Osmanlı böyle yaÅŸadı

Güncelleme Tarihi:

Osmanlı böyle yaşadı
OluÅŸturulma Tarihi: AÄŸustos 27, 2011 20:48

Konu ne zaman Osmanlı İmparatorluğu’na gelse, en sağlam bilimsel araştırmanın bile masalla harmanlanmış bir ütopyaya veya fazla abartılı bir mitolojiye dönme riski her zaman vardır.

Haberin Devamı

Hele ki dönem içinde anlatılan şey gündelik hayata dair olunca, eldeki veriler kısıtlı olduğundan bu risk daha da artar. Çünkü saray yaşantısına dair belge ve ürün daha fazla bulunabilirken, sıradan bir insanın hayatına dair bize fikir verecek belge veya araca çok zor rastlanır. Durum böyle olunca da ya herkes ayrı telden çalar ya da daha birkaç ay önce, konu hakkında ilk sözü eden kişinin söyledikleri gerçek sanılır. Örneğin dillere destan Osmanlı Mutfağı’na dair bu kadar çok şey biliniyor ve söyleniyorken bile, Osmanlı Mutfağı’nın işleyişi ve daha önemli birçok detayına kadar eksikler bildiklerimizden de fazladır.
Gündelik hayat, en genel hatlarıyla sıradan insanın tarihidir. Bu ismi bilinmeyen kahramanların hayatında yer alan ve onu şekillendiren her şey, toplumsal tarihin merkezinde yer alır. Bu sayede imparatorluktaki insan odaklı değişimin ve haliyle sosyal yaşantının net bir görüntüsünü oluşturmak, bu sıradan insanların hayatında yer alan nesnelerle mümkün olur.
M. Şinasi Acar’ın hazırladığı ve YEM tarafından yayımlanan, ‘Osmanlı’da Günlük Yaşam Nesneleri’ kitabı masaldan ve mitolojiden arınmış bir halde, ancak hepsinin birer sanat eseri olduğunun altını çizerek Osmanlı’nın günlük yaşamda kullandığı nesneleri, onların kullanım alanları ve sanatkârları ile ilgili bilgileri aktarıyor. Kitap, Osmanlı’nın çeşitli dönemlerinde kullanılmış takvimlerden saatlere, terazilerden rubu tahtalarına, buhurdan ve gülâbdanlardan körüklü fenerlere, kemer tokalarından dikiş nakış araçlarına, mühürlerden kamış kalem ve kalemtıraşlara, hokka ve divitlerden elyazması kitaplara, sancak Kurânları’ndan rahle ve çekmecelere, ferman ve beratlardan kale anahtarlarına kadar çok sayıda nesneyi bir arada sunuyor.

Haberin Devamı

BUHURDAN VE GÜLÂBDANLAR

Arapça ‘bahûr’ sözcüğünden gelen buhur, yakıldığı zaman güzel koku veya kokulu duman çıkarıcı bitki, kök, tohum gibi maddelere verilen addır ve Türkçesi ‘tütsü’dür. Buhurdan, içinde tütsü yakılan ve genellikle madenden yapılan ya da pişmiş topraktan yapılan özel kaba denir. Türk buhurdanları kabul edilecek ilk örnekler hayvan biçiminde olup 8. yüzyıla kadar gitmektedir. Osmanlı buhurdanları daha çok bir tabla üstüne oturtulmuş tek ayaklı kadeh biçiminde yapılmıştır. Üzerlerinde, gödeye menteşe ile bağlı ve üstüne duman çıkması için delikler oyulmuş kapaklar bulunur. Kandil gibi asılanları da vardır.
‘Gülâbdan’, gülsuyu kabi anlamında, içine gülsuyu konulan ve üst kısmındaki ince ağzından gülsuyu serpmekte kullanılan özel bir kaptır. Genellikle bir kaide üzerinde yükselen gövdesi soğan formunda ve boynu dar uzundur. Gümüş, altın, tombak, çini ve camdan yapılmış örnekleri görülmüştür. Boyları 20-25 cm dolayındadır.

SAATLER

Haberin Devamı

İslâmiyet’te günde beş vakit namaz, ramazanlarda iftar, sahur ve her türlü ibadet zamanla yakından ilgilidir ve tam zamanında yerine getirilmesi esastır. Haliyle Müslümanlar için zamanı planlamak oldukça önemlidir. Haliyle insanlık kadar eski sayılabilecek bir geçmişi olan saatler İslâmiyet’te ve bilhassa Osmanlı’da da farklı türleriyle karşımıza çıkar.
Güneş saatleri, su saatleri, kum saatleri ve kule, ev, cep, koyun saatleri gibi mekanik saatler sıklıkla ve farklı şekillerde karşımıza çıkarlar. Zaman ve saatin bu kadar önemli olduğu Osmanlı’da muvakkithaneler ve saat tamircileri de oldukça önemlidirler. Saat ustalarının yaşamöyküleri detaylı olarak bilinmese de, 15. yüzyılda Saatçi Hamza Bâlî bin Hacı Mehmed’den başlamak üzere en çoğu 19. yüzyılda olmak üzere onlarca meşhur saatçinin adı kayıtlarda yer almaktadır.

TAKVÄ°MLER

Haberin Devamı

İnsanlarda zaman kavramının var olması ve kimi gök cisimlerindeki ritmik hareket düzenini bazı hesaplamalarla kayıt altına alması sonucu oluşmuştur takvimler. Güneşin ritmik hareketi esas alınarak oluşturulan takvimler, güneşin yer çevresindeki yıllık dolanımına dayandırılmıştır. Dört mevsimden oluşan bir yıl, ‘güneş yılı’, ‘dönence yılı’ veya ‘mevsimler yılı’ olarak adlandırılır ki 365,2422 gündür. Bunun haricinde yaygın olarak kullanılan bir diğer takvim ise Ay’ın ritmik hareketi esas alınarak oluşturulanlardır. Bilhassa çöl yaşantısının geçerli olduğu ve yaşam etkinliklerinin geceleri daha canlı olduğu Doğu toplumlarında Ay takvimi egemen olmuştur. İlk önce Arap kabileleri tarafından benimsenmiş olan Ay takvimi İslamiyet sonrasında da kullanılmaya devam etmiştir. Geniş bir coğrafyaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu’nda doğal olarak iki takvime birden rastlamak mümkündür.
Tüm Müslüman ülkelerde olduğu gibi Osmanlılar da Hicrî takvim kullanmışlardır. Ancak Hicri Takvim’in Ay takvimi olması ve mevsimlere uymaması dolayısıyla başta vergi olmak üzere kimi resmi düzenlemelerin gerçekleşmelerinde soruna sebep olmaması için Sultan IV. Mehmed zamanında, hicri 1088’de (miladi 1677) çıkarılan bir fermanla ilk ‘sıvış yılı’ uygulamasına başlanmıştır.

Haberin Devamı

TILSIMLAR - MUSKALAR

Tılsımların bir gereksinme ürünü olduğu söylenebilir. Kuşkusuz bu gereksinmeyi değerlendirirken, yaşandığı dönemi ve o günkü koşulları ön planda tutmak gerekir. Örneğin yüzyıllarca insanlığı perişan etmiş sıtma için, günümüzde tılsım kullanılması düşünülmez. Ancak İslâmiyetin ilk yıllarından beri birçok hastalığın tedavisi ve onlardan korunma, çoğunlukla manevî yolla yapılmıştır. Tılsımlar bu yolda önemli bir işlevi üstlenmişlerdir. Hz. Muhammed’in büyüyü yasaklamakla birlikte, muska kullanılmasına, nazara, yılan ve akrep sokmasına ve genel olarak hastalıklara karşı ‘nefes etme’ye (okuyup üflemeye) izin verdiği bilinir. Tılsımlar işte bu sayede yüzyıllar boyu koruma görevi üstlenmişlerdir.
Havâs kitapları, tılsımlı gömlekler, muskalar, hamâiller, tılsımlı takılar, pazubentler, tılsımlı mühürler, şifa tasları, Mühr-i Süleymanlar ve Penç ten-i âl-i aba tılsımlar olarak farklı şekillerde karşımıza çıkabilirler.

Haberin Devamı

DİKİŞ NAKIŞ ARAÇLARI

Her toplum gibi Osmanlı’da da dikiş ve nakış önemliydi ve pek çok meşhur terzi her dönemde ve şehirde yaşadığı gibi, el işlemesi nakışlar her dönem kadınların birinci süs gereci olarak ilk günden beri varlığını sürdürmüştür...

KAMIÅž KALEM KALEMTRAÅž VE MAKTALAR

Musiki sanatında ney olup, neyzenin nefesiyle gizemli sesler çıkaran kamış, hat sanatında da kalem olup hattatın eliyle büyüleyici sesler çıkarır. Eskilerden kimileri kamış kalemin kağıt üzerinde çıkardığı sesleri güvercin ötüşüne benzetirken, kimileri de onun Hakk’a âşık olduğunu, ama aşkını hakkıyla yazamadığı için sürekli ağladığını, dahası gözünden yaş yerine kara kanlar akıttığını söylemişlerdir.
‘Kalem aÄŸacının yaprağı beyaz, çiçeÄŸi siyah, meyvesi yüce sözlerdir’ ve Ä°slâmiyet’te de kalem kutsal sayılmıştır. Ä°nen ilk ayetlerde kalemden söz edilmiÅŸ olması ve Kur’an’da bu adı taşıyan bir surenin bulunması nedeniyle ona özel bir önem verilmiÅŸtir. Güzel bir yazı için iyi bir kalem gereklidir. Hattatlar yazı yazmadan önce, kalem açmayı öğrenirler. Eskiler, elin yapısı ile kalem kesimi arasındaki yakınlığı kiÅŸinin ancak kendisinin ayarlayabileceÄŸine inandıkları için baÅŸkasının açtığı kalemle yazıya heves etmemeleri gerektiÄŸini söylerler. Kalem açma iÅŸlemi, Yontma, Yarma ve Kesme olmak üzere üç aÅŸamada gerçekleÅŸir.Â
Kalemtraş; hattatın kalemini açtığı uzun saplı özel bıçaktır. Makta ise; kamış kalemin ağzı kalemtraşla kesilirken kalemin üzerine yatırıldığı 10-20 cm boyunda, 2-3 cm eninde ve 2-3 mm kalınlığında özel bir levha olup fildişi, kemik, sedef ya da bağadan olur...

KEMER TOKALARI

Arkeolojik buluntular Türklerin en eski çağlardan beri toka kullandıklarını göstermektedir. Bu tokalarda at gövdeli, kuş başlı yaratıklar ve aslan motifleri ile kıvrık dallar ve yaprakların yan yana getirilmesiyle oluşturulan süsler kullanılmıştır. Kemer daha çok erkekler tarafından kullanılmış bir kuşam aracı olmakla birlikte, sonraları kadınlar arasında da yaygınlaşmış, yün ve ipek kumaşlardan, demir, bakır, pirinç, tunç, tutya, gümüş ve altın gibi madenlerden ve yılan, timsah, manda ve domuz gibi hayvanların derilerinden yapılan kemerler Ortaçağ’dan beri hem erkeklerin hem de kadınların sıkça kullandığı bir aksesuvar olup kemerin asıl değerini tokalar belirlemişlerdir. Tokaların süsü onun zenginliğinin göstergesidir.
Kabatrma-Çökertme, kalemişi, savat (karartma), mıhlama, tombak, altın ve gümüş kakma, telkâri teknikleriyle süslenen tokalar en yaygın ve rağbet görenleriydi.

KÖRÜKLÜ FENERLER

Genel anlamıyla fener, içinde yağ kandili, mum ya da petrol, asetilen veya hava gazı lambası gibi bir ‘ışık kaynağı’ bulunan ve bunu hava akımlarının söndürücü etkisinden korumak için yan yüzleri deri, yağlıkâğıt ya da cam gibi saydam veya yarı saydam bir madde ile kapatılmış bir mahfazadır.
El Fenerleri: Osmanlı’da yüzyıllar boyunca kullanılmış ve sadece gece gezmelerinde karanlığı giderici bir araç olarak kullanılmasının haricinde II. Abdülhamid dönemine kadar gece elde ışık bulundurmak resmi bir zorunluluktu. Fenersiz dolaşanları devriyelerin karakola götürme yetkisi vardı. El fenerleri üç grupta toplanırdı. Dört yanı camlı, yanı kapaklo alan cam fenerler, gaz lambasının gelişmesiyle ortaya çıkmış ve gemici feneri olarak anılan fenerler, en çok kullanılan üçünücüsü ise muşamba fener yahut körüklü fener olarak anılan, işi bittiğinde katlanarak küçültülebilen fenerlerdir. Sosyal yaşamda şarkılardan, Karagöz oyunlarına, dönem öykülerinden, şiirlere kadar pek çok yerde fener karşımıza çıkar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!