. Yeni, başarılı oyuncular geldi. Artık sadece Poyraz’ın dünyası yok. Artık Poyraz’ın evi yok, Ayşegül’ün evi yok. Poyraz’ın alıştığımız, bildiğimiz dünyasından geriye çok da bir şey kalmamış... Bu benim de sevdiğim bir şey. O anlamda senaryo ekibimizi çok başarılı buluyorum. Yani bir şeyi sündürmek ve tamamen tüketip canını çıkarmaktansa, yeni bir yerde başlatıyorlar. Yani o riski göze alıyorlar. O riski alıyor olmaları da hepimiz için çok değerli bir şey.

HABERLERE BURÇİN'LE GÜLÜP GEÇİYORUZ

◊ “Her şey yolundaysa aşkın ateşi kısık oluyor” lafı sana mı ait?
- Evet. 2 sene önceki bir röportajdan.

◊ Peki özel hayatında her şey yolunda mı?
- Tutkusal anlamda evet.

◊ O zaman aşkın ateşi kısık olur ama?
- Tutkusal anlamdaysa olmaz.

◊ Sizin için “Bu yaz evleniyorlar” dendi, sonra “ayrılıyorlar” dendi. Ne diyorsunuz?
- Gülüyoruz. Bir süre gülüp geçiyoruz ama bazen dozunu abartıyorlar. Yalan artık “çüş artık” boyutunda olunca tepki veriyoruz.

◊ Sevmiyor musun magazini?
- Magazin tabii ki olacak ama magazinin de bir niteliği var. Magazin kendine kötülük yapıyor bu aralar. Kendini itibarsızlaştırıyor yalan haber yaparak...

◊ Burçin’le aynı evde mi yaşıyorsunuz?
- Hayır. Çıkan haberlere göre evi terk etmişim filan... Yaşamadığım bir evi nasıl terk edebilirim?

◊ Dizilerde çiftler karşılıklı oynaya oynaya mı yakınlaşıyorlar, yoksa ilk görüşte aşk mı bunun adı?
- Bunların formülleri olduğunu zannetmiyorum. Benim için de formülü yok. Var mıdır aşkın formülü?

◊ Sizinki nasıl oldu peki?
- Güzel oldu...

BAZEN ŞAKA OLSUN DİYE POYRAZCA BİR ŞEY YAPIYORUM

◊ Poyraz karakterinin İlker’le örtüşen üç özelliğini söyler misin?
- Sanırım hayatı aldığımız yer benziyor. Yani o derinlik, kendini sorgulama hali... Hiç benzemeyen birçok özelliğimiz de var. Ama listele dersen, öyle çok listelenecek bir şey değil bu. Çünkü hissiyat aslında.

◊ Sen nasıl hazırlanıyorsun rollerine?
- Benim için karakterin dış görüntüsü hep en sonda geliyor. Ondan önce anlamam gereken, kavramam gereken, içime yerleştirmem gereken başka faktörler var. Karakterin ne dediği bile o kadar önemli değil bence, o anda ne yaşıyor olduğu önemli. Benim sevdiğim, derinlerden bir şey kazımak ve onu yüzeye çıkarabilmek.

◊ Onu yüzeye çıkardığında gerçek hayata yansıması oluyor mu? Oturup kalkarken Poyraz’ın etkisinde kalıyor musun mesela?
- Bazen şaka olsun diye... Poyraz’lık bir an geliyor bazen, şaka olsun diye Poyrazca bir şey yapıyorum. Okulda bir hocamız çok güzel bir laf etmişti, hiç unutmadığım laflardan biridir; “Oyuncular ruhun atletleridir.” Gerçekten de öyle. Nasıl bir kası sporcular çok kullanıyor ve o kası kullanmaları artık bir refleks haline geliyorsa, ruhun da kas hafızası var. Karakterin yaptığı her şey; bakışı, gülüşü, kızışı, ağlayışı, söylediği cümlelerin oyuncuda bir refleks haline gelmiş olması, bence seyircinin gözünde gerçek bir insan algısı uyandırıyor. Sanırım benim Poyraz’da en çok sevdiğim şey de bu.

İlker Kaleli: Şöhret gitse bile umurumda değil

İNSANLAR NELERLE UĞRAŞIYOR KÜRKLER, MADONNA’LAR FİLAN

◊ Bu sıralar anti kahramanlar daha fazla ekranda görülmeye başladı galiba?
- Evet, oraya gittiğini görüyoruz. Benim “Kayıp Şehir”in en çok etkilendiğim yanı da yine anti kahramanları içinde barındıran bir hikaye olmasıydı.

◊ “Silsile” de çok iyi filmdi. 1 yıl sonra izleyebildiğim ve “Nasıl kaçırmışım” dediğim bir filmdi...
- Evet. Acı bir durum tabii bu. Çok ilgiyi hak eden bir filmdi bence de. Görüyorsun işte bizim gündemlerimiz neler, insanlar nelerle uğraşıyor. Kürkler, Madonna’lar filan...

◊ Ooo bakıyorum o gündemi de takip ediyorsun...
- Yok, etmiyorum.

◊ Takip etmesen de gözüne çarpıyor galiba?
- Bazı şeyler o kadar büyüyor ki artık kaçmak mümkün olmuyor.

Reklamdaki benim hikayem

◊ Mavi Jeans anlaşması nasıl oldu?
- Mavi, hep sevdiğim bir değerdi. “Poyraz Karayel”de de 2 yıldır sadece Mavi giyiyordum. Ama esasen benzer zorluklarla mücadele vermiş olduğumuzu gördüğümüz bir sürece
girdik. Onlar da çok net geldiler, ben de çok net tamam dedim.

◊ 1 yıllık mı anlaşma yapıldı?
- Sezon sezon yapıyor Mavi anlaşmaları.

◊ Reklam senin hikayen üzerine kurulu değil mi?
- Evet. Senaryonun yüzde 98’i birebir benim hayatımdan alıntı. Gülse Birsel senaryolaştırdı aslında. Böyle sohbet sırasında hiç de sevmediğim halde hayatımı anlatırken buldum kendimi. O da bunu bu şekilde senaryo haline getirdi. Benim de hoşuma gitti ve sevdim.

 

BAKMADAN GEÇME!