Marmara’yı başaşağı seyretmek şahaneydi ama kafam vücudumdan kopacak sandım

Güncelleme Tarihi:

Marmara’yı başaşağı seyretmek şahaneydi ama kafam vücudumdan kopacak sandım
Oluşturulma Tarihi: Haziran 02, 2007 00:00

Geçtiğimiz yıl Haliç’te başımın biraz üstünde binbir çeşit akrobasi hareketi yapan Red Bull Air Race uçaklarını seyrederken bile adrenalinim tavana vurmuştu. Bu yılki yarışlardan önce bir deneme uçuşu teklif ettiklerinde tereddütsüz kabul ettim. Uçuşu yapacağımı duyan "Ayyy nasıl bineceksin, miden bulanır, bayılırsın, biz gondola binerken bile aklımız çıkıyor, sakın yapma" diyerek vazgeçirmeye çalışsa da kulak asmadım.

Bu çok acayip yarışın ilki, 2003 yılında Avusturya’da gerçekleştikten sonra Macaristan, İngiltere ve ABD’de devam etti. Red Bull Air Race’in bugünkü formatını almasıyla, 2005 yılından bu yana Red Bull Air Race World Series’e dönüştü. Geçtiğimiz yıl Türkiye’de ilki yapılan yarışları izlemek için 1,5 milyon kişi Haliç’e gitti. Bugün saat 12.00’de, dünyanın en iyi 14 pilotu saatte 400 km. hız yapan uçaklarıyla, Haliç’te sezonun dördüncü yarışı için mücadele edecek.

Uçaktan korkmama rağmen, nasıl oldu da hiç tereddütsüz bu uçuşu kabul ettim, bilmiyorum. Nedeni belki korkularımın üzerine gitmek, belki maceracı ruhum. Birkaç kişi hariç, çevremde bu uçuş için beni destekleyen kimse olmadı. Bütün hafta boyunca şunları duydum: "Ne işin var boşver, çoluk çocuk sahibisin böyle risklere girme, ayılırsın, bayılırsın, kusarsın." Bir arkadaşım yurtdışında bindiği roller coaster (hızlı tren) tecrübesini anlatıp, "Eğer o öyleyse, uçakları düşünemiyorum, bence bir daha düşün" diyerek beni uyarıyordu.

Uçuşu yapacağımı sakladığım tek kişi annemdi. Duysa, yeminler ettirip, yalvarıp beni vazgeçirmeye çalışacaktı. Hem yıllardır unuttuğum "anneden gizli gizli bir şey yapmanın" hınzırlığı, hem de 400 km hızla giden bir uçakla akrobatik hareketler yapacağım uçuşun heyecanıyla evden çıktım.

Air Race uçaklarının bulunduğu, Atatürk Havalimanı’nın biraz ilerisindeki askeri havalimanına vardığımda, Red Bull Air Race’in 350 kişilik ekibinden bir doktor, uçuşa hazır olup olmadığımı kontrol için beni muayene etti.

Alman doktor, havada başıma gelecek muhtemel şeylere karşı beni uyarıyor, en başta da mide bulantısına karşı neler yapmam gerektiğini anlatıyordu. Düşük tansiyonum olduğunu öğrendiğinde uçuşuma izin verip vermeme konusunda tereddütte kaldı. "Kendimi süper hissediyorum" diye ısrar edince gözlerimin içine soru işaretli bakıp, "Peki o zaman, hadi bol şans" diyerek beni uğurladı.

PUL YERİNE, EHLİYET BİRİKTİREN PİLOT

Fotoğrafçı arkadaşım Senih’in mide bulantısına karşı "Şöyle kocaman bir limonu ikiye bölüp suyunu sıktığını düşün, hiçbir şeyin kalmaz" tavsiyesiyle aprona vardım. Birlikte uçacağım Red Bull Air Race pilotu Alman, Matthias Dolderer (37) ile tanıştığımda, "Heyecanlı mısın" diye sordu. "Hayır, peki siz benle uçacağınız için heyecanlı mısınız" dediğimde kahkahalar atıp, 14 yaşından beri profesyonel olarak uçtuğunu ve Almanya’da sahibi olduğu uçuş okulunda, ülkenin en genç uçuş öğretmeni olduğunu söyledi. Bugüne dek 10 farklı uçakla 60 bin saatten fazla uçmuş ve 22 bin iniş gerçekleştirmiş. "Yaşıtlarım pul biriktirirken ben uçuş ehliyeti biriktiriyordum" diyordu.

Birazdan havalanacağız ve ben yukarıda beni nelerin beklediğini bilmiyorum. Bütün sorularıma küçük tebessümlerle cevap veriyor: "Denizin üzerindeki hava kapılarından geçerken çok alçalacağız, denize düşüyoruz sanıp, korkma. Fakat o kadar alçaldığımızda, tekrar havalanabilmemiz için hızımızı 400 km’ye kadar çıkarmak zorundayız. Bu esnada G-shock dediğimiz olayı yaşayacaksın. Vücudun toplam ağırlığının 10 katına çıkacak, bütün kasların gerilecek, kafanı taşıyamayacak gibi hissedeceksin. Uçağı tamamen ters döndürüp, başaşağı uçtuğumuzda zaman da korkma, etrafı seyret ve keyfine bak. Ama uçak ne pozisyonda olursa olsun, sakın kafanı arkaya çevirme."
/images/100/0x0/55ea6688f018fbb8f87d768c


Matthias, olası bir tehlikede kullanmak üzere, bana paraşütü giydirirken, sadece Türklerin yaptığını zannettiğim hareketi yapınca, kulağını çekip uçağın kanadına üç kez vurunca, gülüştük. Uzunluğu 6.5, kanat boyu 8 metre Extra 300 S uçağına bindiğimde yerimden kımıldamama imkan vermeyecek derecede dört bir yanımdan emniyet kemerleriyle beni bağladılar. Pilotla havadayken iletişimimizi sağlayacak kulaklık ve mikrofonu da taktıklarında, artık hazırdım. Sanki birazdan havada taklalar atacak bir uçağa değil de, lunaparkta bir oyuncağa binmiş gibi eğleniyordum. Motorun sesinden kalbimin sesini duyamadığım için, elimi kalbime götürdüm, sakin sakin orada duruyordu.

UZAYA FIRLATILAN ROKETLER GİBİ

Yüzüme aptal bir gülümsemenin gelip oturmasıyla ben ön, Matthias arka koltukta havalandık. Matthias havalandıktan kısa bir süre sonra, benimle konuşmaya çalışıyordu ama kulaklığım arızalandığı için hiçbir şey duyamıyordum. Ama o beni duyabiliyordu. Aslında havada çığlık atmaktan pek de konuşacak halde değildim.

Zeytinburnu semalarında uçarken, yaptığı ilk akrobasi hareketi uçağı sola yatırmaktı, ben daha ne olduğunu anlamadan bu kez aniden sağa yatırdı. Sonra hızlı bir U çizdikten sonra bu kez, uzaya fırlatılan roketler gibi havada dikey uçmaya başladık.

Dikey giderken sağa yatıp tekrar düz pozisyon aldıktan sonra denizin üzerinde kurulu 20 metre uzunluğunda,
/images/100/0x0/55ea6688f018fbb8f87d768e
aralarında 10 metre bulunan iki hava kapısından geçtik. İşte uçuşun en acayip şeyi G-shock’u burada yaşadım. O kadar alçaldıktan sonra 400 km hızla tekrar yükselirken vücudumda daha önce varlığından habersiz olduğum bütün kaslarım yay gibi gerilip kendisini hissettirdi. Sanki bütün vücuduma kramp giriyordu. Kafam benim kafam değilmiş de, sanki 150 kiloluk bir külçeymiş gibi taşımakta zorlanıyordum, dahası basınçtan o kadar geri gidiyordu ki, vücudumdan ayrılacak gibi hissediyordum.

G-Shock’tan sonra pek konuşacak halde olmadığından, Matthias’a sadece yumruğumu sıkıp başparmağımı havaya kaldırarak iyi olduğumu anlatabildim.

En fazla ürkebileceğimi düşündükleri akrobasi hareketi benim en zevk aldığım hareket oldu. Uçak başaşağı döndüğünde, korkmak yerine Matthias’ın "Etrafı seyret ve keyfine bak" lafını hatırlayıp Marmara’yı başaşağı seyretmenin keyfine vardım. Sanıyorum ilk uzun çığlığımı da bu arada attım. Matthias’ın neler dediğini duyamıyordum ama kahkahalarını duyabiliyordum.

Başaşağı giderken aynı zamanda alçalıyorduk ve denizle aramızda 30-40 metre mesafe kalmışken tekrar düzelip, yine süratle yukarı tırmanmaya başladık. Bundan sonra havada bilumum dönüşler yaptık. Uçak bir sağa bir sola yatıyor, olduğu yerde dönerek taklalar atıyordu. Korkup bazen gözlerimi kapatabileceğimi düşünüyordum ama bir daha bu fırsat ele geçmez diyerek görebildiğim kadar, etrafı seyretmeye çalışıyordum.

Ben Matthias’ı duyamasam da onun beni duyduğunu bildiğimden, "Hepsi bu mu yani, bunun için mi beni korkuttunuz" diye Matthias’a takılırken, bana öyle bir takla attırdı ki, ufuk çizgisi neresi, gördüğüm gökyüzü mü, deniz mi tamamen aptallaştım. İlk kez o an midem bulandı, inene kadar da geçmedi.

Tam 20 dakika havada sürekli dönerek uçuyorken, uçağa bindiğimdeki o aptal gülümseme yüzümde asılı kalmış, sürekli gülüyordum. İndiğimde yüzüm biraz allak bullaktı. 20 tekila shot içmiş gibi başımın fır döndüğünü, uçaktan inip düz yürüyemediğimde anladım.

Havaalanından çıkıp, gazeteye döndüğümde başım hálá dönüyordu. Bu yazıyı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda harfler gözlerimde uçuşuyordu ve müthiş bir uyku bastırmıştı. Gazetenin o gürültüsü arasında, masamın üzerinde kendimden geçip bir saat uyumuşum. Uçuşu sabah 10.45’te yapmıştım, bu yazının sonuna geldiğimde saat 17.30 ve benim hálá başım dönüyor. Ama herşeye rağmen bir kez daha dener misin derseniz, evet, kesinlikle!

Bu sporu kim icat etti?

Red Bull Air Race fikri 2001 yılında ortaya çıktı ve dünyanın her yerinde geniş kapsamlı yaratıcı fikir oluşturmaktan sorumlu, Red Bull’un spor ile ilgili fikirler think-tank’ından geldi. Amaç, dünyanın en iyi pilotlarının becerilerine meydan okuyacak yepyeni bir havacılık yarışı geliştirmekti. Sadece hızla ilgili olan değil, aynı zamanda da dikkat ve beceriyle ilgili olan bir yarış olmasını istiyorlardı. İki kere Dünya Akrobatik Uçuş şampiyonu olan Macar Peter Besenyei ile temas kuruldu, onun bilgisi ve tecrübesiyle yarışlar zamanla bugünkü halini aldı.

Pilotlar hava kapılarına çarparsa ne olur?

20 metre yüksekliğindeki şişme kapılar, uçak değdiğinde yırtılan ultra-hafif spinnaker (yelken) malzemeden üretilmiş. Uçaklar kapıya çarparsa, kapı anında sönüyor ve pilota herhangi bir tehlike teşkil etmeden dört dakika içinde yeniden şişirilebiliyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!