Åžimdiki gençlerin gözünden Ä°stanbul Film Festivali

Güncelleme Tarihi:

Şimdiki gençlerin gözünden İstanbul Film Festivali
OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 16, 2016 12:45

Bizim kuşak için İstanbul Film Festivali’nin anlamı bir başkaydı. O, bizim ilk göz ağrımızdı. Sinemanın bambaşka bir sanat olduğunu, perdenin farklı bakış açılarına, farklı ifade biçimlerine sahip yönetmenlerle daha da renklendiğini o bize hatırlattı, belki de öğretti. Üstelik festival bizim için en önemli eğitim-öğretim kurumu niteliğindeydi, öyle ki her derslerimize farklı farklı öğretmenler girerdi. Bir yıl Fassbinder, başka bir yıl Angelopoulos, öteki yıl Szabo, daha öteki yıl Scola, bitmedi Rosi, Solanas, Tarkovski, Pasolini olurdu hocalar…

Haberin Devamı

 

Bu tür meselelerde aslında gidişat bellidir; her kuşak kendi doğruları öne sürer. Belki de bizim festivale yüklediğimiz anlam sadece bize özgüdür. Artık başka bir dünyanın parçasıyız ve şimdinin gençleri için belki de festival bambaşka anlamlar içeriyor. Lakin bunu anlamanın en kolay yolu sanırım mikrofonu onlara uzatmak. Biz de şimdinin gençleri için festival ve ritüelleri ne ifade ediyor, onlara sorduk… İşte cevapları…

 

BÜŞRA ŞAVLI: KOLLEKTİF BİR HEYECAN

Bazen çok önemli işler için bile sabahın köründe kalkmayı göze alamazken, yedi sene önce ilk kez, bir hafta boyunca her olasılığı hesaplayarak hazırladığım film çizelgesini kapıp İstiklal henüz bomboşken Atlas’ın, Beyoğlu’nun kapısına dayanmamı ve saatlerce heyecanımı koruyarak bekleyebildiğimi düşündüğümde çok daha net hissedebiliyorum festivalin benim için önemini. Her yerden her türlü hikâyeye, bambaşka anlatım biçimlerine, farklı dillere ve kültürlere bu denli bağlanışımı sağlayan en önemli kırılma noktam, o ilk kez sıraya geçişimden iki hafta sonra onlarca filmden -genelde gözlüğümü unuttuğum için- kuruyan gözlerime yakınmayla değil tatminle baktığım andır benim için.Elbette bir filmi kocaman beyazperdede izlemenin verdiği zevk paha biçilemez, fakat öğrencilik hali, hele ki izlemek istenen birçok film bir anda önünüze sunuluyorsa, biraz seçici yapıyor insanı. Ben de festivalleri öncelikle daha sonra ulaşamayacağımı bildiğim filmlerle buluşabilmek, yine bazen dayanamayıp daha göze çarpan yapımları o atmosfer içinde deneyimleyebilmek ve yetemediklerimi de en azından izleme listemi doldurabilmek adına bir araç olarak gördüm. Taze bir sinema öğrencisi olarak ilk sarılışımın en büyük motivasyonu buydu en azından. Hâlâ ilk başta, elbette başında saatler geçirdiğim film listesinin heyecanına tutunuyorum, ama zamanla, hem yaş alıp olgunlaştıkça hem de sinemanın içinde büyüdükçe festivali artık sadece kendi minvalimde değerlendirmemeye ve aslında ne kadar kollektif bir heyecanı barındırdığını daha iyi kavramaya başladım. Sadece kendi seyir keyfime değil, başkalarınınkine de odaklanarak heyecanımı çok daha katladığımı fark ettim ve böyle böyle filmler üzerine tartışmaya başladım. Uzun bir süre filmler üzerine yorum yapmaktan kaçınıp bana özel kalmasını tercih ederken, festival atmosferini uzun süre soludukça ve aslında eskisi gibi denk gelememeleri bahane olarak görmeyip programları beraber takip edebileceğim insanlarla bir araya geldikçe, herkesin nasıl hissettiğini bilmek isteyip kendiminkini de paylaşmaktan çekinmemeyi öğrendim. Eskiden Atlas’ın arka kapısından çıktığımda kalabalığı yarıp doğruca oradan uzaklaşırken, artık aksine filmden çıkan diğer izleyicilerle oturup çay içmek ve filme dair küçük konuşmalar yapabilmek için bahaneler üretir oldum. Her ne kadar kişisel olarak sosyal medyayı aktif olarak kullanmayı bir türlü beceremediysem de, festival zamanları bilhassa twitter üzerinden aktarılan yorumların bir gelenek haline geldiğini fark etmemle beraber, o an yüz yüze alamadıklarıma da sosyal medya vesilesiyle yetişmeye, daha başka kimler hangi filmleri izlemiş, ilk izlenimler olarak neler demiş takip etmeye başladım. İşte bu yüzden bugün filmler üzerine okumayı yazmayı seviyorsam, bunda festivalin ne kadar önemli bir yer tuttuğunun altını defalarca çizebilirim daha.

 

Haberin Devamı

Şimdiki gençlerin gözünden İstanbul Film Festivali

 

Haberin Devamı

‘AVM sineması çocukları olarak...’

Tabii ki AVM sineması çocukları olarak, büyüklerimizin tek bir filmi defalarca kez Emek, Saray, Kent, İnci ve Alkazar gibi daha birçok ‘ölümsüz’ sinemada izleme şansı yakalayabilmiş olmalarını ancak imrenerek dinliyoruz, fakat buna şu an en yakın hissedebildiğimiz festivaller sayesinde Atlas ve Beyoğlu’nda kaliteli seçkilerle bir araya gelip o ruhu biraz olsun anlayabiliyoruz en azından. Üstüne bir de birçok filmin ardından soru-cevap ya da atölye ve seminerlere katılım şansı yakalayabilmek sinema sevdalıları için yılda birkaç kez de olsa çok doyurucu bir deneyim sunuyor. Bu yüzden festivaller bana kalırsa -aradığını konforlu koltuklarda bulamayanlar adına- sinemadan gittikçe daha da kopmaya başlayan bir neslin en büyük dalı bu aşka tutunmak için. 

 

Haberin Devamı

EMRE EMİNOĞLU: HAYATI BİR SÜRELİĞİNE ASKIYA ALMA FIRSATI

İstanbul Film Festivali'yle de (tıpkı !f ve Filmekimi ile olduğu gibi) 2006 yılında, üniversitedeki ilk yılımda tanıştım. Beyoğlu civarındaki liselerdeki arkadaşlarım daha önceleri fırsat bulmuştur eminim, fakat ben Ümraniye'nin tepelerinde bir özel lisede öğrenim gördüğüm için, okuldan çıktığımda kendimi sinemada, sergide, kafede, ‘İstiklal’de ve tabii ki festival zamanı festivalde bulma fırsatım da olmuyordu.

Ben kuşağımın bir temsilcisi olarak aslında kuşağımın uç bir noktasını temsil ediyorum sanırım. 10 yıldır bu yukarıda saydığım üç festivalde de günde ortalama üç film izliyorum ve arkadaşlarım arasında bu uç bir nokta. (Bu arada diğer arkadaşlara göre birkaç yaş daha büyüğüm, 29 yaşındayım.)

Haberin Devamı

Bizim kuşağın festivalden en büyük beklentisi filmleri herkesten önce izleme fırsatı sunabilmesi. Festival programındaki filmlerin vizyon şansı bulamazsa bir daha çok zor izlenebildiği 10-15 yıl öncesine göre de festivallerin bunu başarması oldukça zor oluyor. 2016 yılındaki bir festivalin 2015 yapımı bir film göstermesi, birçokları tarafından tepkiyle karşılanıyor. Çünkü hangi ülkeden olursa olsun, hangi dilde olursa olsun, ister stüdyo filmi ister bağımsız film; filmlere yasal ya da yasal olmayan yollarla yurt dışında herhangi bir kopyası yayınlandığı anda erişmemiz mümkün. Festivalin mutfağını da aşağı yukarı bildiğim için tüm programın bu beklentiyi karşılayabilmesinin çok zor olduğunu biliyorum. O yüzden eğer benim gibi sinemada film izlemenin, kalabalık bir kitleyle festivalde film izlemenin çok özel olduğunu düşünmüyorlarsa, festival ilgilerini çekmeyebiliyor; ya da şöyle diyeyim, yalnızca henüz başka imkânlarla izleyemeyecekleri filmler ilgilerini çekiyor. Festival programı açıklandığında hangilerinin internette olup olmadığını kontrol ediyorlar. Hatta film "malum ortamlara düşerse" (bu çok kullanılan bir kalıp) aldıkları bileti çöpe atıp, evde izlemeyi tercih edebiliyorlar. Bu yüzden sinemaya ilgisi ne kadar olursa olsun, günde 3-4 film izleyecek kadar sıkı bir festival takipçisi olmak, sadece film izlemeyi değil, filmi sinemayı izlemeyi sevmeyi de gerektiriyor bizim kuşak için. Ben de ikinci grup arasındayım.

Haberin Devamı

Â

Şimdiki gençlerin gözünden İstanbul Film Festivali

‘Ortak filmimiz var’

Festival bildiğim, duyduğum kadarıyla sizin için sinema hakkında konuşabileceğiniz, sinemayı seven diğer insanlarla tanışabileceğiniz, film aralarında büyük bir grup olarak bir araya gelebildiğiniz; film izlemekten çok daha fazlasını veren bir etkinlikmiş. Şu an tüm bu saydıklarımı -özellikle de bloglarda ya da çeşitli çevrimiçi platformlarda sinema hakkında yazanlar olarak- Twitter'da ya da Facebook gruplarında yapıyoruz. Şu an ben tanımadığım, tanışmadığım, hatta bazılarının gerçek adını bile bilmediğim yaşıtlarımın hangi filmleri sevdiğini, bir filmde neyden hoşlanıp neyden hoşlanmadığını, izlediğim bir film hakkında onların ne düşüneceğini biliyorum. Ortak zevkler söz konusu olduğunda sosyal medyada ve internette bununla ilgili konuşacak kişileri bulmak çok kolay. Son yıllarda festivalin bir sosyalleşme etkinliği olarak benim için tek faydası, aylarca ya da yıllarca sanal olarak sinema konuştuğum kişilerin yüzlerini görmek, gerçekten tanışmak oldu. Bunun için genelde festival programımı sosyal medyada paylaşıyorum. Biri "ortak filmimiz var" diyorsa, filmden sonra bir şekilde buluyoruz birbirimizi ve iki film arası bir kahve içip konuşabiliyoruz. Öyle festival zamanı buraya gidilir diye düşündüğümüz bir yer de yok açıkçası; çünkü zaten festival dışında da festival salonlarının olduğu çevrede Beyoğlu'nda, Nişantaşı'nda, Kadıköy'de vakit geçiriyoruz. Festival dışında nerede kahve içiyor, nerede yemek yiyorsak, oraya gidiyoruz. Festival filmleri tartışılan belli yerler yok bizim için, çünkü tek başımıza sokakta yürürken bile akıllı telefonumuzu kullanıp bunu yapabiliyoruz. Özetle; Festival benim için hayatımdaki her şeyi bir süreliğine askıya alıp günde 3-4 film izleyebildiğim yoğun bir sinemayla baş başa kalma dönemi. Tabii ki ben de bilgisayarımda film izliyorum, fakat bir filmin festival programında yer alması, beklemem için yeterli bir motivasyon oluyor. Çünkü dev bir perdede, AVM salonları dışındaki sinema salonlarında (birkaç yıl Emek'te film izleyebilmiş olduğum için çok mutluyum) benim gibi sinemayı seven insanlarla birlikte, festival ruhunu tadarak bir filmi izlemek gibisi yok. Ama dediğim gibi bunu tüm kuşağıma yansıtmak hiç doğru olmayacaktır.  

TUNA TETİK:  DARGINLARI BARIŞTIRMA YERİ…

Şimdiki gençlerin gözünden İstanbul Film Festivali

Festival denildiğinde aklıma ilk olarak kitapçıklar geliyor. Biletlerin satışa sunulmasından önce çıkan kitapçıkları her yıl merakla beklerim. İstanbul Film Festivali’ni yaklaşık yedi senedir aktif olarak takip ediyorum. Karşının taksisi olduğum için genellikle festival benim için biraz da Kadıköy demek. Kitapçıkların piyasaya çıkmasıyla birlikte ben ve yaklaşık dört kişilik arkadaş grubum koştur koştur Rexx’e gider, kitapçıkları alırız. Ardından Moda’da sevdiğimiz (sevdiğimiz demek ucuz ama içilebilir çay satan demektir) bir kafeye gider, kendi festival programımızı çıkartırız.

Festival zamanı geldiğinde ise bizim için büyük çoğunluğu Kadıköy’de geçen keyifli bir süreç başlar. Benimse en çok hoşuma giden şey; günü Kadıköy’de bir filmle açıp ardından arkadaşlarımla vapura binip, izlediğimiz filme dair sohbet ettikten sonra günü Taksim’de izlediğimiz bir filmle sonlandırmak olabilir. Çeşitli lokasyonlarda yapılan film gösterimleri, festivale sinefiller için iki kıtayı birleştiren bir köprü olma özelliği sağlıyor. Festival iki kıtayı birleştirebildiği gibi bazen de iki insanı birleştirebiliyor.

‘Vavien’ çıkışı…

Festivale dair hatırladığım en olaylı anılarımdan birisi zamanında kız arkadaşımla festival için bir tomar bilet aldıktan sonra ayrılmamız olabilir. O yıl yanlış hatırlamıyorsam şahane bir yıldı; aynı zamanda Taylan Biraderler’in, Onur Ünlü’nün, Reha Erdem’in, Tayfun Pirselimoğlu’nun, Zeki Demirkubuz’un filmleri vardı ve biz de bir çoğuna bilet almıştık. Fakat biletleri aldıktan sonra tatsız bir tartışma sebebiyle ayrılmıştık. Herkesin bileti kendinde kalmış ve diğer biletler de tükenmişti. Birbirimizle iletişimimizin sıfıra inmesine rağmen ikimizde nasılsa öbürümüz filme gitmez mantığıyla filmlere gitme kararı almış olmalıyız ki filmler bizi tekrar buluşturmuştu. Ayrılmamıza rağmen filmlere gide gele aramızdaki buzlar erimişti, sanırım ‘Vavien’ çıkışıydı ve biz tekrar barışmıştık.

 

 

BAKMADAN GEÇME!